Kültür Bakanı Çelik: Allah İnsana Kendisini İnkar Etme Özgürlüğü Vermiştir

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, "Kuşkusuz Allah isteseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Tek tip bir insanoğlu yaratırdı. Allah insanları tek tip yaratmamıştır ve insanlara kendisini inkar etme özgürlüğü de vermiştir." dedi. Bütçe...

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, "Kuşkusuz Allah isteseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Tek tip bir insanoğlu yaratırdı. Allah insanları tek tip yaratmamıştır ve insanlara kendisini inkar etme özgürlüğü de vermiştir." dedi.

Bütçe Komisyonun'nda konuşan Çelik, "Dolayısıyla varoluşun esasında ontolojinin esasında özgürlük vardır. İnsan üzerinde mutlak tasarrufu olan Allah kendisini inkar etme özgürlüğünün yani o cüz'i iradeyi insana verdiğine göre hiçbir kimsenin elindeki yetki ile insanları tek tip, çoğulculuk karşıtı, çok dinlilik ve çok kültürlülük karşıtı bir hayata mahkum etme hakkı bana göre olmaması gerekir." ifadelerini kullandı.

Kültür Bakanı Ömer Çelik, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ile Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı'nın bütçelerine ilişkin milletvekillerinin sorularını cevapladı. Çelik, konuşmasının başında kendisinin çoğulculuktan yana olduğunu ve bakanlıktaki yaklaşımının da bu minvalde olduğunu söyledi.

YAFA'DAKİ TABELA

Çoğulculuğun Türk ve İslam kültürlerinde yaşandığını anlatan Bakan Çelik, buna örnek olarak Kudüs'te eski kentin Yafa kapısını örnek verdi. Osmanlıların Yafa kapısını yeniden yaptırdığında kapıya "La ilaha illlallah Muhammed'un Resulullah" yazılmak istendiğini; ancak buna ilk önce Osmannlı ulemasının kentteki Hristiyan ve Yahudileri gözeterek karşı çıktığını anlattı. Çelik, bu yüzden de Osmanlıların Yafa kapısına "La ilahe illallah İbrahim Halilullah" yazısını astıklarını kaydetti.

Aslında İslam kültürünün "çoğulculuğun asli köklerine sahip" olduğunu söyleyen Çelik, "Ama bugün utanç verici olan şudur: Avrupa'nın Ortaçağ'da yaşadığı birbirinin kimliği, mezhebi ve etnik grubu yüzünden öldürme en çok bizim coğrafyamızda meydana geliyor. Buradaki çelişki bizim siyasetçiler olarak da bölgede yaşayan insanlar olarak da önümüzdeki en büyük çelişki olarak duruyor." diye konuştu.

'ALLAH İNSANA KENDİSİNİ İNKAR ETME ÖZGÜRLÜĞÜ VERMİŞTİR'

Çelik, ardından sözlerini şöyle sürdürdü: "Şimdi siyasal iktidarın tanımı şu; en basit lise düzeyindeki siyaset bilimi kitabını açtığımızda iktidar iradesine karşı konulmasında bile hükmünü yürüten yüce iktidar denir. Bu tabi demokratik iktidar olduğu zaman başka başka mekanizmalarla denetlenen iktidara dönüşür. Ve denetleme mekanizmaları üzerinden varlığını demokrasi tanımlar. Ama iktidarın en pahasına olursa olsun korunmasına dair Machiavelli'nin teorisinde iktidarın ne pahasına olsun olsun yıkılması gerektiğine dair anarşizmin babası Bakunin'in söylediklerine kadar geniş bir yelpaze vardır. Bunu şunun için anlatıyorum. Kuşkusuz bu kadar geniş bir yelpaze içerisinde her iktidar biçiminin kültür ve sanatla kurduğu ilişki biçimi de farklılaşıyor ve bir geleneğe dönüşüyor. Fakat biz kendi inancımız açısından en basit argüman olarak şunu biliriz. Kuşkusuz Allah isteseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Tek tip bir insanoğlu yaratırdı. Allah insanları tek tip yaratmamıştır ve insanlara kendisini inkar etme özgürlüğü de vermiştir. Dolayısıyla varoluşun esasında ontolojinin esasında özgürlük vardır. İnsan üzerinde mutlak tasarrufu olan Allah kendisini inkar etme özgürlüğünün yani o cüz'i iradeyi insana verdiğine göre hiçbir kimsenin elindeki yetki ile insanları tek tip çoğulculuk karşıtı çok dinlilik ve çok kültürlülük karşıtı bir hayata mahkum etme hakkı bana göre olmaması gerekir."

ÖZEL TİYATROLARA DESTEK

Çelik, milletvekillerinin bazı özel tiyatrolar desteklenirken bazılarının desteklenmemesi konusundaki sorularına ise şöyle cevap verdi: "Özel tiyatrolara sahnesini oturtması ve oyunun seyirciyle buluşmasına imkan sağlamak için destek veriyoruz, ancak 10 yıldır aynı tiyatrolar destek almış. Peki ben genç insanlara kaynak aktarmayacak mıyım? 10 yıldır sahnesini oturtamamış birisine sırf ideolojik sebeplerle destek vermeye devam mı edeceğim? Niçin ona destek veriyorum da diğerine vermiyorum diye bir soru sorulduğunda bunun mantıki izahı ne olacaktır? Bunun sebebi şudur: Bir tiyatroya destek verirsiniz, 3 sene geçer, 4 sene geçer sahnesini oturtuyorsa oturtur, oturtamıyorsa arkadan gelen yeni insanlara bu kaynağı aktarmak zorundayız. Bu yapıldığı zaman '10 yıldır destek alıyorum, 11 yıl daha 20 yıl daha alacağım', olmaz. Ben İstanbul'daki gençlere de yeni tiyatrolara da Hakkari'dekine de Trabzon'dakine de destek vermek zorundayım."

FAZIL SAY'IN ESERLERİ

Gece geç saatlere kadar süren komisyonda en çok konuşulan konuların başında ise sanatçı Fazıl Say geldi. Kültür Bakanı Çelik, Fazıl Say'ın eserlerinin çalınmadığı ya da oynanmadığına ilişkin iddialar hakkında ise kendisinin bir veri istediğini ve buna göre Fazıl Say'ın kendinden önceki 2 senede eserlerinin hiç icra edilmediğini gördüğünü söyledi. Çelik, buna rağmen o dönemde hiçbir şekilde sansür iddialarının gündeme gelmediğini kaydetti. Çelik, "Bu durumda kimseden hiç ses çıkmamış. Yapılan tüm açıklamalara, yayınlanan tekziplere rağmen hala eserin sahnelenmediği iddia ediliyorsa bu reklam kampanyasıdır. Ama bunu hem sanatçı hem onun arkasından siyasi arkadaşlarımız iddia ederse biz buna şaşırır ve üzülürüz. Benden önceki senelerde 2 sene üst üste hiç oynanmadığı halde bununla ilgili ne kendisi ne siyasiler hiçbir şey gündeme getirmemiş. Şimdi oynandığı halde sansürden bahsediliyor. Buradaki manipülasyonu herkesin takdirine sunuyorum." ifadelerini kullandı.

MACBETH'İN SANSÜRLENMESİ

Konuşmasında Macbeth oyununa sansür getirildiği iddialarına da cevap veren Çelik, bunun doğru olmadığını savundu: "Shakespeare oynanmayan bir ülke yok ülkedir. Öyle bir ülkenin ne varlığından ne isminden bahsedilir. Ben kişisel olarak da Shakespeare'i çok severim. Bu bakanlığın perspektifi içinde de çok merkezi bir rol alır Shakespeare. Macbeth isimli oyunun kaldırılması gibi bir şey söz konusu değil. Kasım ayı taslak planında olan oyunun dekoru aynı sahnede Türkiye prömiyeri yapacak bir başka Shakespeare oyunun genel provalarına teknik engel oluşturduğu için Macbeth adlı oyun olası seyirci mağduriyeti de öngörülmek suretiyle aralık ayı programında ek 2 hafta olarak planlandı."

ATANAMAYAN ARKEOLOGLAR

Bakan Çelik, milletvekillerinin atanamayan arkeolog ve sanat tarihçileriyle ilgili sorusuna cevaben de ihtiyaç dahilinde talep edebileceğini, kadro çıkarsa da değerlendirebileceğini söyledi. Ancak Çelik, genel anlamda bakıldığında her mezunun kendi alanıyla istihdam edilmesinin mümkün olamayacağını kaydetti. Çelik, "Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı'ndan KPSS puan sırasına göre arkeolog, sanat tarihçisi ve hititoloji unvanlarında personel alımı istemişiz. Söz konusu talebimizin yıl içinde sonuçlanmaması halinde 2015 yılında da teklifimizi yineleyeceğiz." bilgisini verdi.

'TÜRKÇEYİ KULLANMA AÇISINDAN FACİA DURUMDAYIZ'

Türkçe kullanımının giderek kötüleşmesi konusundaki eleştirilere ise az kitap okunduğundan örnek veren Çelik, "İkinci Dünya Savaşı çıktığında İngiliz kralının verdiği ilk emir donanmaya ya da kara kuvvetlerine değil, verdiği ilk emir şudur: Milli Kütüphaneyi koruma altına alın. Çünkü siz donanmada gemi kaybeder yerine koyarsınız asker kaybeder yerine koyarsınız ama milli kütüphaneyi kaybettiğiniz zaman yerine koyamazsınız. Devletin ve milletin sürekliliği oradadır. Bu kitap okuma meselesi, giderek geriye gidiyoruz. Türkçe'yi kullanma açısından bir facia durumundayız. En temel şeylerde gramer hatası var ve kitap okuma meselesinde geriye gitmemizin entelektüel bir gerilik olduğunu düşünmeyelim, hayatın bütün alanlarında bir idrak gerilemesine yol açar bu." dedi.

RİSALE-İ NUR'LAR

Çelik, Telif Hakları Kanunu ve Risale-i Nur'a ilişkin sorular üzerine ise eserin telif sorununa ilişkin şöyle konuştu: "Bize bir başvuru geldi. Başvuru şu, şikayet; Risale-i Nur basanların hiçbirinin basma yetkisi yoktur. Çünkü hiçbir yasal varis değildir diye. Biz bir araştırdık ki hakikaten biz bakanlık olarak bandrol vermekle suç işliyoruz. Çünkü bandrol verdiğimiz yayınevlerinin müellifin ölümünden henüz 70 yıl geçmediği için müellifinin varislerinin hakkı var kitap üzerinde. 70 yıl geçseydi isteyen istediği gibi basabilirdi. Ama 70 yıl geçmediği için bizim bandrol verme hakkımız yok, yasal mirasçılardan vekaletname getirilmediği müddetçe. Yasaklama mı yaptık başka bir şey mi yaptık. Sonra şunu bunu veremeyeceğimize göre bu basılsın diye de toplumun önemli bir kesiminden önemli bir talep var. Bir de tabi müellif bütün hayatı boyunca her gördüğüne bu kitapların tahrif olmaması ile ilgili vasiyet ve tembihte bulunmuş. Bir de bunu tahrif edenler var. Netice olarak yapacağımız iki şey var; bandrol vermeyeceğiz ve eserler basılmayacak. Gidecek yayınevleri yasal varislerden vekaletname alacak. Yasal varislerden bir tanesi galiba kardeşinin kızı Saadet Hanımefendi 'ben hiç kimseye vekaletname vermiyorum kim ne yapıyorsa yapsın' demiş. Bu durumda bu yol da kapandığı için eserlerin basılabilmesinin tek yolu bunun devlet eliyle basılmasına imkan sağlamak. Aksi takdirde eser ebediyen basılamayaak. Böyle bir eser toplumda önemli karşılığı olan sivil yapılanmaların bu kadar önemsediği bir eser basılamadığı zaman da ciddi bir travma çıkacak. Biz mi basacağız, hayır biz basmayacağız. Biz bunu Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredeceğiz. O da sadece tahrifat ile ilgili kısmını korumakla görevli bir vakfa ya da başka bir yere devredecek. Bir eser var ortada, bizim kültür tarihimiz açısından siyaset tarihimiz açısından önemli, müellif vefat etmiş ve ölümünün üzerinden 70 yıl geçmemiş, mirasçıları bulunamıyor ya da mirasçılar vekaletname vermiyor. Bu eseri basmayacak mıyız. Biz bu tip eserlerin basılmasına yol açan bir yöntem geliştirdik. Yasal varisler gelir de 'hayır ben bundan normal telif hakkımı almak' isterse onu da kanuna derç ettik. Makul bir şekilde o telifini alacak. Ya da hiçbir yasal varisi olmayan bir kitabı biz tutup bastık, üstünden 70 yıl geçmemiş ama o 70 yıl içinde yasal varisleri çıktı geldi. Dedi ki benim kitap üzerinde hakkım var ona bu şey ödenecek. Burada önemli olan kitabın basılmasını sağlamak, aksi takdirde kitap basılamıyor. Biz devletleştirme ya da yasaklama değil kitabın basılabilmesine yönelik özgürlük kapısını açmış olduk. Yoksa kitap basılamayacak. Biz bu kanunu çıkarmasaydık bu eser ebediyen basılmayacaktı, böyle kalacaktı. Biz bandrol veremeyecektik."

Milletvekillerinin, kanunun kitabın yasaklanması anlamına da gelebileceğini söylemeleri üzerine ise Çelik, "Biz yayın zorunluluğu getirmişiz, kanunda var. Kimse basmazsa devlet basacak. Eserin hayatiyetinin korunması ile ilgili kanuna zorunluluk derç etmişiz biz. Eğer kimse devralmıyorsa üzerine eninde sonunda devlet basacak." diye konuştu. CİHAN

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Politika Haberleri