Kur’an-ı Kerim Müslümanların olmazsa olmaz hayat kılavuzudur ve Rasûlullah’a (sav) ilk vahyin inzalinden ve Kur’an’ın insanlara tebliğinden bu yana Müslümanlarca nerede ise günün 24 saatlik bölümünün tamamında okuna gelmiştir.
Son yıllarda ortaya çıkan ve 1400 yıllık İslam kültür ve eğitim birikimi ve geleneğini red eden ve kökleri hariciler ile mutezileye kadar dayanan Kur’ancılık mezhebi mensupları Müslümanların diğer düşünce tarzlarını olduğu gibi Kur’an okuma eylemlerini de red etmektedirler.
Müslümanlar arasından çıkan bozguncular kadar batılı müsteşrikler tarafından da tenkit edilen Müslümanların Kur’an-ı okuması ve ezberlemesi geleneğinin tenkit edilmesinde bize göre birden fazla kasıt vardır.
Bize göre asıl kasıt bu güne kadar elden ele dilden dile kesintisiz bir şekilde korunmuş bir şekilde gelen Kur’an-ı Kerim’e bu güne kadar metnine yapamadıkları ihaneti yapmak ve Müslümanların kesintisiz ezber geleneğini sona erdirerek yapacakları türlü ihanetler için bir kapı aralamaktır.
Müslümanların özellikle Ramazan ayında yapmış oldukları Mukabelelere itiraz ile başlayan bu sapık düşünce tarzının saldırıları son zamanlarda kendi kendilerine belirli sürelerde Kur’an hatmi yapmayı alışkanlık haline getirmiş Müslümanlara kadar uzanmıştır.
Ramazan aylarında Peygamberimizin (sav) Cibril (as) ile yaptığı karşılıklı Kur’an okumalarına dayandırılan mukabele geleneğini de diğer tüm Sünnet ve hadisler gibi toptan red etmeyi şiar edinen bu sapık Kur’ancılık mezhebi aslında kendi kendini yalanlar pozisyona düştüğünü bile görmekten acizdir.
Kur’an başta da ifade ettiğimiz gibi Müslümanların olmazsa olmaz yegâne kitabıdır ve Kütübü Sitte diye adlandırılan sahih hadis kitapları da dâhil olmak üzere hiçbir kitap Kur’an’ın dengi değildir ve olamaz.
Çünkü Kur’an Rasulullah’ın (sav) kendisine inzal edildiği gibi eksiksiz bir şekilde bizlere tebliğ edilen ve hayatımızın her adımında, her bir işimizde uymamız gereken asıl kaynaktır.
Müslümanların hayatlarının her anını Rableri’ne (cc) kulluk şuuruyla geçirmek, her bir fiillerini bir ibadet hükmü haline getirmeleri yani tüm hayatlarını bir ubudiyet manzumesine dönüştürmeleri bununla mümkündür.
Böylesine kullukla dolu bir hayatı yaşamanın temel şartı ise, Kur’an-ı Kerim’e Rasulullah’ın (sav) gözüyle bakmak, onun diliyle okumak ve onun tavırlarıyla Kur’an hükümlerini aynen onun uygulamalarıyla hayatımıza uygulamaktır.
İşte Kur’ancılık mezhebi mensupları bu noktada sünnet ehli Müslümanların 1400 yıldır sürdürdükleri aydınlık nebevi yoldan sapmaya başlamakta ve Rasulullah’ın (sav) sahih sünnet ve hadislerin red ederek hatta onları şirk diye yaftalayarak açık bir zulüm içine düşmektedirler.
Müslümanların 1400 yıldır kesintisiz bir şekilde sürdüre geldikleri Kur’an okumalarında eksiklikler hatta yanlışlıklar olabilir veya böyle bir iddia ile okumaların daha bir düzene girmesi istenebilir.
Ancak yine 1400 yıldır Ashabı Resul’den (ra) başlamak üzere, tüm selefi salihin(ra) ve ecdadımız (rha) tarafından her türlü saldırıyı bertaraf ederek ilk günkü safiyetiyle bu güne kadar ulaştırılan sahih sünnet uygulamalarına şirk demek kelimenin en hafif ifadesiyle töhmet ve iftiradır.
Bizzat Kur’ân’ın tarifiyle, âlemlerin Rabbinden gelen, insanları hidayete eriştiren ve hakkı bâtıldan ayıran, sonsuz hikmetler yüklü, sonsuz derecede kerîm bir Ezelî Kelâm olan kitabımızı ahlâkı Kur’ân olan Rasûlümüzün(sav) kendi hayatıyla örneklendirdiği ve ondan aldıkları hidayet dersiyle bütün insanlık tarihine asırlara dönük Müslümanlık örnekleri sunan Sahabelere ve her biri yine ondan aldıkları hakikat nuruyla hayatlarını nurlandıran yüz milyonlarca mü’mine iftira etmekten çekinmeyen bu sapık düşünce sahipleri aynı zamanda bu hakkın şahitleri ve delilleri olduğunu da unutmuş görünmektedirler.
Al-i İmran sûresinin yedinci âyetinde, kalbinde ‘kaypaklık’ taşıdığı halde ‘saptırma ve fitne için’ onu okuyanların varlığına dikkat çekerek bu fitneye karşı bir kez daha uyarma görevimizin olduğunu hatırlatalım.