Bugünkü şehirlerimize baktığımızda ilk kurulma aşamasında odak noktanın cami olduğunu görürüz. Cami şehrin en önemli yapı taşıdır. Bir odak noktası, toplanma mekânı, iletişimin sağlandığı ve sosyalleşmenin olduğu mekandır. Hangi şehre bakarsak bakalım merkezi tayin etmede Ulu Cami, Merkez Cami gibi camilerin bu görevi üstlendiğini görürüz. Bir şehir kurmanın cami inşa etmek ile eş değer olduğunu söylemek mümkündür.
Ramazan’ın sonuna gelirken caminin güzelliklerinden biri olan aynı zamanda şehre kimlik katan bir geleneği hatırlatmak istiyorum. Arapça ’da geceyi ihya etmek manasına gelen “mahya” geleneği. Araştırmacı Mehmet Halit Bayrı mahyayı anlatıyor; “Mahya kurulması için her yıl Ramazan’dan on, on beş gün önce iki minare arasına kalın bir halat gerilir, bunun üzerine şimşirden halkalar geçirilir. Bu gergin halatın altında iki halat daha bulunur ki bunlara yedek halat derler. Yedek ipler gergin tutulmaz ve uçları bir kancada birleştirilerek bu kanca asıl halatın üstündeki şimşir halkalardan en öndekine bağlanır, bu suretle yedek iple çekildiği zaman halkanın ileriye doğru hareketi temin edilir. Bu ilk hazırlık tamamlanınca mahyacı kurulacak mahyanın yazısını, üzeri çizgilerle murabbalara (kare kutulara) ayrılmış bir kâğıda yazar, yazıya göre murabbalardan faydalanarak kandillerin yerini tayin eder. Bu hesaptan sonra ayrı ayrı iplere kandiller dizilir ve bunlarla harfler teşkil edilerek gergin halat üstündeki yedek iplerin de yardımıyla mahya kurulur.” Bu açıdan bakıldığında mahya, birçok ince hesabı gerektiren muazzam bir gelenektir. Aslında mahyayı dini bir gelenekten çok bir şehir tasavvuru olarak görmek de yanlış olmaz. Geceyi ihya etmenin yanında şehri ihya ettiğini de söyleyebiliriz.
Dışardan bakıldığı zaman iki minare arasında ışıklandırma gibi gözükse de pek çok farklı amaçla kullanılmıştır. Yapılan bir röportajda mesleğin son ustası Mahyacı Kahraman Yıldız şöyle söylüyor: “Osmanlı Döneminde insanlar camilerin orada birikip mahya izlermiş. Sinemanın, gazetenin, televizyonun olmadığı dönemlerde tek görsel yayın mahyalar olmuş.” Bu açıdan bakıldığında mahya, iletişimin sağlandığı bir araca dönüşmüştür. Ahmet Kutsi Tecer ise mahya hakkında şöyle söylemiştir; “Işığı hem bir neşe ve sevinç kaynağı hem bir eğitim vasıtası gibi kullanmakta Osmanlı Türkleri zamanlarının imkanlarına ve çağdaş Avrupalılara nazaran çok ileriye gitmişler. Mahya zamanına göre teknik ve şehircilik yönünden olduğu kadar cemiyet ve eğitim yönünden de mühim bir adımdır.”
Konya Selimiye Camii 1970 (Şeb-i Arus)
Günümüze geldiğimizde bu geleneğin değerini yitirdiğini görüyoruz. Belki tüm şehirlerin aynılaşmasının bir sonucudur. Oysaki geleneklerde kesret içinde vahdet anlayışı gözetilmekteydi. Bu anlayışının kaybolması, teknolojinin her alana el atmasıyla bugün mahyalar elektrikle kurulmaktadır. Bu noktada rahata kaçmaktan da bahsetmek mümkün. Böyle olunca mahya geleneğinin önemli olduğunu anlamak da zorlaşıyor. Mahyacı Kahraman Yıldız; “Elektronik yazılan o yazılara mahya diyemeyiz. Mahya camileri güzelleştirmek içindir. Oysa elektronik yazılar yalnızca ışık ve görüntü kirliliğine yol açar.” diyerek aslında durumu özetlemektedir. Sonuçta gördüğümüz ledler ha iki minare arasında ha bir lokantacıda, dönercide, dövizcide asılı.
Her şeyi kolaylaştırmaya çalışmak zaten içi boşaltılmış bir güzellik algısı bırakmıyor mu?
Fatiha Nur Terlemez
Şehir Plancısı