Bayram tatili bitti ve biz de kaldığımız yerden sapık Kur’ancılık görüşlerini ifşa etmeye devam ediyoruz.
Allah (cc) Rasulü’nün (sav) Kur’an-ı Kerim’i tebliğ etmek, açıklamak, anlatmak amaçlı olarak vahiy kontrolünde ifade ettiği sözler ile hareketleri olan Sahih Sünnet ve Hadisleri ret etmek için İslam eşittir Kur’an ifadesiyle ortaya çıkan ve nerede ise Müslümanlar arasında asrın hastalığı olarak tarif edilebilecek olan Kur’an mealciliği gerçek anlamda bir bidat hareketidir.
Tarih boyunca bidatler yüzünden pek çok Müslüman dininden ve imanından oldu.
Bu defa da böyle olacağa benziyor ve mealcilik akımı yüzünden yüzlerce insan imanını tehlikeye düşürecek ölçüde bidat fikirlerle amel etmektedirler.
İslam ümmetinin ana gövdesi olarak görülen 4 mezhebi bölünme olarak görüp destursuz bir şekilde Kur’an-ı Kerim mealine dalanlar sonucunda mealci takımı neredeyse kişi sayısınca din meydana getirme pozisyonuna düşerek bölünmenin nasıl olabileceğini dünyaya gösterdiler.
Allah (cc) katında gerçek hak dinin İslam olduğunu bilen insanlar ne yazık ki Rasulullah’ın (sav) gerçek dinin kıyamete dek tek örnek alınacak temsilcisi olduğunu kabul etmeye yanaşmadıkları için kendi akıllarından bir din uydurarak ahirete gitme yolunu seçiyorlar.
En basitinden ifade etmek gerekirse Hz. Âdem’i (as) ilk insan ve ilk peygamber olarak kabul etmeyen bu kişiler din ile şeriat arasındaki farkı da ayırt edemedikleri için çok güvendikleri akıllarınca Hz. Âdem’in (as) evlatlarının evlenmesini kabul etmezken ne hikmetse Kabaladan gelen Hz. Âdem (as) öncesi paralel Âdemlerin yaratıldığı safsatası kabul etmekten çekinmemektedirler.
1400 yıllık ana omurga Ehli Sünnet’ten pek çok ayrılığı olan bidatçi mealcilik akımının son yıllarda öne çıkardığı hususlardan birkaçını şöyle sıralamak mümkün.
- Ayetlere verdikleri lafzi manalarla meal yapmak
- Rasulullah’ı (sav) ebedi ve ezeli örnek olarak kabul etmemek
- Sahabe-i Kiramın (ra) kurucu nesil özelliğini ret etmek
- Sahih Sünnet ve Hadisleri inkâr etmek
- Kur’an’daki mucizeleri inkâr etmek
- Kur’an-ı Kerim ayetlerinin evrensel olmayıp tarihsel ve yerel olduğunu iddia etmek.
Daha böyle yüzlerce farkları saymak mümkün ama bu gün sondan başlayalım diyelim ve tarihselciliğe bir bakalım.
Fazlurrahman’dan bu yana tarihselciliğin kaydettiği aşamalar(!) sonucunda neredeyse deizme evirilmek üzere olduğu görülüyor.
Hz. Peygamber (sav) tarafından tebliğ edilen son ilâhî hitap ve son şeriatın birincil kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ayetlerini hissi ve Arap dili kurallarına aykırı davranarak ve Muradı İlahiye uygun düşer mi düşmez mi endişesi taşımadan sadece “kendi kavminin dili ile” ve “kendi kavmine has” olarak görmektir diye tarif edebiliriz tarihsellik ve yerellik iddiasını.
Bu düşünce insanı sonuçta Sahabe neslini (ra) takip eden tüm nesillerin “Kur'an'a muhatap” ve “onunla mükellef olmadığı” sonucuna, dolayısıyla da takip eden tüm nesillerden bir nesil olarak bu gün yaşayan ve adı Müslüman olan insanların da “Kur'an'ın muhatabı olmadığı ve onunla mükellef de olmadığı” sonucunu doğurmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’den sorumlu olmayanlar tabidir ki onun şeriatıyla da mükellef olmayacaklardır.
İlahi dinlerin evrensel ilkeler taşımadığını ve yerel olarak o bölge insanından başkalarının ilahi mesajların muhatabı olmadığını söylemenin nasıl bir akıl olduğunu sizlerin takdirine bırakıyoruz.
Tarihsellik iddiasına sonraki yazılarımızda tekrar değineceğiz.