Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi
Kürtaj; ana rahminde teşekkül etmiş bir cenini, doktor müdahalesiyle kazıyıp/kazıtıp aldırmaktır. Bu tanıma göre kürtaj, bir hak değil, bir cinayettir. Bir günahın mahsulü de olsa kesilip/kazıtılıp atılmak istenen bir habis ur değil; hayat hakkı olan canlı bir uzviyettir, bir cenindir, bir candır.
“Kürtaj, bir haktır!” sloganıyla meydanlara dökülen kadınlara göre, bunu bir hak olarak kabul etsek bile, 17 kere bu hakkı kullanmak bir su-i isti’maldir ve cinayettir. Bir kadın, bir anne adayı, rahmindeki yaşama hakkı olan bir canlıyı katletmek için 17 kez bıçak altına nasıl yatabilir? Niçin rahminde teşekkül etmiş bir ceninden kurtulmak ister? Cemiyetin baskısından kurtulmak için mi? Yoksa gayr-i meşru ilişkinin mahsulü bir ayıbı örtmek için mi? Bir kadını bu yola, bu tehlikeli duruma, bu cinayete sürükleyen amiller nelerdir? Bir canlı varlığı, hem de müstakbel insanı itlaf etmek hangi yasada hak sayılmıştır? Böyle bir yasa olsa bile, bu yasaya sığınarak bir cenini öldürmek vicdani bir davranış mıdır?
İnsanlık, tarih boyunca çok bunalımlar geçirmiştir. Ama modern çağın bunalımı, önceki tecrübelere benzemiyor. Bu çağın bunalımı, her konuda tatminsizlik, doyumsuzluktur. Pek çok şeyi birden elde etmek, meşru ve gayr-i meşru pek çok şeye birden sahip olma ve daima yenilikler arama çılgınlığıdır. Bu çılgınlık da en çok kendisini cinsellikte hissettirir. Cinsellikte doyuma ulaşmak arzusu da bir tatminsizliktir. Emel ve arzuları muallel, heyecanları, öfkesi, hiddeti, şiddeti, halet-i ruhiyyesi, fani hayalleri, hülyaları… Ham bir varlık olan insanı hangi şey tatmine ulaştırmıştır ki cinsellik ulaştırmış olsun! Cinsellik; eğitilmesi, normal seyrinde akması gereken yenilmez bir gençlik ateşidir. Frenlenemezse, asırların yoğurduğu sosyal ve ahlaki nizam çerçevesinde toplumun ve dinin koyduğu sınırlar içinde tabi’i seyrine kavuşmazsa çılgınlığa, şiddete, dehşete dönüşür. Tatmin edilmez-edilemez hale gelir. Nitekim kadına uygulanan şiddetin temeli frenlenemeyen cinsel arzu ve ihtirastır. Bütün haram-helal sınırlarını zorlayarak kendine tabii olmayan mecralar bulur.
Cinsellik, Tanrının her canlı varlığa sunduğu içgüdüsel bir üreme kabiliyetidir, yine mutlaka yaratıcı tarafından konulan sınırları vardır. Cinsellik, bu sınırlar içerisinde seyrederse fıtratın gayesi gerçekleşmiş olur. Sınırlar zorlanırsa o, gayr-i meşru ilişkiye dönüşür, hududu aşanların tecziyesi zaten yasa gereğidir.
İnsanoğlu, elindeki teknolojik ve biyolojik imkânlarla türlerin ıslahını düşünür ve gerçekleştirirken kendi soyunun cinsellikle, şehvetle ve bunların medya aracılığıyla pazarlanmasına seyirci kalıyor olması ne kadar tuhaf ve ne kadar behîmîdir.
Elbette yeryüzünde insan soyu var olduğu müddetçe kötüler ve kötülükler, iyiler ve iyilikler de var olmaya devam edecektir. Dinlerin, sosyal yasaların ve ahlaki nizamların tesis ettiği terbiye ve ıslah hareketleri hürriyetlere tecavüz gibi algılanmamalıdır. Çünkü dinen, örfen hukuken ve ahlaken insanların kötülük işleme hakkı yoktur. Mer’i mevzuat buna müsaade etse de ictima’î, örfî, dinî ve ahlaki esaslar ve hatta töreler buna imkân vermez. Hele cinsellik konusunda aşırı serbestliğe kimse göz yumamaz. Bunlara müsaade ve müsamahakârlık, ictima’î bünyeyi tahrip etmekle eş değerdedir. Bugün kürtaj, maalesef bu tahribatın en yaygın bir aracı haline gelmiş, onu besleyen fuhşun yolunu açmıştır.
Evet, kötülüğün, sefaletin, ahlaksızlığın daha onlarca ictima’î bünyeyi sarsıcı felaketlerin kökünün kazınması asla mümkün olmayacak bir uğraştır. Ama kanunların, toplum yasalarının ve dinî kaide ve kuralların bunları frenlemesi, yaygınlaşmasını önlemeye çalışması da gerektir. Bu girişim asla hak ve hürriyetlere tecavüz sayılmaz, sayılmamalıdır. Evet, bir anne adayı, rahminde teşekkül eden bir cenini neden itlaf etmek ister? Niçin ondan kurtulmak ister? Birkaç sebep düşünülebilir:
1- Bu kadın ya evlidir, yeteri kadar çocuğu vardır kendine göre, ya da yeni evlidir. Evliliğinin ik yıllarında bazı nedenlerden dolayı çocuk istememekte, dolayısıyla kürtaj yaptırarak cenini feda etmektedir. Veya sağlığı, çocuk dünyaya getirmeye elverişli değildir. Böyle durumlarda, hamile kalmamak için tedbir alınabilir.
2- İskat-i cenin (kürtaj) gibi çocuk itlaf etmeye teşebbüs eden kadın, başkalarıyla gayr-i meşru ilişkiye girmiş ve hamile kalmıştır, dolayısıyla ceninden kurtulmak istemektedir. Tabi bu durumda olan bir anne adayının, gayr-i meşru ilişkiden meydana gelecek bu çocuktan ve dolayısıyla cemiyetin baskısından kurtulmak istemesi bir kurtuluştur. Sırf şehvetini tatmin ve ondan zevkiyap olmak için bu yola başvurmak günahtan da öte, bir vahşettir, behimiliktir. “Alışmış, kudurmuştan beterdir.” denir.
3- Ya da kadın, evli ya da bekâr fark etmez, tecavüz sonucu hamile kalmıştır. Birkaç şehvetperest ahlaksızın tasallutu neticesinde hamile kalan bir kadının bu ayıptan kurtulması için kürtaj yaptırmak zorunda kalabilir. Böyle bir durumda ilk akla gelen herhalde bir veledi gayrı-i meşru doğurmak değil, iskat-ı cenindir. Bu haklı bir neden sayılabilir. Ama yine de bir masumu katletmektir ve cinayet sayılır.
Dünyada nikâhsız yaşamak, canı istediği zaman, istediği erkekle ya da kadınla yatıp-kalkma arzusu giderek yaygınlaşmaktadır. Bu durum, cemiyetlerin ahlaken sükûtu demektir. Zenginliğin ve dünyeviliğin yaygınlaştırdığı bir felakettir.
Kürtajla ilgili yasa tasarısını protesto etmek için meydanlara dökülen kadınların sloganlaştırdığı afişlerde şunlar okunuyor: “Bedenim benimdir, ben karar veririm. Bu benim meselem!” Daha onlarca baş kaldırıcı ifadeler… Ne istiyor bu kadın kalabalığı: Kürtaj! Rahm’i madere düşmüş bir cenin, bir can, bir hayat var ortada. Hakkı korunmak istenen, işte bu canlıdır. Bir de canavarlaşan anne adayları var meydanlarda. Canavarlıklarını meşrulaştırmak için hayâsızcasına slogan atan genç dişiler…
Meşru ya da gayr-i meşru ilişki neticesi kadın rahminde gelişen bir canlı, yaşama hakkı olan bir uzviyet!.. Kürtaj veya itlaf edici diğer metod ve müdahalelerle yolu kesilmese dünyaya gelecek bir cenin, bir yavru. Ki bazen uğruna milyonlar feda edilecek kadar bir değer, insanlığın devamı; yani bir gelecek… Belki bir kahraman…
Slogancı, kürtaj taraftarı kadınlar “Beden benimdir, onun hakkında ben karar veririm!” diyorlar.. Hâlbuki onun üzerinde hak talep etmeye, onun üzerinde oyun oynamaya hiç hakları yok. Hakları olduğunu iddia ettikleri rahimlerine hükmedebilselerdi zaten, ceninin rahimde teşekkülüne mani olurlardı. Eline-koluna, gözüne kulağına, algı ve idrakine sahip olamayan bir insan, nasıl olur da rahmine sahip olabilir? Şu halde bırakalım ruhi temayüllerini aklına, şuuruna, sindirim ve solunum cihazlarına, sinir sistemine hükmedemeyen insan, nasıl olur da hükmedemediği rahmine “Bedenim benimdir, (onun hakkında) ben karar veririm!” diyebilir?!.. Şehvetine mani olabilir misin, galeyana gelmiş bir nefsanî arzuyu durdurabilir misin? Bunlar ve buna benzer başka ibtila ve ihtiraslar da var, fakat hiç birisi senin-benim değildir. Tesahüb etmeye yeltendiğimiz bu ruhi ve nefsanî arzular ve kuvvetler bize emanet olarak verilmiştir. Öyleyse ortada sadece senin-benim meselesinden başka bir takım hukuki, ahlaki ve sosyal problemler var demektir. Bir eşyaya, bir meta’a sahip olunur gibi bunlara sahip olunmaz, olunamaz.
Kürtaj gibi bir cinayeti önlemek için kanuni müeyyideler kâfi değil, aynı zamanda dinî, ahlakî, örfi ve milli değer yargılarını da gündemde tutmalıdır. Çünkü bazı müeyyideleri uygulamak, belki zemin ve zaman gözetmeyi gerektirebilir. Ama dinî ve ahlakî müeyyide ve metodların zemini ve zamanı yoktur. Onlar her zaman yürürlüktedir. Vaktiyle onların yerine ikame edilmek istenen batı kaynaklı terbiye ve eğitim anlayışı Müslüman Türk toplumunu maalesef böyle bir noktaya getirmiş bulunuyor. Asırlardan beri Müslüman Türk toplumunu sevk-ü idare eden ilahî menşe’den beslenen hükümler böylece dejenere edilmiş ve bize uygun gelmeyen bir elbise giydirilmek istenmiştir. Artık bu deli gömleğini yırtıp atmak lazımdır.
Son günlerde gündeme oturan kürtaj konusunda kafalar iyice karıştı. Kimine göre nasıl ve niçin cereyan ettiği hâlâ bilinmeyen Uludere faciasını unutturmak için ortaya atılan bir taktik. Kimine göre genç anne adaylarına karşı oynanmak istenen oyunu bozma ve tuzağı tersine çevirme, anneleri ve çocukları kurtarma operasyonu.
Vaktiyle kürtaj yasalaşırken danışma meclisinde (1983) çok ateşli konuşmalar olmuş, lehte-aleyhte görüşler ileri sürülmüştür. Hatta bir emekli general kürtaj serbest bırakılırsa “fuhuş artar, bekâretin azizliği eksilir!” demiş.. 29 yıl sonra bugün artık bekâretin izzetinden kimse söz etmiyor. Neredeyse, seks tecrübesi olmayan saf bakireler zillete mahkûm ediliyor. Tabii iş bu noktaya dayanınca o generalin korkusu, duyduğu endişe gerçek oluyor ve kürtaj, kasden ika’edilen iskat-ı cenin vak’ası had safhaya geliyor ve memleketin geleceğinden endişe eden insanlar, kürtaj için önlemler alıyor. Ama buna karşı hızını alamayan mübtezel bir topluluk sokaklara dökülüyor, meydanlara yürüyor. “Bedenim benimdir, onun hakkında ben karar veririm! İktidar karışamaz, kişilik haklarıma müdahale edemez.” diyor… Ne töre, ne din, ne diyanet, ne sosyal çevre, ne cemiyet baskısı.. “Seks hürriyetime kimse karışamaz” diyor. Dünyanın belki hiçbir yerinde seksin aleniyeti için pankart açan, sloganlar atan bir kadın topluluğu yoktur!..
Kürtaj, yalnız bugünlerin meselesi değildir. Fıkıh kitaplarında azl’den, iskat-ı ceninden bahsedilir. Azl: Cinsel ilişki esnasında erkeğin spermi dışa boşaltmasıdır. Böylece hamilelik önlenmiş olur. Ancak çiftlerin rızasıyla bu ameliye gerçekleşebilir. Çiftlerden biri azl’e razı olmazsa bu gerçekleşmez. Bunu uygulamak oldukça zordur. Cinsel ilişkiden çiftlerin doyuma ulaşmasına mani olacak bir uygulamadır.
İskat-ı cenin ise ana rahminde teşekkül etmiş bir cenini bir müdahale ile düşürmektir. Bu ameliye tıpa-tıp kürtaj demektir. Canlı bir varlığı öldürmek ve onun sebepsiz yere hayat hakkına kastetmek manası taşıdığı için haramdır, cinayettir, günahtır.
Ancak ananın hayatı bu gebelikten dolayı tehlikeye girerse cenin öyle feda edilebilir. Cenine 120 gün sonra ruh verildiği için, bu müddetten sonra sebepsiz yere cenin kürtaj yoluyla alınırsa cinayettir, katildir. Yüz yirmi gün dolmadan kürtaj yapılır, çocuk aldırılırsa, yine günah olmakla beraber, büyük bir cinayet sayılmaz. Buna cevaz veren fakihler vardır. Çeşitli nedenlerden dolayı eşler çocuk istemeyebilir. Bunun için tedbir alabilirler. Ancak dünyaya gelme, nefes alma hakkı varsa ceninin, buna kimse mani olamaz, tedbirler akim kalır.
Esasen evlenmenin, yuva kurmanın en önemli gayesi, insan neslinin devamını temin etmektir. Bu da ancak nikâhlı beraberliklerde sağlanabilir. Nikâhsız yaşamak, bütün semavi dinlerin, insani değer yargılarının hoş görmediği, insan fıtratına da uygun düşmeyen bir yaşam tarzıdır. Onun için tarih boyunca da toplum bu tarz-ı hayatı hoş görmemiş, bu yolla peydahlanan çocuklara -ki masumdurlar- zina mahsulü -veled-i zina- gözüyle bakmıştır.
“Kürtaj bir haktır!” diye sokağa dökülen kadınların temellük iddiasında bulundukları bedenleri, aslında kendilerine ait değildir. Erkeğin bedeni de kendisine ait değildir. Böyleyken; insan soyunun, yeryüzünün imarına yönelik gayesi, dünyaya sevk edilişi, basit bir cinsel tatminin dışında hiçbir ulvi gayesi yokmuş gibi, basite irca’ edilmesi insana yakışmıyor. Hilkatin kadına bahşettiği kutsal analık duygusu böylece ibtizale uğruyor. Kürtaj hakkı isteyen müstakbel annelerin neleri heba ettiğinin farkında olması gerekmektedir.
Kürtaj konusunda dinin görüşünü ortaya koyan Diyanet İşleri Bakanlığı, acımasızca eleştiriliyor. Hâlbuki gittikçe yaygınlaşan kürtaj konusu, öyle iddia edildiği gibi, sadece kadın bedenini ilgilendiren bir konu değildir. Kürtaj, toplumun geleceğini tehdit eden toplumsal bir yaradır. Onun hem insani, hem dini, hem hukuki, hem ictimai-ahlaki boyutları vardır. Onun için, bu sahaların uzmanları, konu hakkında görüşlerini serdetmelidir.
Demokratik bir toplum, tenkide açık olmalıdır. Yaygarayla baskın çıkılacak devirler, artık geride kaldı. Herkes birbirine karşı tahammül göstermelidir. Kürtaj gibi, toplumun geleceğini tehdit eden bir konuda Diyanet İşleri Bakanlığı görüş belirtmeyecekse, hangi konuda konuşacak?
Bütün semavi dinlerce evlilik müessesesi ve nikâh akdi kutsaldır. Tarafların birbirlerine karşı hak ve vecibeleri vardır. Kadınlar ve erkeklerin kendilerini karşılıklı bir tatmin aracı görmeleri doğru değildir.
Bilindiği gibi edep ve hayâ çok değerli insani bir haslettir. Bu hasletler kadın için de güzeldir, erkek için de; ama kadınlara daha güzeldir. Kadın inceliği, kadın zarafeti, kadın güzelliği bu hasletlerle daha çok mana kazanır. Edeb, hayâ, iffet ve nezaket, ar-namus gibi manevi hasletler, bizim toplumumuzda kadın zarafetini, kadın inceliğini simgeler. Ama son günlerde kürtaj meselesi gündeme gelince, pek çok kadının ar-namus perdesini yırtıp sokağa döküldüğüne şahit olduk. Ve hala bu hayasızlık bir yerde pompalanmaktadır. Nitekim bir bayan milletvekili, bu şişe-i ârı, onulmayacak şekilde taşa çaldı.
Bir başbakanı sevmeyebilir, icraatını tenkit edebilirsiniz. Ama onu “Vagina Bekçiliği” ile hem bir kadın olarak, hem de sürç-i lisan eseri olmayıp bilinçli bir şekilde söylediğini itiraf ederseniz, her şeyden önce sergilenen bu hayâsızlıktan dolayı sade başbakandan değil, bütün hemcinslerinizden özür dilemeniz gerekir. Bu konular payımal edilecek kadar ucuz değildir.
Başbakan ya da fanatik bir partili kalkar da mukabele bil-misil yaparsa ne demeye hakkınız olabilir, sayın bayan!
Kürtaj konusu ile birlikte alevlenen şehevi duygular, medya kuruluşlarının katkı ve desteğiyle bir kere daha gündeme oturdu. Bazılarına göre de, çalkantılara sebep olan önemli gündem maddelerini değiştirmek için kürtaj meselesi ortaya atıldı. Sosyal ve ahlaki yönüyle, toplumda bu konu ilgi uyandırdı. Ve bir müddet gündemde kalarak, daha önemli ülke meselelerini ikinci plana attı.
Bu konuyu şöylece bitirmek isterim: Bugün bölgesinde Türkiye’yi önemli bir güç haline getiren etmenlerin başında şüphesiz genç nüfus patlaması gelir. Bu gerçeği göz ardı etmemek lazım. Hâlbuki kürtaj, bu gelişmenin yolunu kesmektedir. Ülke için önemli olan bu.