Şampiyonluk inanılmaz güzel bir duygu...
Allah bana Konyaspor'un dördüncü şampiyonluğunu da görmeyi nasip etti...
Dördüncü şampiyonluğun maçtan sonraki fotoğraf gerçekten güzeldi...
Güzel olduğu kadar da düşündürücüydü tabi ki...
Emeği geçenlerle, emek hırsızlarının, Konyaspor'u taşıyanlarla, Konyaspor'a kendini taşıttıranlar, herkes sahanın içindeydi...
Bir sezon boyu ortalıklar da görünmeyen, “Konyaspor” denilince suratları limon satan, Konya'ya ve Konyaspor'a “ihanet” edenlerin çokça olduğu bu fotoğraf, açıkçası içimi acıttı...
Tabi ki Konyaspor'dan nemalanıp, iyi Konyasporlu olmayıp, iyi Konyasporlu görünmeye çalışanlar da...
Sırası geldikçe bu “ikiyüzlü çapsız”larla ilgili iki satır kelam etmek boynumun borcu...
xxx
ONUN HİKAYESİ
Çok değil, bir önceki Pazar Bucaspor ile oynanan maçın hemen ardından başlayan tartışmalar açıktan ya da örtülü hedef tahtasına onu oturtmuş, yaşanan hakem şanssızlıkları böyle zamanlarda daha önce olduğu gibi yine ona fatura edilmiş, neredeyse şehir haini ilan edilmişti...
Kendisini hala daktilo tıkırtısından kurtaramamış, bir sezon boyunca Konyaspor'u yerinden takip etmemiş, kendi reytingini düşünen, yıllardır bir “lobi” lafıdır tutturan gazeteci eskisi ile mail adresine görüntüler gönderip “isterseniz bir izleyin” diyen ve televizyon ekranlarında ağızlarından köpükler saçarak isim verme yürekliliğini gösteremeyip onu hedefe tahtasına oturtanlar da cabası...
Sanal ortamda, sanal yorumlar ile belden aşağı vuranlar, yöneticilik sorumluluğu nedir bilmeyip böyle zamanlarda ortaya çıkıp felaket tellallığı yapan sorumsuzlara kadar ne ararsanız vardı 1-0'lık Buca maçının ardından...
“Sabır” dedi sadece...
Her zaman yaptığı gibi...
Herşeyin bitmediğini biliyordu...
Bildiği bir şey mi vardı ya da yapacağı bir şey?
Yapacağı bir şey yoktu, ama yılların tecrübesine sahipti ve tecrübeleri onu yanıltmaz ise sona doğru çıkış yapanlar başarmıştı futbolda...
Şehrinin takımı da son düzlükte atağa kalkmış, son anda şansı yakalamıştı ve güven veriyordu işi bilenlere...
Çünkü, futbolcuların ve teknik adamların süper ligi çok istediklerini gözlerinden okuyordu...
O buruk bir sevinci içinde taşıyarak, kırgın bir şekilde şehirden ayrılırken, caddeler korna sesleri ile çınlıyor, yıldızlarla dolu gökyüzü sevinç çığlıkları ile inim inim inliyordu...
Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, havada uçanı, yerde kaçanı, ne için sevindiğini bileni bilmeyeni herkes sokaklara dökülmüş, bir şehrin uyanışını, bir şehrin şampiyonluğunu kutluyordu...
Arabasını sallayanları, elinde kaşık aracının üstüne çıkıp oynayanları, en işlek meydanları doldurup tezahürat yapanları görünce, yıllar öncesini, şehrin takımının yaşadığı ilk şampiyonluğu ve o maçın son düdüğünden sonra kale arkası trübünün tel örgülerinden sahaya atlayıp, kendisine engel olmaya çalışan askerin dipçiğinden son anda kurtulup çimlerin üstünde şampiyonluğu kutladığı günü hatırladı...
Ve güldü...
Kendi kendine “eğlenin, dolu doluca, deli delice eğlenmek sizin hakkınız” dedi...
Kendisi de eğlenmişti zamanında delicesine, dolucasına...
Çünkü haketmişti sevinmeyi, eğlenmeyi, yeşil-beyaz bayrağı sallamayı...
Aynı coşkuyu yıllar önce kendisi de yaşamıştı...
O lezzetin ve tadın, çocukca sevincin ne olduğunu bilenlerdendi...
xxx
“Artık bu son olsun, başarı kalıcı olsun, yönetenler becerikli olsun, destekler samimi ve inandırıcı olsun” dedi, şehirden istemeye istemeye uzaklaşırken...
O yine üstüne düşeni yapmaya devam edecekti, reklamı olmasa da, bu işin “ün”ünden nemalanmasa da...
Konumunun reklama müsait olmaması bir tarafa, zaten sevmez ve hoşlanmazdı öne çıkmaktan...
Hep güler geçerdi “iyi” zamanlarda ortaya çıkıp, “zor” zamanlarda verdiği sözün bile üzerini bir kalemde çizenlere...
Dostu gibi görünenler değil, gerçek dostları aradı “hayırlı olsun, emeğin çok, hakkını helal et” diyerek...
Yol arkadaşı aracılığıyla “şehremini”nin mesajı geldi...
Bir teşekkür, bir hakkı teslim etmenin mesajıydı bu...
Biraz da olsa kırgınlığı hafifledi, kırılganlığı gitti...
“Başarıdan pay may istemem” dedi, kendi kendine...
“Başarısızlıkta da zindan etmeyin hayatı bize, atmayın tek dişi kalmış canavarların önüne. Beceriksizlikler yüzünden yaşanan sıkıntıların faturasını çıkarmayın, ihaleyi bize yıkmayın, yeter” diye mırıldandı..
Ülkesi için büyük bir sınavın hazırlıklarını tamamlamak üzere güneye doğru yol alırken gecenin bir karanlığında, düşündü, bir kaç yıldır yaşadıklarını ve kendisine yaşatılanları...
Neredeyse “hicret” edip ayrılmışsa da şehrinden, şehrin bazı sakinlerinin ona yaşattıkları, şehre olan aşkından, sevdasından, şehre olan aidiyetinden hiç bir şeyi zerre kadar eksiltememişti...
Rüzgar'ın “KAYA”dan sadece toz aldığı gibi...
“Seni seviyorum ey mübarek şehir” dedi...
O duygu selinde Konya'yı “Belde-i Muhayyere” olarak nitelendiren, merhum mübarek büyüğü geldi aklına ve anasının bakmaya kıyamadığı gözlerinden iki damla yaş süzülürken yanaklarına, bir kez daha “seni seviyorum ey mübarek belde” diye fısıldadı gecenin sessiz karanlığına...
xxx
Pazar'ın rövanşında bu kez hem daha iyi mücadele vardı, hem de ilk maçta olmayan şans...
Bu kez hakem şanssızlıkları rakipten yana gerçekleşiyor ve tartışmalar terse dönüyordu...
Maç bitene kadar sakindi...
Hoplayıp zıplamadı...
Belli ki içinde kasırgalar esiyordu...
Hakemin “bitti” düdüğüyle biraz olsun sevincini dışa vurdu...
Abartsa da içindeki sakin güç, ortaya çıktı ve ona seslendi “sakin ol, daha bitmedi” dedi...
Ertesi gün maillerine baktı, “aynı zavallı yine görüntü göndermiş mi” diye...
Sosyal medyada haber yorumlarına baktı, “ne var ne yok” diye...
Sorumsuz yöneticilerden açıklamalar bekledi...
Aslında beklemedi hep böyle olurdu, başarısızlıklar başkalarına, başarılar cebe...
Alışmıştı bunlara...
Çünkü şerbetliydi...
xxx
Son raund ve 2-0'lık net bir sonuçla merhaba süper lig...
Sonuçtan çok emin seyretti maçı...
Dahası ailesi bile şaşırdı “nasıl bu kadar rahat olabilirsin?” diye sorduklarında da “merak etmeyin bu iş bugün biter” dedi...
“Bu takım rakibini iki kez yendi, üstelik son galibiyet daha bir kaç hafta önceydi. Aslında Perşembe akşamı bu iş bitmişti” diyecek oldu, ama “futbolda erken öten horozun başını keserler” gerçeğini hatırladı ve sustu...
Her ne kadar “mutlu” olduğunu düşünse de “buruk” bir sevinç yaşıyordu...
En önemlisi son bir haftadır yaşananlardan, daha doğrusu ona yaşatılanlardan dolayı yorgundu, kırgındı...
Şehrinin dünyaya açılan penceresi olan futbol takımı, son 10 yılda “süper lig”den iki kez düşmesine rağmen, üçüncü defa “süper lig”e dönüş yapıyor ve çok değil 5-6 hafta önce kimsenin ihtimal vermediği, hayal bile edemediği bir başarıya imza atıyor ve Play-Off şampiyonu oluyordu...
Eskişehir'de yıllardır kader birliği yaptığı kulüp başkanı Ahmet Şan ve dostlarının yanında “olmak” veya “olmamak” arasında çok düşünmüş, orada olmaya can atmış, ama kırgın gönlü, yorgun bedeni buna izin vermemişti...
Maçı ailesiyle birlikte seyretti, son düdükten sonra da vedalaştı hanımıyla, çocuklarıyla “Allah'a emanetsiniz” diyerek...
Ve son 1,5 yıldır her pazar akşamı olduğu gibi, farklı duygularla, farklı coşkularla, açık alınla ve vicdani rahatlıkla görevinin başına gitmek üzere bir kez daha yollara vurdu kendini evin cümle kapısı...
Kısacası “şehremini”nin teşekkür ettiği o adam “iyi” günde yoktu...
Kulübün “kötü” günlerine saklamış kendisini belli ki...
Daha önce olduğu gibi...
Nokta.