Müşahede köşe yazısı
Yaşamımdan inciler anlatımıma devam ediyorum.
Yaş ilerledikçe ki beş den sonra, etrafımda olanları çok iyi görmeye başlıyorum.
Nitekim okulun içi, muallim ve talebeler arası tedrisat ne durumdaydı? Ve diğer anlatımlarımı sunmak isterim.
Bilhassa bu günün öğretmenleri ile o zamanın muallimlerinin okul çalışmaları imkanlarını bir kıyaslasalar derim.
***
Taş duvarla yapılmış dışı sıvasız içi sıvalı evde üç kısma ayrılmış yer bulunmakta ve o zamanlar köy okulları 1939 yılına kadar üç sınıflı oluyordu.
Girişte zar zor çıkılabilen bir düz merdiven, girince karşısı açık uzun ve geniş hol, sağ taraf bina boyunda oda solda iki odanın biri muallim odası diğeri sınıf.
Sıralar uzunca oturma tahtası ve ayaklara tutundurulmuş ön tahta. Talebelerin sırası.
Rahmetli muallim babam Hasan Hüseyin kolları sıvayıp bir marangoz getirtti. Tahta bedava ve bol olunca…
Okulun girişine iki yanlı güzel merdiven ve üstü kapalı yer, sağdaki odayı ikiye bölüp iki sınıf olmasını sağlarken holün son kısmını da camekânla kapattı.
Ya sıralar. Eskiler atılıp modern okul sırası, Yazı tahtaları yaptırdı.
Bu işler devletten mi, ne gezer? köylü yardımı hatta kendi kesesinden de karışımla
Ancak 1950’den sonra yeni okullar yapımı ve sıraları oluşabilmişti…
***
Tedrisat nasıl idi? Üç sınıfa bir muallim oluyordu..
Üçüncü sınıfta derste iken, ikinci sınıftaki iyi bilen talebe, birinci sınıfa ders verirdi(!) muallim birinci sınıfta ise diğerleri kendi kendine ama arada bir yoklardı onları.
Mesela bir problem verir veya yazının kopyasını ister, yaparlarken arada gelip onları kontrol ederdi.
Şimdi üç saat dersini haftanın üç gününde veren öğretmenlerin durumu ile bir karşılaştırsak!
Yaşadıkları duruma hiç muhalefet ve şikâyetleri olmazdı ya şimdi!
Bunlar beş yaşımdan sonra belleğime yerleşmeye başlamıştı.
***
Birde önemli olay oldu.
Ben hep okula gelir birinci sınıftaki çocukların yanına oturur onların alfabesine bakardım.
Bir gün yine böyle otururken muallim babam çocuklara sıra ile alfabe okutuyordu.
Kenarda oturan beni görünce gülümseyerek lafın gelişi durumunda…
“Sen de okuyabilir misin” demişti. Ben “Okurum” deyince nerede ise inanmamanın tesiri ile kahkaha atacak durumda “Oku bakalım” deyince başladım “Abla top at…” diyerek sayfayı sözde bitirdim.
Babam hayretler içinde idi. Evde ve okulda hiçbir okuma yaptığımı görmemişti.
Duraklama sonrası “Peki aşağıdan yukarı oku bakalım” deyince harflerin hiç birini tanıyamayıp susunca…
Üç evladını kaybetmiş tek oğlu olan bana öyle bir şamar atıp…
“Bir daha öğrenmeden ezbere gidip okuma” dedi gitti.
O şamar bana hayatımda hep aklıma getirip ezber değil öğrenerek yapmayı öğretti nur içinde yatsın.
***
Gelelim köydeki insanların giyimine.
Kadınların güzel bir giyimi vardı. Hali vaktine göre pahalı pahasız kumaştan yapılmış entariler baştan aşağıya inerken beldeki kuşak sonrası sağ ve sol yanları yırtmaçlı idi.
Bunun altına ince ve renkli kumaştan yapılmış alt giyim ayak topuğuna kadar inmekte orada boğma yapılmakta idi bunun adına “büzme paça” deniliyordu.
Başlarında fes, fesin kenarı durumlarına göre zamanın on parası varlıklıların bilhassa gençlerin fesleri sarı ince altın pulla çevrili idi.
Kız çocuklarının entarilerinde yırtmaç yok. Büzme paça ve belde kuşak var başları ise açık.
Bayramlarda, düğünlerde. Renkli milli kıyafetleri giyerlerdi
Çocukların çoğu yalın ayak olsa da bazıları anaları gibi altı kabara çakılmış kalın derili kunduralar giyerler öyle kadın ayakkabısı yoktu.
***
Erkeklerin giyiminde şehirden alınmış kumaş değil o havaliler de yoğrularak tekmeleme ile yapılan, kara kıl kumaştan yapılma pantolon giyerlerdi.
Genç ve orta yaşlıların bazıları pantolonun yanları yelpaze gibi açık pantolon giyerlerdi bu şekil pantolonları Atatürk resimlerinde de görürüz. Adına “Kıl” diyorlardı.
Başlarında kasket ayaklarında aynı kadınlarınki gibi altı kabara çakılmış kalın deriden yapılan kunduraları giymekte idiler.
Bu kunduraları o zaman Pirlerkondu (şimdi Taşkent) köyündeki ustalar getirip satarlardı. Yelmez Köyü’nde de İsmail usta yapmakta idi.
Erkek çocukların on yaşlarına kadar olanların kıl kumaşından elbiseleri yok. Bunun yerine kaputtan yapılmış ayak topuğuna yakın kapalı don giymekte, üstlerinde de yine kaputtan yapılmış gömlek bulunmakta. Yalınayak gezerlerdi.
Okula gidenlerin hepsine kıl dokuma pantolonu giymelerini uğraşla sağlamıştı rahmetli babam. Ayaklarına da kundura giydirtti.
***
Gelecek yazımda devam ederiz inşallah.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…