Mealcilik furyasıyla başlayıp son yıllarda sınır tanımaz bir biçimde Kuran ayetlerine diledikleri şekilde mana vermeye dönüşmüş bulunan Kur’ancılık söylemi insanlarımıza, yüzyıldan fazla bir zamandır batı toplumları karşısında siyasi ve ekonomik yenilgiler nedeniyle bunalan Müslümanlar için yeniden başarı kazanmak amacıyla sığınılacak yeni bir liman gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
Özellikle ekonomik hayatın baskısından bunalan ve ekonomik meselelerine sözde İslami çözümler bulma derdinde olan orta ve üst gelir grubuna mensup insanlar arasında benimsendiği görülen Kur’ancılık söylemi, son zamanlarda birazda bu işe öncülük yapan kişiler nedeniyle isimlendirmeler altında ifade edilse de, Haricilerden başlayıp Mutezile ile devam edip çeşitli batıni mezheplerle günümüze kadar devam edegelmiş eski bir meslektir.
Kuranda Hz. Allah(cc) tarafından açık bir şekilde kıyamet gününe kadar tüm insanlara özellikle de Müslümanlara övülmüş örnek olarak gösterilen Hz. Peygamber(sav) ile onun övülmüş Ashabının(ra) uygulamaları olan sahih Sünnet ve Hadisler başta olmak üzere 1400 yıllık İslâm ilim ve kültür birikimini toptan red etme yanlışlığını gösteren bu düşünce mensupları esasen en başta savunur gözüktükleri Kuran hükümlerine aykırı davranmaktadırlar.
Ashab-ı Kiram(ra) tarafından söylenmiş olan “Kuran bize yeter “ sözünü kendilerine kalkan ederek sahih sünnet ve Hadisleri yanlış anlayıp yanlış tefsir eden bu düşünce mensupları yanlışlarını bir merhale daha ileri götürerek Kuran ayetlerini de aynı mantık ile yanlış anlayıp yanlış meallendirerek yanlış neticelere ulaşmaktadırlar.
Kuran ayetleri ve sahih sünnet ile hadislerde yapılan genellemeler hariç olmak üzere, insan kafasından çıkan fikirlerle yapılan genellememelerin hemen hemen hepsinin yanlış olduğunu kabul etmelerine rağmen bu düşünce mensupları başta sahih sünnet ve hadisler olmak üzere bu güne kadar Kuran ayetleri ve sahih sünnet ile hadisler ışığında yapılagelen uygulamaların tamamını red etme yanlışlığına düşmekten de kurtulamamışlardır.
İslam dini terminolojisine göre şaz fikirliler olarak kabul edilen bu düşünce mensupları kendilerinden yüzlerce yıl önce yaşamış İslam âlimleri tarafından yanlış görülerek terk edilen/red edilen uç fikirleri sanki ilk defa kendileri bulmuşçasına topluma sunmaya ve taraftar bulmaya çalışmaktan geri durmamaktadırlar.
Yüzyıllardır bin bir çeşit zorluklara ve yokluklara rağmen çok büyük emek ve gayretlerle derlenip toparlanarak ve vahye uygun bir disiplin altında yaşanabilecek uygulama biçimi olarak Müslümanların önüne tabir caiz ise bir hazır paket gibi konulmuş bulunan İslam dininin hükümlerini kendi hatalı din anlayışlarının en mühim kuralı olarak gördükleri geleneğe ve cumhura muhalefet etme düşüncesi ile red eden bu marjinal ve güya modernist davranış mensupları aslında İslamın temel kurallarını çiğnediklerinin farkında bile değildirler.
Görünüşte bir gibi gözüken, ancak içlerine girenlerin ifade ettiklerine göre her biri kendi içlerinde farklı hiziplere ayrılmış olan bu düşünce mensupları bu hallerine bakmadan bir de müslümanları Kuran ayetine aykırı bir biçimde bölük pörçük olmakla suçlamaktadırlar.
1970’li yıllarda başlayıp biraz da 1980 askeri darbesinin oluşturduğu içe dönüklük ortamında geliştiği görülen ve “Kur’an İslam’ı”, “Kur’an’daki İslam”, “Kur’an’daki din” gibi kulağa oldukça hoş geldiği görülen sloganımsı sözlerle çevre edinmeye çalışan güya öze dönüş düşüncesi yukarıda da ifade ettiğimiz gibi islam tarihinde oldukça eskidir.
Bir örnek olması bakımından şunu ifade edebiliriz:
Mezhepler tarihinin hemen hemen tüm kaynaklarında açıkça yer alan bilgilere göre hicrî 1. asrın ikinci yarısında ortaya çıktığı görülen ve Haricilerin başlangıç kabul edildiği bu düşünce şekline mensup kişiler ilk itirazlarına Kuranı Kerimde yer almaması nedeniyle recm cezasını inkâr etmekle başlamışlar ve Haricîlerin en büyük grubu olan Ezârika nın hırsızın elinin bilekten değil omuzundan kesilmesi gibi Kuran ve sahih sünnete aykırı farklı farklı istekleri ile günümüze kadar az da olsa devam edegelmiştir.
Yine bir başka örnek olarak Hindistan Müslümanlarının salah ve bekasının yalnız İngiliz yönetimine sadakatle mümkün olduğunu düşünen Seyyid Ahmed Hanın kendilerinden çok önceleri bu ve bunun gibi pek çok uç fikirleri savunduğunu da ifade edebiliriz.
Bu düşüncenin Türkiye’de hayat bulduğu ilk yer ise dini akıl ve Kur’an’dan ibaret sayarak, “Kur’an’da her hükmün şartı ve nedeni vardır” fikrini savunan ancak çağdaş İslam âlimleri karşısında bu fikrini bir türlü savunup ispat edemeyen Hüseyin Atay’ın da görev yaptığı Ankara ilahiyat fakültesidir diyebiliriz.
Sahih sünnet ve hadisleri red ederek ve sahih sünnete tabi müslümanları bazen müşrik, bazen de ehli kitap olarak tanımlayan ve kendilerine Kur’anın yorumunda tarihsellik, tarih dışılık, ayetlerin bağlamından bağımsızlık, dilde tercümede sorumsuzluk, yerellik ve sathilikten başka bir de benim anlayışım bu şeklinde ortaya koydukları keyfîliklerle, nerede başlayıp nerede sona erdiği belli olmayan bir çerçeve çizen bu kişilerin Müslümanlara verdiği zararın İslam dışı olanların verdiği zarardan daha büyük olduğu görülmektedir.