Tuhaf, ağrılı, zor zamanlardan geçiyoruz. “Anlatılmaz, yaşanır” dedikleri, ama asla şahit kalmak istemeyeceğiniz, sanki yok olmayı dileyeceğiniz.
Hiç bir şey yerinde sabit ve anlamlı değil; geçmiş, gelecek, şimdi, insanlar, hayat... Normal addedilen gelişim, değişim, seyir değil bunlar…
Tabiri caizse cıvatası oynamış, garip çıkıntılar, eklemeler, baskılar, ayak oyunları, türlü beyin yıkamaları, bozuk maddî manevî şekiller, mevcudiyetine akıl sır erdiremediğimiz modern mağara çağlarının insan suretleri…
Envaiçeşit matruşkalar, maskeler, yüz(süzlük) kalıpları, yaşlı (yaslı) bebekler; çarpı(tı)lan gönüller.
Koyun olmak hiç bu kadar kolaylaşmamıştı.
Her şeyi deride geride bırakıyorsunuz. Tutanaklar, dayanaklar, kılavuzlar havaya karışmış, buharlaşıyor…
Bir bukalemunluk hızıyla şaşkına düşüyor, allak bullak oluyoruz.
Vakıalara, duruma bakıyorsunuz. Kimin kimden rol çaldığı, kime el verdiği, alt ve üst akılların hesapsızlığı, çoğulluğu belli değil.
Herhalde tebaanın(!) güdülenlerin sayısı da meçhul.
Arkasında, içinde, önünde, yukarısında hep birileri var.
Gözler de seçmiyor artık. Hangisi? Kaç tane? Kimler nelerin buyruğunda, k(uyruğunda)? (Masal masal maniki, kuyruğu var oniki)
Masallardan, efsane ve ma(rta)vallardan bıkılıyor. Sıkılıp kusuluyor.
“O değil bu”. “Bu da değil şu”. Hem o, hem bu, hem şu, öteki beriki maniki. Tümü geçerli, tamamı hükümsüz, hepsi dosdoğru yalancı.
Lâkin işaret parmağı, basiret gözü(!), şahısların ismi cismi de varsayılan, zannedilen, okunan değil. İnsan(lığ)ı ara da bulasın.
Zifiri karanlıklarda, çare ve çözümler görüşler bulanıyor.
Çok acı tecrübeler yaşanıyor; muhalefet muhalefet değilmiş mesela, fakat üstelik iktidar da iktidar değilmiş.
Nuh’un kurtarıcı gemisi değil, meydanda başka gemicikler süzülüyor. Düşman da dostta, millet de zillet de alınır satılır, metaaymış meğer.
Putlar, rabler alabildiğine… Seçmece bunlar, beğen beğendiğini…
İdeolojiler, ülküler, değerler, toplum dengesi hepsi kayboluyor, karmakarışık.
Belli bir yaşı aşmış olanların yine bir hafızası, güvenci, tutunduğu kıymetleri ve ümidi var.
Ya yeni nesiller? Bu uçuculukta, gürültüde, erozyonda, ka(y)namalı hüsranlı buhranlı, hicranlı gidişlerde yürüyüşlerde nereye ayak basacak.
Engebeli yolları, uçurumları nasıl aşacak? Gerekli gücü, lüzumlu bilgiyi, tükenmez kaynağı, aslî hedefini nereden bulacak.
Hangi inşaları yapacak, hangi davaları güdecek; istikbal tasarımı, rüyaları nereye varacak?
Pusulalar, rehberler, tepedekiler genellikle tekinsiz, dayanıksız, şaibeli görünüyor.
En sağlam denilenlerin, “zirve şahsiyet” diye bilinenlerin kirli çamaşırları, meşum çehreleri açığa çıkıveriyor.
Çirkin, sahte; güzelin, gerçeğin, hakikatin önüne geçiyor.
Aldatıp çürüten dönüşümlerin etkisiyle; uğursuz lanetlenmiş meleklerle, insanlar birbirine iç içe geçiyor. Alaycı, İblis suratlar yüzümüze gülüyor.
Asıl, bugünümüzün de yarınımızın da davaları kaybediliyor.
İnançlarımızın, insaniyetimizin, özümüzün sınandığı günlerdeyiz.
Dik durma telâşındayız.