Sizde de; her şey kirlenmiş, lekeli ve çürümeye yüz tutmuş, lime lime, dökülüyormuş hissi galebe çalıyor mu bazen.
Herhâlde, o yüzden hep gözümüz mazide kalıyor. Herkesin takılıp kaldığı bir “O Belde’ si”, Saadet Diyarı ya da rüya ülkeleri var.
Huzursuz ruh biteviye, kendiyle kavgalı, zamanda dolanıp, dalaşıp duruyor.
Ümitsiz değiliz elbette. Ama bazen…
İnsanlara karşı bir ihtiyat hissi, tedirginlik, mesafe artışı, görünmez duvarlar, yabancılık duymuyor musunuz?
Kapı, anahtar ve pencerelerin, köprülerin azaldığı, yolların çıkmaza vardığı bir ortam fark etmiyor musunuz?
Söz gelişi gençlere karşı, peşin bir sevgi, şefkatle yaklaşırdık eskiden. Görünce yüreğimiz sevinçle kabarırdı. Gözlerimiz dolardı belki.
Şimdi önümüze çıktıklarında, kimilerine karşı bir ürküntü, itimatsızlık rahatsızlık tırmanışı, kalbi doldurmuyor mu?
Dinamik bu güç, bir tehdit mi oluşturuyor, bağımlı mı; yoksa tehlikeli madde mi? Yolun üstündeki bir böcek gibi, sizi ezip basıp geçiverecek mi?
“Yarınları inşâ edecek gençlik” ezberindeki, hayalindeki bolca yeis ve kırıklık.
Bizler de, belli bir yaşın üstündekiler de; ne anlam taşıyoruz onlarca, bilemiyoruz.
Aksakallar, sevimli, ihtiyar delikanlılar; genellikle bir hürmet ifade ederdi önceden.
Şimdi muhatabında, “Ben sizin bildiğiniz yaşlılardan değilim” duygusu mu uyandırıyor.
Ya konu komşu, akraba, yakın çevre… “Acaba, kafasında 40 Tilki mi dolaşıyor, o kirli sakallar neyi saklıyor” izlenimi mi veriyor.
Herkes maskeli midir acaba? Güne, âna, saate göre taktığı bir maske gardırobu mu vardır. Kullan at! Parala At! Süslen sat!
Düğün paraları, çeyizler biriktirilirdi evvelce. Bir safiyetle, evlenilecek erkek, kız merak edilirdi. Titizlenilmiş ömrün, bir dönüm noktasıydı.
Her iki cinse de güzellik, kutsiyet, ehemmiyetli bir mânâ yüklenirdi.
Tahammül, sabır, rıza, anlayış, saygı vardı. Bugün çiftler daha donanımlı, vasıflı gözüküyor. Fakat evlilikler kısa sürede harabeye dönüyor.
Birikim, hayatı(nı) düzenlemeye, onarıp, çekip çevirmeye yetmiyor. Ve insanlar daha mutsuz, bomboş, nafile yere ömür çürütüyor.
Öğretmenler mektepler; tepetaklak olmuş, bildik yerinde değil.
Talebelerin eti de kemiği de; kan emici, kalleş zamanların.
Saygın din adamları, hocalar bulunurdu eskiden. Huzurla, içiniz ferah, çocukları, istidatlı gençleri teslim ettiğiniz…
Şimdi din konusunda, kendi içimizde bile bir bütünlüğe ulaşamıyoruz.
İnancın değil, otoritenin, egemenin yanında duran temsilcileriyle; öz şahsiyetini nakzeden, hiçe sayan, nice çelişkili hükümler, fikirler serdeden sahipleriyle, bir düşünce hercümerciyle; itikatlar, gönül haneleri ve ulvî davalar sarsılıyor.
İnsan, yüklendiği “emanete”, değerlere, baş üstündeki mefhumlara ihanet ediyor.
Akıl ve ruh nimetine, Mukaddes Elçilere, rehberlere rağmen tabiata, fıtrata düşmanlık ediyor.
İlâhi Emirleri çiğneyen; cehaleti, zulmü, şerri yücelten bizler. Yüzsüz, gözsüz, nankör faniler.
En sevdiğimiz oyun: “İblis, Elim sende!”
Yüreğim sende şeytancık, yarışçınım takipçiyim(!) bendenim de.
Maskeler inip çıkıyor, renkleniyor.
Yeryüzü biraz daha karışıp, bulanıp kararıyor.
Necis, süflî bir dünya meydanında; üstelik insanlarca üretildiği iddiaları yanında, virüsler de çaresiz ve temiz(!) kalıyor.
Maske tak Korona!
Saklan gizlen Korona!
Korun bizden Korona!