İnsanlarımız çoğu kuşaktan kuşağa aktarılan belli kurallar içinde bir sosyal mirasa sahip olarak doğar ve bu mirasla edindiği, öğrendiği alışkanlıklarla yoğrulur ve büyür. Bu da onların yaşadığı hayatın bir tarzı haline gelir.
Kültür denilince benim aklımdan ülkemizin kültür zenginliği geçer. İnsanların davranışlarını, bakış açımızla anlamlı kılarız. Onların çekimserliği, konuşma aksanları, yemek çeşitleri, giyim tarzı ve bazen hitap şekli bile bir kültür yansıması değil midir? Çevremizde olup bitenleri kültürümüze göre yargılar ve ona göre değerlendiririz. Örneğin evimize aniden çıkıp gelen biri, bazı kültüre göre saygısızlık gibi algılansa da bazı kültürlere göre bir samimiyetten başka bir şey değildir.
Çevremizde olup bitenleri kendi kültürümüzle değerlendirmek, kültürümüzü yansıtsa da insanlar arasındaki kültür farklılıklarının aslında bir zenginlik olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Bu nedenle bu davetsiz misafirin davranışını saygı çerçevesinde ve bir kültür farkı olarak görüp biraz da hoşgörülü davranmak da örnek bir davranış sayılmalıdır.
Tıpkı bir bukalemun gibi, farklı şehirlerde, farklı kültürlere uyum sağlamak için mücadele etsek de kendi rengimizi asla unutmayız. ”Bukalemun” dedim ya, sakın yanlış anlaşılmasın; çünkü farklı coğrafyalarda, farklı kültürlere adapte olmaya çalışmak pek de kolay olmuyor. Onları anlamak, orada tutunmak, kaynaşmak ve anlaşmak için bunun tarifi bir bukalemundur benim nazarımda… Ama yine de söylemek gerekir ki bukalemun bulduğu ortama göre değişse de bu uyum içerisinde hepimiz biraz da kendi kültürümüzü taşırız gittiğimiz yerlere.
Elbette gibi bizim kültürümüzün de hep bir rengi vardır. Bunun özellikle en eğlenceli kısmı da eski kelimelerin çok kullanıldığı yörelerimizde, oraya özgü konuşmamızla ilgili. Doğduğumuz topraklarda halkımız çoğu zaman kendilerine özgü esprileriyle konuşurken bizler ilk kültür kazanımlarımızı yükleyen coğrafyadan ne kadar uzaklaşmış olsak da onlara uyum sağlamakta zorlanmayız. Diğer taraftan da kendi evimizde çocuklarımızın yanında her şeyin yine aslına döndüğünü de unutmayalım.
Hızla ilerleyen teknoloji yeni nesilleri etkisi altına alsa da atalarımızın mirası masallar ve ninnilerle büyüttüğümüz çocuklarımızın hem hayal dünyalarını geliştirmek hem de onlara aile içinde kendi kültürümüzü yaşatmak her ebeveynin görevidir diye düşünüyorum.
Aslında uygarlık aynı zamanda evrensel bir kavramdır. Ancak yerel kültür de bir toplumun duygusunu, düşüncesini, inancını, üretim biçimini yansıtan vazgeçilmez bir yöresel tarzdır. Bizim için kültür bazen kulakları çınlatmaktır, ninelerimizi, onlar gibi bütün çınarlarımızı anmaktır, kaybolmalarını engellemek için var olan mührün mürekkebini yenilemektir.
Eğer bir gün misafirimiz olursanız kendi kültürümün diyeseklerini söyler kendi kültürümün yemeklerini sunar ve eski Türkçemin hala güncel olarak konuşulduğu kelimelerinden bahsederim. Ama siz de bana kendi kültürünüzle gelmelisiniz ki farklı kültürler arası etkileşimin kapılarını birlikte aralayalım…
Kültürlerimizi birlikte yaşayacağımız ve yaşatacağımız bir hoşgörü duygusuyla kalmak dileğiyle…