Önceki yazımda değerli girişimler içinde olan Pankobirlik ve Konya Şeker A.Ş. yönetim kurulu başkanı Sayın Recep Konuk’a, Selçuk Üniversitesi tarafından tevdi edilen Ziraat ve İşletme alanında “Onursal Fahri Doktora Diploması verilme” törenindeki ilk kısımları sunmuştum.
Sayın Konuk konuşmaya davet edilince önce heyecanından duraklama yapmışsa da. Sonra öyle bir açılım yaptı ki…
“Bu vesile ile sizlere duyurmak fırsatı bulduğum için zamanınızı özür dileyerek almış olacağım ama söylemek istiyorum…” diye başladığı konuşmanın her cümlesi bir değer taşımakta.
Sadece oradakileri değil Türkiye’yi kapsayan ve ibretle dinlenmesi öğrenilmesi için gerekçeleri ve gerekenleri ortaya açıvermişti. Asıl açılım buradan başlanmalı idi ama…
Ne yazık ki Devlet, Hükümet ve siyasilerimiz bu yönlere gidecekleri yerde, bendenizin de defalarca vurgulayarak yazdığım gibi, tembelliğimiz, kolay yaşam isteğimiz hatta yabancılara peşkeşçiliğimiz maalesef gırla gitmekte.
Hem de Devlet, Hükümet ve Siyasilerimiz yanında bilhassa gençlerimizin ilgilenmesi de gereken bu sözlerin elbette halkımızca da görülmesi yerinde olur diye düşünmekteyim.
Bilhassa gençler için “Şimdi size sormak istiyorum. Bu salonda Ziraat eğitimi alan gençler de var. İçinizde mutlaka köyden gelip de bu sıralarda oturanlar da vardır. Okulunu bitirince köye dönüp tarımla uğraşmak isteyen var mı?...” diyerek bunun açıklamasını yapmasında ki haklılık yabana atılacak gibi değil.
Gelin ve kusura bakmayın. Tamamen siyaset dışı ama Türkiye meselelerini içine alan bu konuşmayı ister okuyun veya okumayın.
“Neden hep geri kalıyoruz?” Düşünüşlerinin asıl sebeplerini önümüze seren bu konuşma için bir düşünün ve mümkünse etrafınızı da bilgilendirmenizin de fayda olacağı kanısında olun.
Belki, akıllara gelebilecek “Galiba Recep Konuk reklamı yapıyor” düşüncesine karşıda açıklama yapayım.
Sayın Konukla değil karşı karşıya gelmek uzaktan bile görmüşlüğüm yoktur. Sadece medyada gördüklerimle tanırım. Her hangi bir toplantısında da bulunmadım. İlk defa görmekteyim. Kısacası hiçbir menfaat ve alış verişim bulunamaz ve Sayın Konuk’un da ihtiyacı yok.
Özetlemede mana değişikliği verebilecek bu konuşmayı aynen vermek bu günkü köşeye sığmayacağından devamını gelecek yazılarımda sunmak isterken doğrudan konuşmayı aynen almış olmaktayım.
***
“Ülkemizin en köklü üniversitelerinden, en saygın bilim merkezlerinden birinde ve onun çok kıymetli bilim adamlarının önerisiyle Onursal Doktor payesi takdim töreni için, bu kürsüde olmak hem heyecanımızı arttırıyor, hem bundan sonrasında üstlendiğimiz sorumluluğu daha da önemli hale getiriyor, hem de gelecekte yapacaklarımız, yapabileceklerimiz konusunda bizi teşvik ediyor, cesaretlendiriyor.
Bizim asıl uğraş alanımız malum; Tarım, yani çiftçilik, kooperatifçilik ve sanayicilik. Dikkat edeceğiniz üzere asıl iştigal konumuzu oluşturan bu alanların hepsi de sorunlarına çözüm arıyor, mesafe kat etmeye çalışıyor.
Tarım, yıllardır yapısal sorunlarının çözümünü bekliyor. Kooperatifçilik istisnaları dışında Kıta Avrupa’sı ve gelişmiş ülkelerdeki asli işlevini görecek gelişme ve örgütlenmeyi henüz ülkemizde gerçekleştiremedi. Ne ekonomik etkinlik, ne örgütlenme yapısı, ne de hukuki altyapı olarak istenen düzeye maalesef gelemedi. Ve sanayi, özellikle de tarımsal sanayi hem yapısal sorunların aşılmasını, üretimin teşvik edilmesini, rekabetçi yapımızı engelleyen unsurların ortadan kaldırılmasını, hem de bir türlü istenen seviyeye gelemeyen tarım sanayi entegrasyonunun artık sloganlardan çıkarılmasını sağlayacak somut adımların atılmasını bekliyor.
……
Cumhuriyet kurulduğunda nüfusumuz 12,5 milyondu ve bu nüfusun yaklaşık dörtte üçü köylüydü. Geçimini tarımdan sağlıyordu. Yani bütün ülkenin hemen hemen tek üretiminin tarımsal üretim olduğunu söyleyebiliriz o yıllar için. O yıllar geride kaldı. Artık Türkiye’nin nüfusu 70,5 milyon ve toplam üretimimiz içinde sanayi ve hizmetler sektörünün payı daha fazla, tarım sektörünün payı geriledi. Köy nüfusu da toplam nüfusumuzun yaklaşık dörtte biri. Cumhuriyetin kuruluşunda “Köylü milletin efendisidir” yaklaşımı hâkimdi. Nitekim bu yaklaşımın bir eseri olarak genç Cumhuriyetimizin ilk icraatlarından biri Aşar vergisinin kaldırılması oldu.
Yoksul Cumhuriyet Âşar (Öşür) Vergisini 1925 yılında kaldırdı. Kuruluşundan 14 ay sonra ve Âşar, Devlet bütçesinin %40’ını teşkil ettiği halde. 1927’de nüfusumuz 13,6 milyondu. Bu nüfusun 10 milyonu köylerde yaşıyor ve geçimini çiftçilikle sağlıyordu.
Şimdiki asker, sivil bürokratların, siyasetçilerin, hatta sanatçıların büyük çoğunluğunun bir veya iki kuşak öncesi köylüdür. İstisnaları hariç sermayedarların, girişimcilerin, sanayicilerin birkaç kuşak önceki ataları da çiftçidir. Kültür elçisi sanatçılarımız o köylerin çocukları, karar vericilerimiz hala Köylü çocukları veya torunlarıdır. Belki bu salondaki değerli akademisyenlerimizin birçoğu da eğitim hayatını pancar parasıyla, Tütün parasıyla, Fındık parasıyla, Buğday parasıyla tamamladı. Anadolu’nun bereketli toprakları hem çocuklarını eğitti, hem insanımızın karnını doyurdu hem de kurtuluş savaşı sonrası sermayedarı, sanayicisi, tüccarı kalmamış ülkemizde sermaye birikmesine vesile oldu.
Şunu söylemek istiyorum; Türkiye’de Cumhuriyet kurulalı henüz 86 yıl oldu. O Cumhuriyetin yaşam biçimi de demografik yapısı da köylüydü. O köylüler aydın olduğu için sanatçı yetiştirdi. Bilim adamı, Sanayici yetiştirdi ve sermaye de büyük oranda tarımsal üretimden birikti.
Ancak başta da söyledim, GSYİH içinde tarımın payı düştükçe itibarı ve algısı da değişmeye başladı. Tarım milli ekonominin üzerinde yükmüş gibi takdim edilmeye başlandı. İhracatımızın içinde tarım ürünlerinin payının hem oransal hem de nicel olarak azalmasına sevinildi. Bu durum sanayileşmemizin ve kalkınmamızın göstergesi olarak ifade edildi. Elbette ki ülkemizde sanayi üretimi artmalı, tarım ürünleri ihracatımız sanayi ürünü ihracatımıza göre oransal olarak daha az olmalı. Hizmetler sektörümüz de alabildiğine gelişmeli. Ancak bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum, tarımsal ürünlerde net ithalatınızla net ihracatınız arasında önceki yıllara göre denge bozulmuşsa burada bir problem vardır.
Kaldı ki, bu sektörler bir birinin rakibi değil tamamlayıcısıdır. Bizim ülkemizin sanayi sektörü de, hizmetler sektörü de tarım sektörü de gelişsin. Daha fazla hizmet, daha fazla mamul madde, daha fazla ürün üretilsin. Nitekim büyük ekonomilerin, gelişmiş ülkelerin yapılarına bakın, hem dünyanın etkin sanayi ve teknoloji ürünü ihracatçısı, hem hizmet sağlayıcısı hem de dünya tarım ürünleri piyasalarının en belirleyici, en etkin aktörleri olduklarını görürsünüz.
Bu tespitle konuşmama başlamam sakın sektörden yükselen bir bize haksızlık edildi feryadı olarak algılanmasın öyle bir şey yok. Ancak şunu belirtmem lazım ülke nüfusumuzun hala yaklaşık dörtte biri köylerde yaşıyor, tarımsal faaliyetini sürdürerek ayakta kalmaya çalışıyor, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (Ekin) Rakamları, Sektör Payı, Tarımın Rekabet Gücü gibi ekonomik yaklaşımlar ve değerlendirmelerden daha önemli bir husus var. O insanlar bizim insanımız ve oralara, o insanlara insanı özne kabul eden bir bakış açısı ile el uzatmaya mecburuz. Ülkemizdeki her kesimin ve herkesin bu yaklaşımı beklemeye hakkı var. Bu yaklaşımın egemen olduğu bir sistemde şundan emin olabilirsiniz, borsa tahtası yıkıldığı zaman, yükselme döneminde o refahtan pay almayanların üstüne yıkılmaz, kur oynadığı zaman fukara daha da fukaralaşmaz, üniversiteli gençler, üniversite kazanma sevincini yaşayamadan mezun olunca ne iş yapacağım endişesine kapılmaz.
***
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…
Devam Edecek
Sayın Konuk konuşmaya davet edilince önce heyecanından duraklama yapmışsa da. Sonra öyle bir açılım yaptı ki…
“Bu vesile ile sizlere duyurmak fırsatı bulduğum için zamanınızı özür dileyerek almış olacağım ama söylemek istiyorum…” diye başladığı konuşmanın her cümlesi bir değer taşımakta.
Sadece oradakileri değil Türkiye’yi kapsayan ve ibretle dinlenmesi öğrenilmesi için gerekçeleri ve gerekenleri ortaya açıvermişti. Asıl açılım buradan başlanmalı idi ama…
Ne yazık ki Devlet, Hükümet ve siyasilerimiz bu yönlere gidecekleri yerde, bendenizin de defalarca vurgulayarak yazdığım gibi, tembelliğimiz, kolay yaşam isteğimiz hatta yabancılara peşkeşçiliğimiz maalesef gırla gitmekte.
Hem de Devlet, Hükümet ve Siyasilerimiz yanında bilhassa gençlerimizin ilgilenmesi de gereken bu sözlerin elbette halkımızca da görülmesi yerinde olur diye düşünmekteyim.
Bilhassa gençler için “Şimdi size sormak istiyorum. Bu salonda Ziraat eğitimi alan gençler de var. İçinizde mutlaka köyden gelip de bu sıralarda oturanlar da vardır. Okulunu bitirince köye dönüp tarımla uğraşmak isteyen var mı?...” diyerek bunun açıklamasını yapmasında ki haklılık yabana atılacak gibi değil.
Gelin ve kusura bakmayın. Tamamen siyaset dışı ama Türkiye meselelerini içine alan bu konuşmayı ister okuyun veya okumayın.
“Neden hep geri kalıyoruz?” Düşünüşlerinin asıl sebeplerini önümüze seren bu konuşma için bir düşünün ve mümkünse etrafınızı da bilgilendirmenizin de fayda olacağı kanısında olun.
Belki, akıllara gelebilecek “Galiba Recep Konuk reklamı yapıyor” düşüncesine karşıda açıklama yapayım.
Sayın Konukla değil karşı karşıya gelmek uzaktan bile görmüşlüğüm yoktur. Sadece medyada gördüklerimle tanırım. Her hangi bir toplantısında da bulunmadım. İlk defa görmekteyim. Kısacası hiçbir menfaat ve alış verişim bulunamaz ve Sayın Konuk’un da ihtiyacı yok.
Özetlemede mana değişikliği verebilecek bu konuşmayı aynen vermek bu günkü köşeye sığmayacağından devamını gelecek yazılarımda sunmak isterken doğrudan konuşmayı aynen almış olmaktayım.
***
“Ülkemizin en köklü üniversitelerinden, en saygın bilim merkezlerinden birinde ve onun çok kıymetli bilim adamlarının önerisiyle Onursal Doktor payesi takdim töreni için, bu kürsüde olmak hem heyecanımızı arttırıyor, hem bundan sonrasında üstlendiğimiz sorumluluğu daha da önemli hale getiriyor, hem de gelecekte yapacaklarımız, yapabileceklerimiz konusunda bizi teşvik ediyor, cesaretlendiriyor.
Bizim asıl uğraş alanımız malum; Tarım, yani çiftçilik, kooperatifçilik ve sanayicilik. Dikkat edeceğiniz üzere asıl iştigal konumuzu oluşturan bu alanların hepsi de sorunlarına çözüm arıyor, mesafe kat etmeye çalışıyor.
Tarım, yıllardır yapısal sorunlarının çözümünü bekliyor. Kooperatifçilik istisnaları dışında Kıta Avrupa’sı ve gelişmiş ülkelerdeki asli işlevini görecek gelişme ve örgütlenmeyi henüz ülkemizde gerçekleştiremedi. Ne ekonomik etkinlik, ne örgütlenme yapısı, ne de hukuki altyapı olarak istenen düzeye maalesef gelemedi. Ve sanayi, özellikle de tarımsal sanayi hem yapısal sorunların aşılmasını, üretimin teşvik edilmesini, rekabetçi yapımızı engelleyen unsurların ortadan kaldırılmasını, hem de bir türlü istenen seviyeye gelemeyen tarım sanayi entegrasyonunun artık sloganlardan çıkarılmasını sağlayacak somut adımların atılmasını bekliyor.
……
Cumhuriyet kurulduğunda nüfusumuz 12,5 milyondu ve bu nüfusun yaklaşık dörtte üçü köylüydü. Geçimini tarımdan sağlıyordu. Yani bütün ülkenin hemen hemen tek üretiminin tarımsal üretim olduğunu söyleyebiliriz o yıllar için. O yıllar geride kaldı. Artık Türkiye’nin nüfusu 70,5 milyon ve toplam üretimimiz içinde sanayi ve hizmetler sektörünün payı daha fazla, tarım sektörünün payı geriledi. Köy nüfusu da toplam nüfusumuzun yaklaşık dörtte biri. Cumhuriyetin kuruluşunda “Köylü milletin efendisidir” yaklaşımı hâkimdi. Nitekim bu yaklaşımın bir eseri olarak genç Cumhuriyetimizin ilk icraatlarından biri Aşar vergisinin kaldırılması oldu.
Yoksul Cumhuriyet Âşar (Öşür) Vergisini 1925 yılında kaldırdı. Kuruluşundan 14 ay sonra ve Âşar, Devlet bütçesinin %40’ını teşkil ettiği halde. 1927’de nüfusumuz 13,6 milyondu. Bu nüfusun 10 milyonu köylerde yaşıyor ve geçimini çiftçilikle sağlıyordu.
Şimdiki asker, sivil bürokratların, siyasetçilerin, hatta sanatçıların büyük çoğunluğunun bir veya iki kuşak öncesi köylüdür. İstisnaları hariç sermayedarların, girişimcilerin, sanayicilerin birkaç kuşak önceki ataları da çiftçidir. Kültür elçisi sanatçılarımız o köylerin çocukları, karar vericilerimiz hala Köylü çocukları veya torunlarıdır. Belki bu salondaki değerli akademisyenlerimizin birçoğu da eğitim hayatını pancar parasıyla, Tütün parasıyla, Fındık parasıyla, Buğday parasıyla tamamladı. Anadolu’nun bereketli toprakları hem çocuklarını eğitti, hem insanımızın karnını doyurdu hem de kurtuluş savaşı sonrası sermayedarı, sanayicisi, tüccarı kalmamış ülkemizde sermaye birikmesine vesile oldu.
Şunu söylemek istiyorum; Türkiye’de Cumhuriyet kurulalı henüz 86 yıl oldu. O Cumhuriyetin yaşam biçimi de demografik yapısı da köylüydü. O köylüler aydın olduğu için sanatçı yetiştirdi. Bilim adamı, Sanayici yetiştirdi ve sermaye de büyük oranda tarımsal üretimden birikti.
Ancak başta da söyledim, GSYİH içinde tarımın payı düştükçe itibarı ve algısı da değişmeye başladı. Tarım milli ekonominin üzerinde yükmüş gibi takdim edilmeye başlandı. İhracatımızın içinde tarım ürünlerinin payının hem oransal hem de nicel olarak azalmasına sevinildi. Bu durum sanayileşmemizin ve kalkınmamızın göstergesi olarak ifade edildi. Elbette ki ülkemizde sanayi üretimi artmalı, tarım ürünleri ihracatımız sanayi ürünü ihracatımıza göre oransal olarak daha az olmalı. Hizmetler sektörümüz de alabildiğine gelişmeli. Ancak bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum, tarımsal ürünlerde net ithalatınızla net ihracatınız arasında önceki yıllara göre denge bozulmuşsa burada bir problem vardır.
Kaldı ki, bu sektörler bir birinin rakibi değil tamamlayıcısıdır. Bizim ülkemizin sanayi sektörü de, hizmetler sektörü de tarım sektörü de gelişsin. Daha fazla hizmet, daha fazla mamul madde, daha fazla ürün üretilsin. Nitekim büyük ekonomilerin, gelişmiş ülkelerin yapılarına bakın, hem dünyanın etkin sanayi ve teknoloji ürünü ihracatçısı, hem hizmet sağlayıcısı hem de dünya tarım ürünleri piyasalarının en belirleyici, en etkin aktörleri olduklarını görürsünüz.
Bu tespitle konuşmama başlamam sakın sektörden yükselen bir bize haksızlık edildi feryadı olarak algılanmasın öyle bir şey yok. Ancak şunu belirtmem lazım ülke nüfusumuzun hala yaklaşık dörtte biri köylerde yaşıyor, tarımsal faaliyetini sürdürerek ayakta kalmaya çalışıyor, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (Ekin) Rakamları, Sektör Payı, Tarımın Rekabet Gücü gibi ekonomik yaklaşımlar ve değerlendirmelerden daha önemli bir husus var. O insanlar bizim insanımız ve oralara, o insanlara insanı özne kabul eden bir bakış açısı ile el uzatmaya mecburuz. Ülkemizdeki her kesimin ve herkesin bu yaklaşımı beklemeye hakkı var. Bu yaklaşımın egemen olduğu bir sistemde şundan emin olabilirsiniz, borsa tahtası yıkıldığı zaman, yükselme döneminde o refahtan pay almayanların üstüne yıkılmaz, kur oynadığı zaman fukara daha da fukaralaşmaz, üniversiteli gençler, üniversite kazanma sevincini yaşayamadan mezun olunca ne iş yapacağım endişesine kapılmaz.
***
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…
Devam Edecek