KUKUMAV KUŞU

Esat Ergener

“Konuşacak çok şey var ama konuşacak kimse kalmadı.”

Maraş depreminde arama kurtarma faaliyetleri için sahaya gittiğimiz zaman görmüştüm bu duvar yazısını. Hemen fotoğrafını çekmiştim, ânı en iyi anlatan cümle olduğu için. Üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen, halen beni derinden etkilediği için de üzerine düşünürüm sık sık.

Bu düşünmelerimin bir sebebi de, aslında böyle bir acıyı direkt yaşamayanlardan olsak da, gün geçtikçe içerisinde bulunduğumuz hayatı daha da iyi özetleyen bir duvar yazısı olmasından olabilir.

Telefon rehberimizden binlerce kişi kayıtlı. Sosyal medyadan takip ettiğimiz on binlerce insan var. Her gün yüzlerce insanla muhatap oluyoruz. Ama öyle zamanlar oluyor ki, sanki dünyada yaşayan sadece biz varız. Kimseye derdimizi anlatamıyor, ruhumuzdaki büyük kavgadan bahsedemiyoruz. Derbedere bağlıyor, eskilerin tabiri ile, “kukumav kuşu” gibi düşünüp duruyoruz.

Böyle durumlarda aslında yapılacak da çok basit; aslımıza rücu etmek. Başka bir şey değil.

Peki nedir aslımız?

Sosyal medyada namaz sonrası dua eden bir amcamızın videosu var denk geldiyseniz. Öyle içten dua ediyor ki, sanki Rabbimizle konuşuyor, ona derdini anlatıyor. Bilmedikleri varsa göstermesini, ona yardım etmesini rica ediyor. İzlerken dahi insanın gözü yaşarıyor.

İnsanoğlunun nankör olduğu aşikâr. Bunu ispata gerek yok. Boşa zaman kaybı olur zira.

Bizlerin de her yaptığı, dediği illaki doğru değil. Zira doğru tek değildir.

Hak tektir, eyvallah.

Ama doğru zamana, kişiye, coğrafyaya, mevsime, yaşa, cinsiyete göre değişebilir.

Bugün Konya’da yaz mevsiminde montla gezmek nasıl bir manyaklık olacaksa, Alaska’da da tişörtle gezmek aynı derecede manyaklık olacaktır. Konya’nın doğrusu tişört ile gezmek iken, Alaska’nın doğrusu montla dışarıya çıkmaktır.

Demokrasi dediğimiz kavram da bundan dolayı çıkmamış mıdır zaten?

Ülkemizde yaşayan 90 milyona yakın insan ve her birinin kendine göre doğrusu var. En fazla buluşulan doğruları isteyen kişiler seçimle yöneticimiz oluyor. Kalanın beklediği tek şey, kendi doğrularına da izin verilmesi veya saygı duyulması. Bunu yapabilen bir siyasi hareket adil olurken, izin vermeyenlerin tamamı “zorba” olarak tarihin tozlu yapraklarında yerini almaktadır.

Ancak mevzu hak olduğu zaman, sütün beyaz olduğunu veya iki kere ikinin dört olmadığını iddia edenlerle tartışmaya geldiği zaman mevzu, durum değişiyor.

Aslında bugünkü arkadaşlardaki bereketsizlik de buradan geliyor.

Etrafımızda, rehberimizde, hesaplarımızda on binlerce isim bulunmasına rağmen yaşadığımız yalnızlıktan bahsediyorum.

Kimsenin doğrusuna sözümüz yok.

İsteyen sakal bıraksın isteyen saçını mor yapsın. En nihayetinde her biri ile ilgili hesaba çekileceğimize inandığımız bir ahiret var. Ve orada her koyun kendi bacağından asılacak.

Ancak mevzu hak olunca, milletin refaha kavuşmasını istemek olunca, eğitimin düzelmesi, adaletin tekraren tahsis edilmesi, insanca yaşamı istemek olunca, burada işler değişiyor. En nihayetinde bu ülkede yaşayan herkesin en temel hakkı ve hak olan da bu.

Buna karşı gelenleri, yanında duruyormuş gibi gözüken ama alttan alta halkı hor gören ikiyüzlüleri gördüğüm yerde üzerlerine koşmak, kürekle ağızlarının üzerlerine vurmak geliyor içimden.

Sonra bakıyorum çevreme, yahu herkes memnun. Bu haksızlığa sesini çıkarmıyor. Ses çıkartanlara cık cık çekiyor. Ve dahi bazen karşı çıkıyor.

Diyorum ki o zaman da “Bana ne?”

Kendi düşen ağlamaz en nihayetinde, değil mi?

Söylemlerimiz, yazılarımız, paylaştıklarımız hep ümmet iyi olsun, vatandaş refaha kavuşsun, komşumuz aç yatmasın niyetiyle.

Peki, insan istenmediği yerde durmalı mı?

O da artık herkesin takdiri.

Dileyen Pollyanna’cılık oynar, dileyen de bizim gibi yukarıdaki duvar yazısı ile dost olur.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.