Alın size haber: “Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Görmez, 22 bin kişi üzerinde yapılan bir araştırmada, yüzde 20'lik bir kesimin Kur'an-ı Kerimi hayatta eline dahi almadığının ortaya çıktığını açıkladı.”
Devir Kur’anı değil, İncil’i(Ötekini) bilme, anlama, yükseltme devriydi çünkü. Batı kültürü bütün cephelerden kayıtsız şartsız üste çıkartılırken, söyleyeceği sözü yitirmiş, güçsüz bir Kitap imajı meydana getirmekti zaten murat edilen.
Etrafındaki sorgulamalar, hadisler çevresindeki dalgalandırmalar, hatta kimi feministlerin “Kadın bakış açısıyla Kur’an’ı değerlendirme yolundaki teşebbüsleri; Kutsalı didik didik etme, İslamiyet’le Hıristiyanlığı eşitleme, İslam’ın üstünlüğü davasından vazgeçip, “daha kuşatıcı Avrupa değerleri şemsiyesinde” birleşme, mutlak kıymet olarak Batı’yı kutsama, birleme çalışmaları…
Sırf Gazalileri, Hz. Ebu Hanifeleri değil, çatır çatır Hz. Peygamber’i tartışıyor, “Batıcıl hak hukuk, özgürlükler adına” eleştiriyorduk. O’na ve yolun büyüklerine olan sevgi aşırılıktı “putlaştırmaydı”, İslâm’da yeri yoktu. Fakat uyuşturucu kullanan Tarkan veya benzeri sanatçı taifesi, mâkûlesi için, muhabbetle yollara dizilebilir, kendimizi paralayabilir, istediğimiz kadar göklere çıkarabilirdik, müstahaktı.
Dini bu kadar çok sorgulama, -hâşâ- “insanı” fark etmesek de; Allah ve Sevgilisi üzerinde üstün(!) ve hâkim bir konuma getirdi.
Kuranı okumak yolundaki teşvikler, her eline alanın keyfince yorumlayacağı, uluorta söylemlerle dinin temel rükünlerinin yetkili-yetkisiz kişilerce oyuncak edilmesine bir imkân olarak anlaşıldı. Din adamlarının bir türlü üzerinde uzlaşma ve uyum sağlayamayan tefsirleri; temel noktalar üzerindeki yorum ve fikir karmaşası, şaibelere, Kur’an’ın insan kelâmı gibi bir indirgemeye tâbi tutulmasını sağladı.
Sürekli Batı’yı referans alma ve hedef gösterme, Kapitalizm güzellemesi; İslam’ın değil küresel egemenlerin ve dolayısıyla İncil’in/haçlının/dinsizliğin hesabına yazılacak hareketlerdendi.
Acaba izleyici rekorları kıran “zinalı” dizilerin bendeleri, eşcinselliği yücelten kitapların, hoşgörülü okur kitleleri, hep lâik, CHP zihniyetinden adamların arasından mı çıkıyordu. Başlıca Mevlâna’yı, tasavvufu anlatma kılavuzu bile, bazı kadın romancıların kitapları değil miydi? Kuranı, İslâm’ı anlatma vazifesi, ekranlarda -kıymetli bir insan olsalar da- “başörtüsüzlüğüne” özen gösterilerek, seçilmiş hanımlara verilmemiş miydi?
Çağdaşlıkla modernlikle hiçbir zaman çelişmeyecek, onaylanmış kişiler, görüntüler gözümüzün için sokulmuyor muydu?
Ruhuna mevlit okutulacak, Michael Jackson da kimdi? Ki bazıları mübarek(!) adına herhalde hoşgörüyle mevlit de yazardı. Mürşitlerimiz, âlimler ve rehberlerimiz değişmişti. Dinî kavramlar gülünçleştiriliyor, karikatürize edilip, bağlamından sökülüp atılıyordu.
Hangi Müslüman gazetenin kitap eklerinde geçenlerde ölen yazar Salinger’i görmek için, Amerikalara gidilip, evinin önünde nöbet tutulduğu ballandırılarak gururlanarak (Aman Allah’ım bu ne sevgi, bu ne ıstırap) anlatılıyordu.
Hangi büyük partimizin ileri gelenlerinden olan başörtülü kadın yazar; edebiyat söyleşilerini topladığı kitabına, Peygamberimize hakaretten hakkında dava açılmış erkek romancıyı, cömertlikle buyur ediyordu. O kadar kıymetli edebiyatçı, kitabında şu ya da bu sebeple yoktu. Almasa ne kaybederdi; üzerinde mensubiyetinin, Peygamberinin o kadarcık da mı hakkı yoktu.
Batıla bir mesafe, Allah Peygamber düşmanlarına karşı bir tavır gerekmez miydi? Dostlarıyla nasıl eş tutulabilirdi? Edebiyat kıymetlerinden öte değerler de bulunmaz mıydı? Yüceltilen, yıldızlaştırılıp biricikleştirilen neydi?
Bütün bunlar artık “vazgeçtiklerimiz, görmek istemediklerimizi, bambaşka vurguları, salt dünyevî tercihleri, başka ufukları, alacakaranlık bir dünyayı işaretlemiyor muydu? Geleneksel değerlerin gizli-aşikâr tasfiyesini; uhrevîliği, mânâyı hayatımızdan uzaklaştırdığımızın göstergelerini; Kur’an ruhundan ayrılığımızın delillerini belirtmiyor muydu?
Dışarıda suratımıza tükürülse de, “0 sorunlu” politik atraksiyonlar yüzünden tıpış tıpış geri dönüşler, ricat hezimet manzarası; bir tarafta gürlerken, diğer yandan el altından yapılan zeval anlaşmaları, politika için her aracı mubah sayma gibi makyavelist yaklaşımlar; yeter ki Amerikan malı olsun, elin aşüftesini, paha biçilmez(! aktörleri “rol modeli” diye, dindar kadınlarımıza halkımıza sunma girişimleri hangi çarpık zihni(yeti)n eseriydi. Kur’an ahlâkıyla bağdaşır işlerden miydi?
Kur’anı okumaya, anlamaya çalışsak hiç bu derekede olur, düşüncemiz yerlerde sürünür müydü? Böylesi savrulmaları, çığırından çıkmışlığı ve adeta çok kimlikli/çok ruhlu; hiç bir sabiteye, yerleşikliğe, kesinliğe ve değere sahip olmayan çıkmayan, sürekli kalıbını ruhunu değiştiren bir varlık olarak, halimizden memnun, sadece iktisadî durumdan şikâyetçi, esasen geleneksel değerlerimizle dalga geçerek yaşar mıydık?
Kutsal Kitabı değil, benliğimizi okuyorduk. Bireyci(li)ğimiz, tüm dünyaya meydan okuyordu.
Salinger’in, William Faulkner’ın, Marilyn Monroe’nin ruhuna El Fatiha! Allah şefaatlerinden mahrum etmesindi!
Devir Kur’anı değil, İncil’i(Ötekini) bilme, anlama, yükseltme devriydi çünkü. Batı kültürü bütün cephelerden kayıtsız şartsız üste çıkartılırken, söyleyeceği sözü yitirmiş, güçsüz bir Kitap imajı meydana getirmekti zaten murat edilen.
Etrafındaki sorgulamalar, hadisler çevresindeki dalgalandırmalar, hatta kimi feministlerin “Kadın bakış açısıyla Kur’an’ı değerlendirme yolundaki teşebbüsleri; Kutsalı didik didik etme, İslamiyet’le Hıristiyanlığı eşitleme, İslam’ın üstünlüğü davasından vazgeçip, “daha kuşatıcı Avrupa değerleri şemsiyesinde” birleşme, mutlak kıymet olarak Batı’yı kutsama, birleme çalışmaları…
Sırf Gazalileri, Hz. Ebu Hanifeleri değil, çatır çatır Hz. Peygamber’i tartışıyor, “Batıcıl hak hukuk, özgürlükler adına” eleştiriyorduk. O’na ve yolun büyüklerine olan sevgi aşırılıktı “putlaştırmaydı”, İslâm’da yeri yoktu. Fakat uyuşturucu kullanan Tarkan veya benzeri sanatçı taifesi, mâkûlesi için, muhabbetle yollara dizilebilir, kendimizi paralayabilir, istediğimiz kadar göklere çıkarabilirdik, müstahaktı.
Dini bu kadar çok sorgulama, -hâşâ- “insanı” fark etmesek de; Allah ve Sevgilisi üzerinde üstün(!) ve hâkim bir konuma getirdi.
Kuranı okumak yolundaki teşvikler, her eline alanın keyfince yorumlayacağı, uluorta söylemlerle dinin temel rükünlerinin yetkili-yetkisiz kişilerce oyuncak edilmesine bir imkân olarak anlaşıldı. Din adamlarının bir türlü üzerinde uzlaşma ve uyum sağlayamayan tefsirleri; temel noktalar üzerindeki yorum ve fikir karmaşası, şaibelere, Kur’an’ın insan kelâmı gibi bir indirgemeye tâbi tutulmasını sağladı.
Sürekli Batı’yı referans alma ve hedef gösterme, Kapitalizm güzellemesi; İslam’ın değil küresel egemenlerin ve dolayısıyla İncil’in/haçlının/dinsizliğin hesabına yazılacak hareketlerdendi.
Acaba izleyici rekorları kıran “zinalı” dizilerin bendeleri, eşcinselliği yücelten kitapların, hoşgörülü okur kitleleri, hep lâik, CHP zihniyetinden adamların arasından mı çıkıyordu. Başlıca Mevlâna’yı, tasavvufu anlatma kılavuzu bile, bazı kadın romancıların kitapları değil miydi? Kuranı, İslâm’ı anlatma vazifesi, ekranlarda -kıymetli bir insan olsalar da- “başörtüsüzlüğüne” özen gösterilerek, seçilmiş hanımlara verilmemiş miydi?
Çağdaşlıkla modernlikle hiçbir zaman çelişmeyecek, onaylanmış kişiler, görüntüler gözümüzün için sokulmuyor muydu?
Ruhuna mevlit okutulacak, Michael Jackson da kimdi? Ki bazıları mübarek(!) adına herhalde hoşgörüyle mevlit de yazardı. Mürşitlerimiz, âlimler ve rehberlerimiz değişmişti. Dinî kavramlar gülünçleştiriliyor, karikatürize edilip, bağlamından sökülüp atılıyordu.
Hangi Müslüman gazetenin kitap eklerinde geçenlerde ölen yazar Salinger’i görmek için, Amerikalara gidilip, evinin önünde nöbet tutulduğu ballandırılarak gururlanarak (Aman Allah’ım bu ne sevgi, bu ne ıstırap) anlatılıyordu.
Hangi büyük partimizin ileri gelenlerinden olan başörtülü kadın yazar; edebiyat söyleşilerini topladığı kitabına, Peygamberimize hakaretten hakkında dava açılmış erkek romancıyı, cömertlikle buyur ediyordu. O kadar kıymetli edebiyatçı, kitabında şu ya da bu sebeple yoktu. Almasa ne kaybederdi; üzerinde mensubiyetinin, Peygamberinin o kadarcık da mı hakkı yoktu.
Batıla bir mesafe, Allah Peygamber düşmanlarına karşı bir tavır gerekmez miydi? Dostlarıyla nasıl eş tutulabilirdi? Edebiyat kıymetlerinden öte değerler de bulunmaz mıydı? Yüceltilen, yıldızlaştırılıp biricikleştirilen neydi?
Bütün bunlar artık “vazgeçtiklerimiz, görmek istemediklerimizi, bambaşka vurguları, salt dünyevî tercihleri, başka ufukları, alacakaranlık bir dünyayı işaretlemiyor muydu? Geleneksel değerlerin gizli-aşikâr tasfiyesini; uhrevîliği, mânâyı hayatımızdan uzaklaştırdığımızın göstergelerini; Kur’an ruhundan ayrılığımızın delillerini belirtmiyor muydu?
Dışarıda suratımıza tükürülse de, “0 sorunlu” politik atraksiyonlar yüzünden tıpış tıpış geri dönüşler, ricat hezimet manzarası; bir tarafta gürlerken, diğer yandan el altından yapılan zeval anlaşmaları, politika için her aracı mubah sayma gibi makyavelist yaklaşımlar; yeter ki Amerikan malı olsun, elin aşüftesini, paha biçilmez(! aktörleri “rol modeli” diye, dindar kadınlarımıza halkımıza sunma girişimleri hangi çarpık zihni(yeti)n eseriydi. Kur’an ahlâkıyla bağdaşır işlerden miydi?
Kur’anı okumaya, anlamaya çalışsak hiç bu derekede olur, düşüncemiz yerlerde sürünür müydü? Böylesi savrulmaları, çığırından çıkmışlığı ve adeta çok kimlikli/çok ruhlu; hiç bir sabiteye, yerleşikliğe, kesinliğe ve değere sahip olmayan çıkmayan, sürekli kalıbını ruhunu değiştiren bir varlık olarak, halimizden memnun, sadece iktisadî durumdan şikâyetçi, esasen geleneksel değerlerimizle dalga geçerek yaşar mıydık?
Kutsal Kitabı değil, benliğimizi okuyorduk. Bireyci(li)ğimiz, tüm dünyaya meydan okuyordu.
Salinger’in, William Faulkner’ın, Marilyn Monroe’nin ruhuna El Fatiha! Allah şefaatlerinden mahrum etmesindi!