Bu ülkenin insanları arasında yaşanan ve tarihsel kırılmadan bile daha büyük talihsizlik devlet eliyle uygulanan politikalar sonucunda oluşturulmuş olan kuşaklararası süreksizliktir.
Ekonomik, sosyal, kültürel ve belki de en önemlisi dini hayattaki bir önceki nesil ile bir sonraki nesil arasında oluşturulan kopukluk, bu süreksizliğin en çok görüldüğü alan olmuştur.
Her ne kadar yeni bir devlet, yeni bir rejim ve yeni bir hayat tarzına geçiş olduğu iddia edilmiş olsa da, 1930 ların Türkiye’sinde insanların bir önceki nesilden devraldıkları ekonomik ve sosyal hayatın çok değişmiş olmadığı görülürken, özelikle 1980 den sonraki nesillerin bir sonraki nesillerle olan ilişkileri tamamen farklılaşmıştır.
1980 yılına kadar Türkiye insanlara göre kendi kendine yeten ve gelişmekte olan bir ülke iken, 1980 askeri darbesi sonrasında özellikle ABD lilerin deyişiyle “bizim çocuklar” eliyle gerçekleştirilen değişimlerle Türkiye kendine yeten olmaktan çıkarılıp, okyanus ötelerinden gıda ithal eden bir ülke haline getirilmiştir.
Büyüklerimiz “Fıtrat değişmez” deseler de, insanın kişiliğinin yediklerinden etkilendiği açıktır.
Bunun içindir ki; pek çok insan tarafından ludwig feuerbach'ın sözü olarak bilinse de, aslında günümüzde jacob moleschott'a ait olduğu bilinen meşhur “İnsan yediği şeydir” sözü bu anlamda doğrudur.
1980 lere kadar ekonomi politikle çok da fazla ilgilenmeyen insanların, emperyalist batı kültürünü hayata hâkim kılan ekonomik politikalarla karşılaşması sonucunda, o zaman kadar oluşturulan politik birikimin teknolojik ve dijital dönüşüm adı altında bir politik müdahale alanı haline dönüştürülmesi nedeniyle düşünceleri tamamen değişmiştir.
Özellikle internet ve sosyal medyanın hayata hâkim kılınması ile toplumda başta eğitim ve kültür olmak üzere, sosyal ve siyasi hayattaki temsil, katılım ve demokratik müzakere dinamiklerinde başta sona bir değişim yaşanmış ve insanlar nazarındaki bir şeyin doğru, haklı ve meşru olma biçimlerinde önemli farklılaşmalar meydana getirilmiştir.
Daha doğrusu ekonomik politikaların sadece parasal kararlar olmadığı ve ekonomik tercihlerin yeni bir sosyal hayatı da dayatmak anlamına geldiğini bilen küreselciler, internet ve sosyal medya mimarisini bu düşünce doğrultusunda kurgulamış ve batı ülkelerinden başlamak üzere küresel anlamda uygulamışlardır.
Bu perspektiften bakıldığında çağdaş yaşam biçimleri olarak kabul edilen toplumlardaki insanlar için toplumsal ilişkilerin, ekonomik yapının ve kültürel değişimlerin altında yatan neden, iletişim teknolojisiyle maruz bırakıldıkları büyük bir tarihsel duraklamadır.
Önceki nesillerin eldekini kaybetmemek ve var olan ile yetinme duyguları ile gerçekleştirdikleri ekonomik faaliyetlerin yeni nesildeki tezahürleri başlangıçta “nasıl yeni gelir kaynakları bulur veya nasıl yeni müşteriler oluştururuz” soruları olmuş ama sonrasında, “işimizden olur ve yeni iş bulamayabilirsek” soruları arasında bocalamalara dönüşmüştür.
Çünkü önceki kuşaklar arasındaki birbirine destek olma düşüncesi, sonraki kuşaklarda birbirinin rızkına göz koymaya varan bir çekişmeye dönüştürülmüş durumdadır.
Türkiye gibi nüfusunun genç olmasıyla övünen ülkede kuşaklar arasındaki bu süreksizlik hali, görünüşte insanlara özellikle de genç nesle inanılmaz bir fırsat ve vizyon sunuyor gibi görünse de, ticari ve sosyal hayatın teknoloji kullanımındaki yoğunluğu nedeniyle dijitalleşmesi ile genç neslin inanç, duygu ve zeka sentezini kaybetmesine sebep olmuştur.
Aileleri ile arkadaşları arasında sıkışıp kalan genç nesle, toplumdaki eğitim ve ticari alanda örnek gösterilen kişiler tarafından “doğruları babalarından değil, ancak kendi yöntemleriyle bularak öğrenmeleri” gerektiğinin gerçek doğruymuş gibi dayatılıyor olması da, kuşaklar arasındaki süreksizliğin sürekli olmasını doğurmaktadır.
FARKINDA MIYIZ?
Dijital çağa uygun öğretim modeli adı altında elinin altındaki teknolojiyi tanımayan gençlere internet ve sosyal medyanın sonsuzluğunda yolunu bul ve doğru şeyler yap, yeni beceriler geliştir demek, cesaretin varsa her şeyi ve herkesi yok say ve sadece kendini düşün demekten farklı değildir.
Okulunda öğrendiği ve çevresinde gördüğü kadarıyla yaşadığı hayatın tek gerçek hayat olduğuna inanan, kendisine yapılan tavsiyeleri de “Bir varsın, bir yoksun bu hayat bir daha ele geçmeyecek bir fırsat zamanıdır” düşüncesiyle ret etmesi, doğru silahları kuşanmadan cepheye gönderilen ve sağa sola rast gele ateş eden acemi askerden başka bir şey değildir.
Bütün bunlar nedeniyle kuşaklararası süreksizlikten şikâyet hakkımızın olup olmadığını tekrar düşünmemiz gerektiğine inanıyoruz.