Nur-ı adn, Cihangir, Kızılkırlangıç, Alkavuklu, Feyz-i Süleymanî, Mahbûb, Dûşîze, Sîmendam, lâle-i Bedahşi, Kavs-ı Kuzah, Ferahbahş gibi insanı teshir eden isimlerle anılan lâle bizim millî çiçeğimiz olmuş, İstanbul’un yüce Fatihi Sultan Mehmet, bir şiirinde “dünya hayatının da lâle mevsimi gibi kısa ve geçici olduğunu, onun için zamanın iyi değerlendirilmesi gerektiğini” bir şiirinde şöyle dile getirmiştir:
Sâkıyâ mey sun ki bir dem lâlezar elden gider
İrişir fasl-ı hazan vakt-ı bahar elden gider
Bugün bile İstanbul’u dünyaya tanıtan reklâmlarda lâle figürü kullanılmaktadır. Yine memleket çapında oluşan lâle sevgisi ve muhabbeti de İstanbul’dan nüksetmiştir.
Lâle; millî bir çiçeğimiz olduğu gibi, ona dinî, kudsî ve ilâhî çiçeğimiz pâyesini de verenlerimiz vardır.
Lâle kelimesindeki harfler ile Allah ve Hilâl kelimesindeki harfler aynıdır. Sadece dizilişleri farklıdır.(2) Ebced hesabı denen, harflere rakamlar verilerek tarihler düşülen, kitabeler yazılan, edebi sanatların en güzelleri icra edilen anlayışa göre de her üçü, 66 rakamını verir. Hiçbir ilâve yapmadan aynı harflerle, Osmanlı nesli, Türk Milleti arasında muazzez ve mübarek olan üç isim yani “Allah-Hilâl-Lâle”de yazılabilir. Bir lâle soğanının tek sap ve tek lâle vermesini de, Allah’ın sıfatlarından olan vahdet yani tekliğin, birliğin tezahürü olarak değerlendirenler olmuştur.(3) Şairlerimiz bu husustaki derûnî duygularını beyitlerinde şöyle dile getirmişlerdir:
Subh-dem dönse n’ola mihr-i cemâle lâle
Oldu mazhar aded-i ism-i celâle lâle
Refî-i Kalâyî
Sultan III. Selim’in Tabiplerinden olan ve Lâle üzerine çok güzel bir kitabı bulanan Mehmet Aşkı Efendi de bu duruma dikkat çekmiş ve bir şiirinde bu gerçeği şöyle terennüm etmiştir:
Mazhar-ı ism-i Celâl olmasa âyâ lâle
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle
İzzet Ali Paşa’da bu gerçeği şöyle dile getirmiş:
Yokdur bu âb u tâb ne mihr u ne jâlede
Izhâr-ı kudret eylemiş Allah bu lâlede
Kısacası “Gülzar” isimli önceki bir makalemde ifade ettiğimi gibi; gül bize Peygamberimizi, Lâle de Rabbimizi ve şanlı bayrağımızdaki Hilâli hatırlatan, rengiyle, kokusuyla, görüntü ve güzelliğiyle, letâfet ve zarâfetiyle, naziklik ve saflığıyla bizlere ilham veren, Allah’ın kuvvetine, kudretine, azametine en büyük delil olan varlıklardır.
18 Asırda “Terbiye-i Riyâz u Ezhâr ve Tesmiye-i Hadâyik u Eşcâr” isimli, bugünkü park ve bahçeler müdürlüğünü andıran bir cemiyet bir akademi kurulmuştur. Bu cemiyetin başına da bir çiçek mütehassısı aynı zamanda Mesnevi Şârihi olan Sarı Abdullah Efendi getirilmiştir. Sultan 4. Mehmet devrinde de “Meclis-i Şükûfe” adı altında bir Çiçek Araştırma Enstitüsü kurulmuştur... Avrupa çiçeğin ne olduğunu bilmediği dönemlerde ecdadımız Enstitülerini, Akademilerini kurmuş bunun felsefesini yapmıştır.
Bugün lâle deyince akla Hollanda gelir ama Batı’ya lâleyi tanıtan bizim dedelerimizdir. 1988 tarihinde Hollanda’ya varıp rengârenk lâle tarlalarını görünce hayran kalmış, ama hiç kokusunun olmadığına şahit olunca hayret etmiştim. Hani Karacaoğlan der ya:
İndim seyreyledim Firengistanı
Elleri var bizim ele benzemez
Levin tutmuş goncaları açılmış
Gülleri var bizim güle benzemez
Halk ozanları halkın hislerini ve duygularını terennüm ederler, onların tercümanlığını yaparlar. Karacaoğlanımız da iki çiçeğe bu milletin ne kadar değer verdiğini yine şu dörtlüğüyle dile getirir:
Kaşların göz ile ediyor cengi
Şöyleşir yavrılar, koçyiğit dengi
Çiçekte, meyvada yoktur menendi
Lâleden kırmızı, gülden ziyade
Lâleyi Avrupa’ya götürüp tanıtan, 1554’lü yıllarda Kanuni döneminde Asitane (İstanbul) de Avusturya elçiliği yapan Busbecq dir.(4)
Sarık biçiminde, sarığın tülbendi gibi ince ve zarif anlamında Avrupa’da Tülbent, Tulipa, Tulipan, “Tulipa Turcarum” isimlerle yani Türk Lâlesi adıyla yayılmıştır. Max Kemmerich lâlenin ilk olarak Augsburg’lu bir tüccarın evinde 1559’da görüldüğünü kitabında kaydeder.(5)
Memleketimizde bu kadar fakir-fukara varken 20 gün ömrü olan bir çiçeğe bu kadar yatırım yapmak, para dökmek israf değimli? Sitemleri ile İstanbul ve Konya gibi şehirlerdeki lâlezarlar (lâle bahçeleri) için bazı tenkitler yapılmaktadır.
Her şeyin israfına ben de karşıyım ama insanın karnının doyması kadar, gözü ve gönlünün de doyması, ruhen itminan bulması, lâhutî zevklere dalması da bir ihtiyaçtır. Aşırıya kaçmamak üzere bunların olması gerekir. Hem de turistlere karşı bu millî ve mübarek çiçeğin gerçek sahibinin bizler olduğunu göstermemiz lâzımdır. Allah çalışanlardan sebep olanlardan razı olsun. Sadece lâle değil, Yeşil Türbeye yakışır yeşil bir Konya, ağaçlı, çiçekli bir Konya hususundaki çalışmalarından dolayı ilgilileri tebrik ediyorum, onlara teşekkür ediyorum.
----------------
1- Dr. Hasan Özönder, Lâle’nin Şanında-2 29 Nisan 2008, Merhaba Gazetesi.
2- Beşir Ayvazoğlu, Mostar Dergisi, Haziran 2005. Sayı 4, s. 7.
3- Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 27, s. 79.
4- Prof. Dr. Beynun Akyavaş, Sultanîyegâh İstanbul, T. D. V. Yayını Ankara 2001 s. 120-122.
5- Max Kemmerich. Avrupa Tarihinden Garip Vak’alar. Hazırlayan İsa Dedeoğlu. İstanbul 2001. s. 56.