Küresel sorunların, maddenin, siyasî ceberutluğun hükümran olduğu zamanlarda yaşıyoruz. Hayatı; insani veçheleriyle, manevî hüviyetimize yaraşır şekilde “anlamlı” yaşamak gittikçe zorlaşıyor. Mağdur durumdayız.
Dünyevi bir teferruat, ayrıntı zenginliği, tercih endişeleri, mecburi katlanmalar, yol seçenekleri bitmek tükenmek bilmez bir yığılma… Gündeliğin, popülerin, ucuz(cu)luğun pahalıya patlayan nüfuzu… Bu ağırlıkların altında kalıyoruz çoğu defa.
İnsan kendini kaptırdı mı, fuzulî bir yükün altına giriyor. Ve bütün insicamını, dengesini, ruh tadını yitirebiliyor. Kirleniyor, yılıyor.
Bilginin, malumatın dozunu, yönelişlerimizin doğrultusunu, hayat sevgisinin seyrini iyi ayarlamak lâzım. Çünkü seçmecesiz çeşitli vasatlarda gezmek, gelişigüzel gündemin içine dalmak; sabitelerimizin belirsizliği, merkezimizin seyyarlığı zihni teşevvüşe, moralsizliğe, direnç kırılmasına ve maneviyatımızın zedelenmesine sebebiyet veriyor.
Artan ümitsizlik, iç enerjimizi kırdığı gibi, bir “mağlup psikolojisine” de sokuyor, inanç zafiyetini derinleştirip; istihlâk edici o ruh halini ferdî ve maşerî yerleşik bir mizaç, köklü bir alışkanlık ya da yaşama üslûbu durumuna getiriyor.
Hâlbuki bizim her şeyden önce kendi bütünlüğümüzü korumamız, gayemizi gözden kaçırmamamız, hatta kulluk plânında daha dirayetli ve kararlı olmamız gerekiyor.
O sebeple de çeşitli yöntemlerle kendimizi korumamız, muhafaza etmemiz…
Belki hepimizin bir manevîyat odası/adası, derunumuzda hususî bir bölme, inziva yeri, hücresi olması icap ediyor. “Allah’ın yeri” …
Dış âlemin seslerini, binbir büyüleyici rengini, tazyikini biraz kısmak, silikleştirmek, sadeleşmek, çekilmek, hariçte ne olursa olsun “Sen içimdesin” diyebilmek.
Dağlara, inzivaya kaçmaktan söz etmiyorum; fenayla, gerilik, cehalet ve çürümeyle baş etmek için, içi tezyin etmekten bahsediyorum.
Tutkularımızın emellerimizin gerekirse canına kıyabileceğimizi, neye intisap ettiğimizi, bendeliğimizi, insanî hüviyetimizi göstermek.. sevgi bir alışverişse, ilişkiyse ilgimizi bağlarımızı yenilemek, ruh hareketlerini beslemek ve güçlendirmek, kalp haberlerine kulak vermek.. İbadetle nefeslenmek…
Gönül evlerine, iç mescitlere sık sık kaçmak, arınmak…
Daha doğrusu, gerektiğinde oradan kara(ya), küreiarza çıkmamız… Yani asıl dünyamızın ve merkezimizin yer değiştirmesi...
…
Tasavvuf bilimcisi, Yazar Ebubekir Siraceddin (Martin Lings), “insanın günahlarından korunma hakkından” söz ediyor. “Kendi içinde bir makro kozmos olan insan ırkının da, öz işlevine uymayı reddederek insanlıklarından çıkan insanlara karşı korunma hakkı vardır.” diyor.(Ali Bulaç, Nuh’un Gemisine Binmek, sh.216)
Korunma hakkı en evvel bir iç teçhizatını elzem kılıyor. Çünkü hayatımızda, insanlık tarihinde her zaman kara lekeler/delikler bulunacaktır.
Tehdit, saldırı insanlardan geldiği gibi, onun kurduğu bir dünyanın eylem araçlarından, karmaşa içindeki fikir dünyasından, ideolojik saltanatından da ileri geliyor. Üstelik şahsî kirlerin yoğunluğu, dünyevî açlığımızın azametli dürtü(ş)leri ve mânâmızı boğuntusu da, en büyük tehlikeyi oluşturuyor. O halde topyekûn bir koru(n)ma içinde/altında olmalıyız.
İç âlemimizi, haricî etkilere karşı müdafaa edebilmeli, yerinde ve özümüze uygun bir muhalefete yaşantımızda yer vermeli, yüksek bir idrake dayalı direniş plânını hayatımıza geçirebilmeliyiz.
Din böyle bir korunma hakkını da, tabiatı gereği bizden şiddetle talep eder. Kalbin muhafazası. En zorlu işlerden…
…
Kendimizi başta Allah’a havale etmek ve O’nun koruması altına girmek…
Şer, ne yönden nasıl hangi imkânlarla, şartlarla mücehhez olarak gelirse gelsin; tam aksi tesir yaparak, “iç donanımımız” sayesinde bir toparlanma, kendine gelme, sıkı bir mücadele zahmetine, Allah’a dönüş meyline ve dünyamızı yeniden yapılandırma istikametine yol açabilmelidir.
Neticede O’ndan başka “nihaî adres” yoktur.
Elbette savaşçı ruhumuzu unutmayacağız. En olumsuz şartlar bile; bizde hem mukavemeti, hem (akıl ve ilime de dayanan) inanç kanalıyla yeni bir hareket ve inşa şevki yaratabilmeli, karşı güç oluşturabilmelidir.
Milletçe ne badireler atlattık. Ama iman kuvvetiyle aştık…
Anketlere göre, din adamlarının güven sıralamasında düşük yüzdeler alması, menfi örnekler, çarpık temsiller tehlike işaretlerinden sadece bir tanesi.
Kendi kutsalımıza, dinimize itimadımız olmazsa; inancın, tahditli beden ve ömrümüze kazandıracağı imkânlar göz önüne alınmazsa; itibarî dünya zaman ve zemini, tarafımızdan yakışıksız bir “itibar”la onurlandırılırsa.. en ileri teknolojiye sahip olsak bile, sonunda başarımız görecelidir hatta “görünmezdir”. İstikbalimiz tehlikededir.
Değerlerimiz korunmalıdır. Vatanımız, toprağımız, bayrağımız, coğrafyamız gibi.
Ama ille de yüreğimiz.