Bu hafta, birkaç sene önce başımdan geçen bir olayı anlatacağım size. Tabii, yorumsuz kalamadan…
Şöyle ki:Bundan birkaç yıl önce ama tam olarak bu aylarda vuku bulmuş olacak ki, bir kış akşamıydı yine. Fazla ileri olmayan ama havanın çoktan kararmış olduğu o uzun kış akşamlarının ilk saatlerinde… Bir sebepten ve bir şekilde, cadde üzerine yakın ama ara dükkanların birinde yalnız başıma ve pek savunmasız bir halde bulunuyorken ben… Gençten ve gürbüz bir adam, bir hışımla, soluk soluğa kapıdan içeriye aniden dalıverdi. Bu ani girişi için özür dilemeyi de bildi. Demek ki görgülü ve kibardı. “Pardon” dedi.
**
“Ben x iş yerinden bir çalışanım ve elimde bu orijinal ve ithal parfümler var. Birkaç saat sonra İstanbul semalarında olacağım ama bu parfümleri gümrükten içeriye sokmadılar. Yasakmış. Atmaya da içim el vermiyor en ucuzu 200 lira civarında olan bu ürünleri. Çeyrek fiyatına da olsa, bunların hepsini hemen şimdi bu akşam satıp bitirmek istiyorum, onları çöpe atmak yerine. Çok çabuk olmam lazım tabii. Az sonra hava alanında olmam gerekli. Malum, 3 saat sonra uçağım kalkacak. Yol da uzak buradan ta hava limanına kadar şimdi…” bunları söylerken, hemen hemen her bir cümlenin arasına “yanlış anlamayın” ve “ben dolandırıcı değilim” leri, bol keseden serpiştirdi, tabii. Öyle ki, onun ve bu cümlelerini karşısında pek mahcup olup, “yok canım, estağfirullah” deyip deyip durdum.
**
Tam da istediği gibi yani. Kıvama gelmiştim. Çoktan inanmış, kibarlığı ve telaşı karşısında ezilmiş, yani, bir nevi hipnotize olmuştum. ‘yanlış anlamayın’ ve benzeri cümleleriyle henüz olmayan ama olası suçlamalara karşı kendini devamlı savunuyordu. Atılmamış adımlarımın önüne taş koyuyordu ki, dolandırıcı olduğu fikri, aklımın yakınlarından bile geçemesin. Bunu anladığımda, geç olmuştu. Sonradan kanaat getirdim ki, o bir profesyoneldi. Tavına getirip dövdüğü, af buyurun ama parasını tokatladığı ilk kişi de ben olmayacaktım.
**
Uzatmayayım, hem zaten anladınız ki, ayağıma gelen bu şansı elbette tepmedim. Orjinalinin çeyrek fiyatına ama aslında gerçek ederinin kat be kat pahalısına denk gelen bu uyduruk ve kokulu sulardan, satın aldım. Hem de birkaç tanesini aldım. Ne de akıllıca bir alışverişti bu! Normalde 4x lira ödemek yerine, şimdi yalnızca x lira ödemiştim. Hem bu kibar ve zor durumda kalmış adama iyiliğim de dokunmuştu. Az sonra havaalanında gümrükten geçiremeyeceği ve çöpe atacağı bu pek değerli parfümlerini, bu hüzünlü akıbetten kurtarmıştım. Yolcunun duasını alacaktım yani, o derece!
Adam çıkıp gittikten az sonra, durumu aydım.
**
Satın almadan önce kokuları kutularından çıkartıp onlara bakamıyor ve onları sıkıp koklayamıyordum. Ne de olsa orjinallerdi ve onları eğer ben almazsam, yarım saat içinde bir başkasına satabilirdi. Açık kutu istemezlerdi. Mantıklıydı. Oysa artık bu parfümler benim olmuştu ve hepsini istediğim gibi sıkabilirdim. Bir de ne görsem beğenirsiniz! Şişelerin içinde, renkli ve hoş kokulu sulardan başka bir şey yoktu! Adam arkamdan bayağı bir gülmüştür herhalde…
Aptal mıydım?
**
Bilmem. En azından, hipnotize olmuştum. Nasıl m? Cümlelerin arasına serpiştirilen o ‘yanlış anlamayın’lar ve ‘ben dolandırıcı değilim’lerle. Mağdur edebiyatı derler ya… Her türlüsü, her zaman mı işe yarar, bu meretin? Atılmamış adımlarımın önüne taş koyup, aklımı ve adımlarımı çelmişti bu adam. Dedim ya… durduk yere kendini devamlı savunuyor ve henüz olmayan hayali suçlamaları reddediyordu. “yok canım estağfirullah” demekten, durumu analiz etmeye pek fazla vakti ve fırsatı kalmıyordu insanın. Sonuç olarak diyeceğim şu ki, mağduriyet oyununu her zaman ağzımız açık bir şekilde, ama illa ki izliyoruz.
Bu arada, o hoş kokulu ve renkli suların hepsini lavaboya döktüm. Lavabo güzel koktu.