Ey Alemlerin efendisi…(s.a.v)
Kalemlerin, sözlerin, yüreklerin ve insanlığın çürüdüğü bir cehaletin kuraklığının üstüne yağan yağmur tanesi…
Ey insanlıktan uzağa düşmüş ruhlarımızın üzerindeki nefis tozlarını, sözleriyle ve gözyaşlarıyla temizleyen…
Yeninden insanı ve insanlığı inşa eden Efendim…
Gözlerimiz seni arıyor, çürümüş özlerimiz, Müslüman’a yakışmayan özelliklerimizle, özlemlerimiz her dem daha çok büyüyor.
Bir rüya gördüm;
Nur’dandı.
Bir rüya gördüm;
İnsandandı, üzerinde bembeyaz bir insanlık vardı.
Bir rüya gördüm;
Senin ayak izlerinin tam tersine doğru yürüyordu insanlık.
Bir rüya gördüm; Olabildiğince salâvat, salât, selam gönderiyordu insanlar.
Gözler televizyonlarda, eller tesbihlerde, Kuranlar en güzel köşede, seccadeler işlenmiş en güzel motiflerle. Seni anmak adına fiiliyatı ve fikriyatı özdeşleşmeyen insan tipleri vardı. Zikir ediyordu diller,ama yürekte yoktu zikir. Fikri fakirdi insanlar, Kur’an okuyorlardı ama anlamıyorlardı. Yüzeyseldi her şey artık, kuran bile özünden değil “yüzünden” okunuyordu. Telefon direkleri vardı. Ceptelefonları şebekelerden ulaşan Smsler, ne Sıla-i Rahme uyuyordu, nede dostluğu anlatıyordu. Sevgiyi birkaç cümleye sığdırıyorlardı sözde.Oysa sevgi değil, gösterişti, bekleyenlere bakın bende Müslüman’ım gösterişinin, alfabetik söylemiydi.
O cümleler başka günlere uğramamış, boy boy jargonsuz şarbonlanmış dualarla geliyordu mesajlar, tebrikte bulunuyordu üstelik. Avucuna gül koysun melekler diyordu; fakat eller semada, gönüller esmada değildi. Yüreklerde idrak yok, akılda mahpus… Kalpse yıllardır tutsak, vicdanlarda.
Bir rüya gördüm; Melekler üzgündü. Tekraren edilen zikirler zikirmatiklerin bol haneli aritmetiğinde kayboluyordu. Yürekten doğmazsa sevgi olmazdı onun adı, biliyorduk.Günde binlerce çeşit lakırtı yaparken, eskimeyen yorulmayan diller, dakikalık zikirlerde boğazları kuruduğu için gül suyu şerbetleri devşiriyordu. Bardak bardak..
Hayatını anlatıyordu birileri minberlerden, tecvitli hediyeler vardı sunulan. Kutlu doğum yaftalı paketlerle pekte güzel süslenmişti. Mevaizlerden, minberlerden, halılardan kalkılıp yumuşak koltuklara geçilecekti sonra.
Hayatını anlatıyordu birileri televizyondan, çoğunluğu dinliyordu insanların; ama ne kadarı SENİ yaşıyordu.? Ne kadarı ruhunun derinliklerinde kaybolmuş inancın ellerinden tutup, şefkatle gözyaşlarının kundağına sarmalayabiliyordu. Sensizliğe sitem ve naat ederken. Sabahında koşa koşa krediye müracaat ediyordu bazıları.
Bir anlığına rehber görmediğimiz SEN bir hafta boyunca dilden dile konuşulacaksın Efendim(s.a.v) Bir haftalığına SEN konuşulacaktın şimdi her yerde.
Sofralara birer tabak da SENİN adına koyuyor bazıları başköşeye. Efendimiz buğday ekmeği yememiş hiç, sirke için ne kadar güzel katık dermiş diyor birisi, ardından tavuk buduna uzanıyor. Belki SENİN onuruna bir yoksulu doyuruyor bir zengin, sonra sen yokmuşçasına unutacak ihtiyaç sahibini merhamet yoksunu insanlar.
Birileri güller dağıtıyordu, onlarca yetimi doyurabileceği para ile.
Programlar yapılıyordu senin adına. Boy boy, kravatlı adamlar oturarak seni anıyordu…! Bir yerlerde Müslümanların üzerine bomba yağıyordu… Üşüyordu yetim bir çocuk bilinmedik bir yerde, sıcak salonlarda, konferanslar yapılıyor. Sonrasında eni anmış olmanın tatminliği ile, dağılıyordu insanlar. Gül desenli eşarplara paralar serpiştirmekle yetiniyordu çoğu kadınlar. “GÜL”sen demek doğru. Bir yetimin üşüyen sırtına ceket almayanlar. Bir öksüzü “GÜL” dürmeyenler, ne kadar “GÜL SUYU” sürünselerde, ne kadar iğrenç kokular taşıdıklarını bilmiyorlar.
Bir rüya gördüm; Siyerler dağıtılıyordu, SENİ kısmen anlatan; ama yaşanılmayan… Yaşamak için okunmayan... Ne çocuklara anlatılabiliyordu EN GÜZEL İNSAN, ne de tüm insanlığa…
ALLAH versin diyordu hasis bir el kendisine uzanan ele.
Bir tebessüm dahi etmiyordu işveren işçiye.
Bir rüya gördüm; Açlık ile nasiplenmiş Oruçlar tutuyordu bazıları. SENİN en güzel içecek olarak sütü seçtiğini anlatıyordu bir adam karısına, ardından da bağırıyordu. Dünyalık bir şey için onlarca çeşidin olduğu masadan. Böyle nimetlerle, başlardan çok göbeklerde anılıyordun SEN.
Bir rüya gördüm; Gece yarılarına kadar heba ediliyordu ömürler, İki rekâtlık vakit kalmıyordu dünyanın işinden, iki damla akmıyordu secdelerden seccadelere. Yumuşak yataklara boylu boyunca uzanıyordu bedenler.
Unutuluyordu Ebu Hureyre’nin elbisende uyuyakalan kedi…! Rahatsız olmasın diye kestiği elbisesi. Pencerelerden seyrediliyordu kuyruğu ardınca sallanan bir köpeğin midesi. Ardından taşlanıyordu bölünmesin diye keyifler.Hayvandan daha hayvandı, insan denen nesneler.
Çatısız insanlar akıllara gelmiyordu da SEN’li rüyalar geçiriliyordu yüreksiz iskeletlerde…!
Medeni hali belli olmayan bir insanlık zorla nikâhlanıyordu dünyaya… Gelin gibi süzülüyordu bir yöneticinin ağzından adalet.
Sözde senden bahsediyordu; cihattan, haktan, eşit yaşamdan… Elçi, rehber, âlemlere rahmet olarak gönderildiğini söylüyordu, başka âlemlere dalarak. Ardından da kürsüden iniyordu ve yakalanıveriyordu kursağından.
Bir rüya gördüm; gökyüzü daha çok yaşıyordu seni, rahmetine eş gözyaşları dökercesine ağlıyordu bulutlar. Kuşlar seherde, kuşluk anlarında daha bir şen ötüyorlardı. Rüzgârlar kokunu taşıyordu çiçeklere saba rüzgârlarından.
Güllerin boynuna birer damla yaş süzülüyordu hasretten. Çiğ tanesi diye geçip gidiyordu bazıları.
Gül’ün aşkını bilmeyenler süsü zannediyordu o yaşı. Yas’tan ağlıyordu oysa güller. Dikenlerin sevdası bile SANA iken, kokusunu senin aşk kokulu kalbinden alarak gül olan güller kanıyordu…
Sonra uyandım uykumdan, meğer SEN doğuyormuşsun EFENDİM…
Biz ölüyormuşuz.
Unutuyormuşuz her gün bir güneş gibi doğduğunu, sonra kokuşmuş insanlığımız boy atıyormuş, dile gelip KUTLUYORMUŞ bizi, bir haftalığına insan olduğumuz için…
SENİN kutlu bir ömür olduğunu unutup, kendimize KUTLU BİR ÖLÜM HAFTASI hediye ediyormuşuz…
Seni anlamayan, her yürek ölüdür… EFENDİM…!