Son haftanın en etkileyici, muhtevalı programlarından biri de Türk Ocakları Konya Şubesi’nin tertiplediği “Millî Uyanış Konferansı” oldu. 8 Haziran Cumartesi günü, saat 14.00’de Konya Ticaret Odası Konferans Salonu’ndaki programda, Türk Siyasî hayatının unutulmaz simalarından Sayın Sadi Somuncuoğlu ve DTCF Öğr. Üyesi Sayın Prof. Dr. Nurullah Çetin’i dinledik.
Açılış konuşmasını Başkan Sayın Dr. Vedat Erden’in yaptığı programda, ilk konuşmacı olan Sadi Somuncuoğlu; başlangıcını 300 aydının oluşturduğu, daha sonra çığ gibi büyüyen bir hareketin temsilcilerindendi. “Türk Milletine Çağrı” başlıklı bildiriye imza atmıştı. Bize öncelikle bildirinin üç maddesini açtı.
“Parti meselesi değil; biz millet, devlet, vatan davası için yollara düştük” diyen Sadi Somuncuoğlu “Anayasadan Türk adının çıkartılmaya çalışılmasının” bir kimliksizleştirip, adsızlaştırma, indirgeme ve sürüleştirme sürecinin önemli adımlarından teki olduğunu anlattı. Her cihetten bir saldırı politikasından örnekler sundu.
“Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamazdı.”
“Millî Devlet yapısı ortadan kaldırılamazdı.” Egemenlik namus gibiydi, ortağı bulunmazdı. Ve hiçbir parti, sırf çoğunluğa sahip diye egemenliği halkın elinden alamazdı.
36 etnik guruplu, çok ortaklı devlet açılımı, milletin içinden millet çıkarma; dağılmanın, iç savaşın başlangıcı ve Türk Devleti’nin sonu demekti. Ve esasen bu projeleri yapan batılılardı.
Özellikle Büyük Ortadoğu Projesi'nin altını çizen Devlet Eski Bakanı Somuncuoğlu, bize yeni Haçlı tanımını da yaptı. Müslüman Türk’e karşı her sahada işbirliği yapanlar modern zamanlara göre strateji değiştirenlerdi Haçlılar. Etnik gurupları kışkırtmak, iç dinamikleri birbiriyle çatıştırmak, yeni taktiklerdendi ve kendi “beyaz” kanları dökülmemeliydi.
Çok önemli meselelerden bahseden konuşmacı, PKK’nın özellikle 2004’den sonraki önünün açılması ve tırmanışından, İmralı Mutabakatı, Açılım Süreci, “büyüme, barış, demokrasi yutturmacası”, dış politika tökezlemeleri mesela Suriye meselesi gibi Türkiye’nin önemli dertlerine, siyasî krizlerine değindi.
Eski-yeni devlet adamı davranışlarından örnekler öne süren, dıştan verilen görevleri “ev ödevi” olarak memnuniyetle kabul edip, “dış ses” dinlemeye hasretli tepedekilerden söz etti.
Bir milletin istikbali, istiklâli, bekası söz konusuydu ve herkesin sorumluluğu, her ferde düşen vazifeler vardı. Herhalde şikâyet dönemini de geçmiştik. Şimdi meşru bir zeminde eylem, hizmet zamanıydı.
İkinci konuşmacı; Sayın Nurullah Çetin’di.
“Batı Emperyalizminin dayattığı projeleri uyguluyoruz.” diyen Nurullah Hoca, modern zamanların toplum mühendisliğinin artık “ikna yoluyla” olduğunu, İslâmiyet, Türklük gibi temel değerlerimizin itibarsızlaştırılması, değersizleştirilmesi yöntemiyle bir değişim-dönüşüm sürecinin başlatıldığına temas etti. Tarihî bir miras ve hafıza yok ediliyordu.
Konuyla ilgili, bir arka plana işaret eden ve edebî örneklerle bezediği konuşmasında; Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanında geçen, anahtar ve sembolik bir hakikate tekabül eden “mankurtlaşma” kavramı üzerinde durdu. Ki birinci, aslî problemimizdi. Mankurtluk, “baştan” köleliği ve bir bakıma “Efendilerin” çokluğunu kabullenmekti.
Mankurtlaşma, yerli işbirlikçilerin artmasını da sağlayacak ve emperyalistlerin emellerinin uygulanmasını çabuklaştıracaktı.
“Avcı Kekliği” yöntemi, mankurtlaşmanın bir diğer yoluydu.
“Büyük Türk Padişahı Yavuz Sultan Selim Han, bir gün tebdil-i kıyafetle Kuşlar Çarşısı’nı ziyaret eder. Dolaşırken, kekliklerin satıldığı yerde, özel fiyatla satılan, pahalı bir keklik görür. Diğer kekliklerle olan, aradaki fiyat farkının nedenini merak eder.
Satıcı, şöyle bir açıklama getirir: “Bu keklik özel eğitimlidir. Hem çok güzel ötüyor, hem de bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa etrafına doluşuyor. Avcıların yakalaması böylece kolaylaşıyor”.
Satıcının açıklaması üzerine Sultan kekliği fazla fiyatla alır ama hemen de kafasını koparır. Sebebini “Bu kendi soyuna, milletine ihanet eden bir kekliktir. Bundan hayır gelmez.” diyerek cevaplar. Avcı keklikleri, ayartılmış mankurtlar gitgide çoğalmaktadır.
Haricî unsurların, millî kimliği ve Türk kültürünü yok etme politikalarını; aynı tahribat, yıkım ve kıyım sürecinin özellikle Tanzimat’tan sonra Osmanlı Devleti üzerinde de işletildiğini; dünya vatandaşlığı, hümanizm, komünizm, en son küreselleşme marifetiyle yok oluş planlarının devam ettiğini belirten Prof. Dr. Nurullah Çetin, konferansta çoğumuzun bildiği bir romandan söz etti.
Bu Daniel Defoe’nin İngiliz sömürgeciliğine de gönderme yapan ve onaylayan, meşhur Robinson Crusoe romanıydı. İsmi değiştirilip, Hıristiyanlaştırılan siyah adam “Cuma”, adanın mutlak hâkimi olarak “Efendisini” tanıyordu. Kendi öz değerlerinden habersizdi. Roman, Batı zihniyetinin ipuçlarını ele veriyordu.
“Türk devletini yıkmak, küçük devletçiklere ayırmak, Hıristiyanlığı yaymak gibi hedeflere sahip olduğunu, kurucusu Hamlin’in ağzından itiraf eden Robert Kolej gibi, mankurtlaş(tır)ma yuvası, yabancı okulların asıl amacını da anlatan Sayın Çetin, Mehmet Akif’ten ve çarpık bir anlayışla dile getirilen günümüzün yeni Necip Fazıl’ından bahsetti.
Mehmet Âkif, Ordunun Duası adlı şiirinde: “Türk eriyiz silsilemiz kahraman /
Müslüman’ız Hakk'a tapan Müslüman” diyordu. Âkif, İslâm milliyetçiliği yapmış, ama İslâm kavimleri içinde Türk ırkının kahramanlığını vurgulaması onu gururlandırmış; kökeni, ırkı ne olursa olsun bu vatanda yaşayan herkesi Türk milleti şemsiyesi altında değerlendirmişti.”
Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su ise, Türkiye’nin merkezde olduğu bir projeydi ve elbette Büyük Ortadoğu Projesiyle taban tabana zıttı.
Konuşmasında misyonerlik ve Ilımlı İslâm akımının tehlikelerine de yer veren Nurullah Hoca, Mete Han, 2. Abdülhamid gibi şahsiyetlerin vatan ve yönetim anlayışlarından misaller getirdi.
Sonuçta; biri devlet adamı, diğeri soylu aydın iki onurlu portre bizi hem umutlandırdı, hem de yeni ufuklar açtı. Şükranlarımızla.