XVII. Yüzyılda, İstanbul’da Venedik Cumhuriyeti'ni temsil eden Büyükelçi Ottaviano Bon; “Büyük Efendi’nin Sarayı” isimli kitabında,Türkler ve bahçe zevkiyle ilgili bazı bilgiler verir:
“Gerçekten bir Türk, yaz mevsiminde güzel bir bahçede bulunmaktan büyük zevk alır ve duygularını tatmin eder. Böyle bir yere gelir gelmez (orası kendinin olsun ya da kendisini yürekli duyumlasın), giysilerinin üst bölümünü çıkarıp bir yana koyar, yenlerini sıvazlar, düğmelerini çözer, göğsünü eğer varsa rüzgâra açar; yoksa yelpazesini kullanır, ya da hizmetkârı onu yelpazeler. Keza, temiz hava almak için yüksekçe bir yerde durur, silahlarını çıkarır (bir karabatak kuşunun fırtınadan sonra bir kayanın üstüne çıkıp kanatlarını güneşe açması gibi) doğayla buluşur, açık havayı ruhuna, yaşamına ve zevklerine eş yapar, mutlu olur; daima ve hemen memnunluğunu belirtir (orada geçirdiği tatlı zaman içinde), o bahçe (onun için) cennetten başka bir şey değildir. Onun çiçeklerini göğsüne doldurur, sarığını çiçeklerle süsler, tatlı kokularını koklar; bazen rastlantı olarak sevgilisinin adını taşıyan güzel bir çiçeğe şarkı çağırır; sanki o anda o da orada imiş gibi, büyük bir şevkle sözcükler söyler ve bir bahçede bir parça et (ona göre) başka yerde bulabileceği en güzel yiyeceklerden daha iyi gelir.”
Mesele sadece bağ bahçe sevgisi değildir; ayrıntılardan, küçük basit gibi gözüken şeylerden, maddî-manevî ikramlardan alınan haz, şükür, minnet, derleyiş, anlamlar ve farkındalıklar. Varlıkla iletişim, sırf kendimize mahkûm olmama…
Niyetim geçmiş güzellemesi, mazi methiyesi yapmak veya sadece dünden küçük bir kesit sunmak değil. Yoksa şahsımıza mahsus yahut değil, geride kalanlardan azâde bugüne ait nice güzelliklerle karşılaşıyoruz dünyada.
Sırf kendimize yönelsek, güzellikleri ve lütufları ziyadesiyle görebileceğiz. Bir derin bakış, bir sevgi yakışı, göksel bir akış, bir muhabbet çakışı.
Fakat bazı incelikleri kaybediyoruz. Kalp hassasiyetine bağlı bir zevk letafeti, yürek titreyişleri, akabinde Yaratıcıyla kurulan bağlar, genişleyen şümullü bir sevgi tadı.
Darlıklarda, yokluklarda devreye giren; olayla acı ve darbeyle ilgili bir itidal, ihtiyat payı. İlk ham duyguları hemen boşaltmama; olayların gelişini gidişini Allah’a mâl etme ve güven. Dumana değil de, üzüntülerimizi yele vermek.
Çiçeklerin, börtü böceğin yalnızca Yunus’la değil, derecesine göre herkesle konuşması, her seviyeden bir muhabbet lisanı. Başkalarına da sirayet eden gönül tebessümleri, gülümseyişleri.
Azaların güzelliğe doğru kıvrılış, bükülüş, eğilişleri. Varlığa karşı rikkat, dikkat ve şefkat.
Harap taraflarımızı inşâ ve mamur etme gayreti; emeğin serveti.
Kale gibi gönüllerde ve içindeki burçlarda okunan ezanlar. Elini hiç bırakmayacağınız, gönül(lü) birkaç gizli kahraman. Gökkuşağı çizme lezzeti.
Büyük yürüyüşümüzde, yanımıza alacağımız tek şey; kalp seferleri… Kelebek uçuşu, kumru selâmı, turna süzülüşü…
Gizli bahçeleri sezmek; yolun sonunda ölümü gördüğümüz gibi, baharları da keşfetmek bilmek.
Ve hayattan sizin süzdükleriniz. Besleyip, mayalandırdığınız kalbiniz, bebeğiniz…
Sadece ölünce geriye bıraktıklarımız, alelâde şeyler değil; her ânı, saati değerlendirme, mükemmelleştirme kaygı ve iradesi.
Küçük şeyler, inanılmaz sevinçler yaşatırdı. Hayat suyu, ıstırabıyla neşesiyle harikaydı enfesti.