AKLIN BAŞARABİLECEKLERİ
Yüce Yaratıcı büyük bir rahmet ve lütuf gereği insana kendi rûhundan üflemiştir. Bunu teyit eden Secde Sûresindeki âyette şöyle bir sesleniş var: “…Allah insanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun suyunu dayanaksız bir suyun özünden vâr etti. Sonra onu düzenleyip şekil verdi ve ona rûhundan üfledi. O, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler yaratmıştır. Ne kadar da az şükrediyorsunuz.” (Secde, 7-9)
Allah Teâlâ Hazretleri insanı en kâmil bir şekilde yaratırken verdiği kulak, göz, kalp ile hayâtın, âkibetin, ahretin gerçeklerini ve hakikatlerini daha iyi anlamamızı ve kavramamızı istiyor. Kendisi için yaratılan tüm evreni akıl gözüyle görüp, ilim kulağıyla dinleyip, irfan ile kalbi duyarlılığa sâhip olacak biçimde yaşamı değerlendirmemizi arzu ediyor.
Cenâbı Hak insanın bunları idrak edebilmesi ve iyiyi kötüyü birbirinden ayırması için akıl ve irâde vâr etmiştir. “Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi, ona hayır ve şer yolunu göstermedik mi?” (Beled, 8-10) İlâhi hitap gereği insan, iyilik ve hayır yollarını da kötülük ve şer yollarını da seçebilecek özgür irâdeye sâhiptir. İnsan yaptığı bu tercihe göre mükâfatı ya da cezâyı hak eder.
İnsan kendisine ikrâmı ilâhi olarak bahşedilen gözlerini, kulaklarını, kalbini, aklını, fikrini ancak Rabb’inin gösterdiği sırâtı müstakim yolunda kullanmasıyla dünyâda doğru yolda olur böylece huzûra kavuşur ve neticede takvâya ulaşabilir. Bunun tam tersini yapan nefsi arzu ve isteklerine tâbi olup fücûra dalan doğru yoldan sapanlar ziyâna uğrayanların arasına girer. Kur’ânı Kerim’de bu gerçek şöylece ifâdesini buluyor: “Nefsini (fücurdan=şirk, küfür, nifak ve isyandan) temizleyen kurtuluşa ermiştir. Nefsini kirletip örten ise ziyâna uğramıştır.” (Şems, 9-10)
İnsan doğruyu bulmak, Hakk’a tâbi olmak, gerçekleri idrak etmek için kullanması daha muvâfık olan aklıyla takvâya ulaşması gerekirken aklını şerre hizmet ettirdiğinde azâbı ilâhiye müstahak olur. İşte kutsal kitaptan bu gerçeği anlatan bir âyet: “…Allah, azâbı/rezilliği akıllarını kullanmayanlara verir. (Onları murdar/inkarcı kılar.)” (Yunus, 100)
Halbuki Allâhu Azümüşşân’ın insanlara ilâhi mesâjı olan Kur’ân-ı Hakim’de aklın ehemmiyetinden bahsediliyor: “Allah katında canlıların en kötüsü akıllarını kullanmayan, (gerçekleri konuşmayan ve duymayan) dilsiz ve sağırlardır.” (Enfal, 22) Âyette akıllarını kullanmayan insanların dilsiz ve sağır gibi oldukları belirtilirken bir de bu yetmiyor gibi canlıların en kötüsü olma damgasını yiyor. Demek ki insan aklıyla, fikriyle kendini böylesi bir konuma getirmemelidir. Âlemde kendisine sunulan hayır nâmına olan hakikatleri doğru biçimde kavrayarak âyette yerilen durumlara düşürmemelidir.
Akıl ve irâdelerini, göz ve kulaklarını Hak sözü işitip Hak söze tâbi olma yolunda kullanmayanların âdeta kalp gözleri körleşir ve bunun neticesinde böylesi insanlar yaptıklarıyla insan olma şerefini yitirdikleri gibi hayvanlardan daha aşağı derekelere düşerler. Bu hakikat Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bahsediliyor: “And olsun biz cinleri ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Çünkü onların kalpleri vardır (fakat) onlarla (gerçekleri) duymazlar. İşte onlar hayvan gibidirler hatta daha da şaşkındırlar, işte asıl gâfil onlardır.” (Araf, 179)
Elbette gözlerinin önündeki gerçekleri görmek istemeyen, arzu ve isteklerine tâbi olanlar yüce Peygambere de uymazlar. O’nu örnek almak istemezler. Böylelerini doğru yola getirmek zordur. Yine onlar kendilerine nimeti ilâhi olarak verilen aklı doğru yolu bulmak için değil de şerre tâbi olmak için kullanırlar. Kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de onların âkibeti hakkında pek çok açıklama mevcuttur: “Onlardan(kâfirlerden) seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara-akıllarını da kullanmıyorlarsa-(gerçekleri) sen mi duyuracaksın? Onlardan sana bakanlar da vardır. Fakat (gerçekleri) görmüyorlarsa (bu) körleri sen mi doğru yola ileteceksin? ” (Yunus, 42-43) Başka bir âyette: “Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? (Ey Peygamberim!) Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun (Hakkı) işittiklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir hatta onlar yol bakımından daha da şaşkındırlar.” (Furkan, 43-44)
Aklımızı her dâim hayra kullanmamız temennisiyle…
Yüce Yaratıcı büyük bir rahmet ve lütuf gereği insana kendi rûhundan üflemiştir. Bunu teyit eden Secde Sûresindeki âyette şöyle bir sesleniş var: “…Allah insanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun suyunu dayanaksız bir suyun özünden vâr etti. Sonra onu düzenleyip şekil verdi ve ona rûhundan üfledi. O, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler yaratmıştır. Ne kadar da az şükrediyorsunuz.” (Secde, 7-9)
Allah Teâlâ Hazretleri insanı en kâmil bir şekilde yaratırken verdiği kulak, göz, kalp ile hayâtın, âkibetin, ahretin gerçeklerini ve hakikatlerini daha iyi anlamamızı ve kavramamızı istiyor. Kendisi için yaratılan tüm evreni akıl gözüyle görüp, ilim kulağıyla dinleyip, irfan ile kalbi duyarlılığa sâhip olacak biçimde yaşamı değerlendirmemizi arzu ediyor.
Cenâbı Hak insanın bunları idrak edebilmesi ve iyiyi kötüyü birbirinden ayırması için akıl ve irâde vâr etmiştir. “Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi, ona hayır ve şer yolunu göstermedik mi?” (Beled, 8-10) İlâhi hitap gereği insan, iyilik ve hayır yollarını da kötülük ve şer yollarını da seçebilecek özgür irâdeye sâhiptir. İnsan yaptığı bu tercihe göre mükâfatı ya da cezâyı hak eder.
İnsan kendisine ikrâmı ilâhi olarak bahşedilen gözlerini, kulaklarını, kalbini, aklını, fikrini ancak Rabb’inin gösterdiği sırâtı müstakim yolunda kullanmasıyla dünyâda doğru yolda olur böylece huzûra kavuşur ve neticede takvâya ulaşabilir. Bunun tam tersini yapan nefsi arzu ve isteklerine tâbi olup fücûra dalan doğru yoldan sapanlar ziyâna uğrayanların arasına girer. Kur’ânı Kerim’de bu gerçek şöylece ifâdesini buluyor: “Nefsini (fücurdan=şirk, küfür, nifak ve isyandan) temizleyen kurtuluşa ermiştir. Nefsini kirletip örten ise ziyâna uğramıştır.” (Şems, 9-10)
İnsan doğruyu bulmak, Hakk’a tâbi olmak, gerçekleri idrak etmek için kullanması daha muvâfık olan aklıyla takvâya ulaşması gerekirken aklını şerre hizmet ettirdiğinde azâbı ilâhiye müstahak olur. İşte kutsal kitaptan bu gerçeği anlatan bir âyet: “…Allah, azâbı/rezilliği akıllarını kullanmayanlara verir. (Onları murdar/inkarcı kılar.)” (Yunus, 100)
Halbuki Allâhu Azümüşşân’ın insanlara ilâhi mesâjı olan Kur’ân-ı Hakim’de aklın ehemmiyetinden bahsediliyor: “Allah katında canlıların en kötüsü akıllarını kullanmayan, (gerçekleri konuşmayan ve duymayan) dilsiz ve sağırlardır.” (Enfal, 22) Âyette akıllarını kullanmayan insanların dilsiz ve sağır gibi oldukları belirtilirken bir de bu yetmiyor gibi canlıların en kötüsü olma damgasını yiyor. Demek ki insan aklıyla, fikriyle kendini böylesi bir konuma getirmemelidir. Âlemde kendisine sunulan hayır nâmına olan hakikatleri doğru biçimde kavrayarak âyette yerilen durumlara düşürmemelidir.
Akıl ve irâdelerini, göz ve kulaklarını Hak sözü işitip Hak söze tâbi olma yolunda kullanmayanların âdeta kalp gözleri körleşir ve bunun neticesinde böylesi insanlar yaptıklarıyla insan olma şerefini yitirdikleri gibi hayvanlardan daha aşağı derekelere düşerler. Bu hakikat Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bahsediliyor: “And olsun biz cinleri ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Çünkü onların kalpleri vardır (fakat) onlarla (gerçekleri) duymazlar. İşte onlar hayvan gibidirler hatta daha da şaşkındırlar, işte asıl gâfil onlardır.” (Araf, 179)
Elbette gözlerinin önündeki gerçekleri görmek istemeyen, arzu ve isteklerine tâbi olanlar yüce Peygambere de uymazlar. O’nu örnek almak istemezler. Böylelerini doğru yola getirmek zordur. Yine onlar kendilerine nimeti ilâhi olarak verilen aklı doğru yolu bulmak için değil de şerre tâbi olmak için kullanırlar. Kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de onların âkibeti hakkında pek çok açıklama mevcuttur: “Onlardan(kâfirlerden) seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara-akıllarını da kullanmıyorlarsa-(gerçekleri) sen mi duyuracaksın? Onlardan sana bakanlar da vardır. Fakat (gerçekleri) görmüyorlarsa (bu) körleri sen mi doğru yola ileteceksin? ” (Yunus, 42-43) Başka bir âyette: “Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? (Ey Peygamberim!) Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun (Hakkı) işittiklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir hatta onlar yol bakımından daha da şaşkındırlar.” (Furkan, 43-44)
Aklımızı her dâim hayra kullanmamız temennisiyle…