Algılarımız, kalbimiz öylesine ters yüz edilip çevrildi ki, mevcut gelişmelere anlam vermekte güçlük çekiliyor. Herhalde tam bir akıl tutulması yaşıyoruz.
Makineler, şeyler; insan gerçeğini alt etti nice zamandır, ruhumuzu emdiler. Bizi aşan ülkülerimiz, sevgilerimiz olmayınca, sezgiler hisler körelince ya da karmakarışık, umutsuz daldan dala konunca artık hayvanlar da değil, kalbimizdeki en görkemli yeri makineler alabiliyor.
Kusursuz, mükemmel olan makinedir, insan değil. Manevî değerler manasızlaşınca, insan(lık) da ezilmiştir. Kutsalın üstünlüğü kalkınca, robotların, makinelerin “Efendileşmesi” ne acıdır.
Robotlar, sanal varlıklar, yapay kahramanlar, nesneler herhalde insanlıktan ümidi kesmişizdir ki nicedir; türümüzden sıcak(!), cana yakın, sevimli geliyor, boşlukları dolduruyor; sevgi, arkadaş, aile gibi kavramların boyutlarını, yüklendiklerini değiştiriyor.
İnsanların cep telefonlarıyla bir tür aşk ilişkisi yaşadığına dâir, araştırma sonuçlarını okumuştuk geçenlerde.
Yine Amerika’da yapılmış, bir doktora çalışmasından benzeri ürkütücü sonuçlar geldi. Düşündürücü bir haber:
“Julie Carpenter’in araştırmasına göre, özellikle mayın tarama robotları ile onları yönlendiren operatörlerin arasında şaşırtıcı derecede kuvvetli bir duygusal bağ kurulmuş. Mesela orduda yaptığı görev sırasında isabet alarak kullanılamaz hale gelen mayın tarama robotuna cenaze töreni yapılmış. Emektar robot, gazilere ya da ordu görevi esnasında hayatına kaybedenlere verilen Mor Kalp ve savaşlarda üstün başarı gösterenlere verilen Bronz Yıldız madalyası ile ödüllendirilmiş. Robotun cenaze töreninde 21 pare tüfek atışı yapılmış ve bir kahraman gibi uğurlanmış.” (Basından)
İnanılmaz değil mi, nasıl bir duygudur, zihindir bu? İnsanları fütursuzca öldürenlerin hatta bununla övünenlerin, makineleri için gözyaşı dökmeleri neyle izah edilir bilemiyorum. Mesela katilin bıçağına, cinayet silahına sevdalanması türünden bir cinnet mi; belki bir ululama, tapınma.
Kurulan bağ, makineyle, eşyayla ilişkiler dehşet verici. Kim anne, baba, eş, vatan, din gibi kutsalların, kavramların yerini tutabilir alabilir derdik. Bırakalım denkliği, üste çıkma söz konusu.
Makinelerin insan üzerindeki hâkimiyeti ve yönetimi. Gerçek kahramanlara, insaniyete yüz çevirenlerin geldiği yer. Hapsolunan çerçeve, başını ve ruhunu makineye gömmek esef verici.
Süratle ve kirle yoğrulmuş hayat içinde herhalde makineleşiyor robotlaşıyoruz; pusulamız ve kalp yolları değişiyor.
Ve içimizdeki o pas tutmuş organ, bambaşka bir biçimde işleyip, hevesini haykırıyor:
“Makinalaşmak. Trrrrum, trrrum, trrrum! trak tiki tak!”
Sen yine makineye, eşyaya takıl, bak. Evlerimizde başköşede. Dokunulmaz, vazgeçilmez, eski modeli bile olmaz, aksi bir ihtimal düşünülemez.
Hadise, normal kullanım ölçülerini aşmış. Tersi değil, “makine için insan” gibiyiz. Emrindeyiz.
Onlarsız hayat durur, yaşam sona erer, modern cennetler inşâ edilmez, sevdalar soluksuz kalır, insanlar, itibarsız, yararsız ve anlamsız…
Samiriler, Altın Buzağılar çok mu gerilerde kaldı sanıyorsunuz.
Doğrusu bunca ilgiye, muhabbete mazhar olan eşyanın, doğal sevgi gösterilerini çok merak ediyorum.