Nevi şahsına münhasır tarzı; nüktedan ve baskın, ağır abiliğini konuşma stiline yansıtması, kılık kıyafetinin özgünlüğünü beden dili ile bütünleştirip farklı bir duruş ve karakter sergileyen nadir spor insanlarından birinin adıdır: Süleyman Körsu.
Kendisini şahsen isim olarak tanıyorum ama o beni tanımıyordu, karşılıklı bir araya gelip henüz tanışmadığımız 1990’lı yıllardı. Çalıştığım Selçuk Üniversitesi’nde kampüs yerleşkesi şimdiki gibi değildi, Gökkuşağı iş merkezinin ve Bosna-Hersek diye bir mahallenin var olmadığı, daha tenha ve sade bir yerdi. Fakülteler arası futbol turnuvası düzenliyoruz. O yıllarda yeni kurulan o zamanki ismiyle Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuvarı öğrencileri de turnuvaya katılmıştı. Uzatmayalım, turnuva kayıtlarına gelen erkek öğrencilerin yanında kız öğrenciler de gelmişti. Masada kayıt yapıyoruz, kızlardan biri; “Benim babamda futbol antrenörü” dedi. “Öyle mi, Konya’da mı kim?” diye peş peşe sordum! “Maliyespor antrenörü Süleyman Körsu!” diye gür bir sesle ve gururla söylemesi dikkatimden kaçmamıştı. Babasını sevdiği belliydi. İlk anda kızına ayıp olmasın diye mi ya da nedir artık bilmiyorum! “Tanımaz olur muyum, tabii tanıyorum” diyebilmiştim.
Bu arada üniversite de yapılan spor şenlikleri dolayısıyla fakülte futbol takımlarının hazırlık maçı isteği var. Sosyal medyanın ve cep telefonunun olmadığı yıllar, rakip bulmak zor. Ayaküstü tanıştığım öğrenci kızdan babasına nasıl ulaşacağımı öğrenmemle birlikte yanlış hatırlamıyorsam o zamanlar memur olarak çalıştığı Maliye’den sabit telefonla kendisine ulaştım. Telefonda, selamlaşma, hal hatır sormamın ardından kendimi tanıtarak; “Hocam üniversite de okuyan kızınız Nilüfer’den aldım telefonu” dedim ve maruzatımı ilettim. Gayet babacan ve insanın içini okşayan, güven veren bir ses tonuyla; “Ne demek kardeşim emrin olur, ne zaman istersen” sözleriyle devam eden konuşmamızın ardından Maliyespor ile fakülte takımı, Meram yeni yol üzerinde Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesinin arkasında BESYO’nun nizami toprak futbol sahasında on bire on bir hazırlık maçında karşılaştılar.
O hazırlık maçında kendisiyle karşılıklı şahsen tanışmış ve oldukça memnun kalmıştım. 1-1 berabere biten maçın ardından sanki beni uzun yıllardır tanıyormuş edasıyla; “Kardeşim, takımın çok iyi, amatör kümede olsa çok can yakar” lakırdısının hoşnutluğu sayesinde olacak ki vermiş olduğu gazla birlikte kampüse varıncaya kadar kendimi adeta takımın Trapattoni’si sanmıştım. Daha sonraki yıllarda amatör futbol sayesinde irtibatımız hiç kesilmedi, artarak o aramızdan ayrılıncaya kadar devam etti.
Aslı doğulu ama doğma büyüme Konya’lıydı. O zamanki adı Maliye olan resmî kurumun memuruydu. Beyefendiydi, giyimi, kuşamı o yılların üstünde olması sebebiyle lakabı da “Talebe Süleyman”dı. Sedirler, Dolav ve Topraklık mahallelerinin kültüründen beslenerek, yetişmesi onun hayata bakış açısını belirlemiş ve yaşamına yön vermişti. Kabadayılık, bıçkınlık ve aynı zamanda efendilik yönünü mahallesinin genlerinden aldığını onu yakından tanıyanlar gayet iyi bilirdi. O bitirim kahvehanelerde ve Araboğlu Makası pavyonlarında mesai harcamışlığı, o yolun yolcularıyla arkadaşlığı, dostluğu ve yarenliği vardı. Olumsuz yaşanan ve bir çoğumuzun cesaret edip dillendiremeyeceği kişi ve olayları; memuriyetini tehlikeye atma pahasına saklamamış, sakınmamış ve sahip çıkma delikanlılığını her ortamda göstermişti. Dönemindeki bitirimler, pavyondaki şef garson, kahvedeki ocakçı, resmî kurumlardaki memur-müdür, küçük esnaf, spor kulüplerindeki yöneticiler ve tabiî ki meslektaşları antrenörler de arkadaşıydı, dostuydu, sırdaşıydı. O hayatındaki tüm bu yaşanmışlıkları; acısıyla tatlısıyla, iyisiyle kötüsüyle bir potada eriterek yaşam tarzına yansıtmış ve bazılarımız için olumsuz olabilecek hoşnutsuzlukları, gayet olgunlukla karşılayarak gocunmamış aksine iftihar etmişti.
İlimizde birçok amatör spor kulübümüzde yıllarca futbol antrenörlüğü yapmasının yanında, (TÜFAD) Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği Konya Şube Başkanlığı yaptı. Antrenör arkadaşlarının dertleri ile dertlendi, hakkını hukukunu ilgili kurumlardan aradı, bıçkınlığının verdiği öz güvenle; yeri geldi hesap sordu, yeri geldi racon kesti. Zamanın koşullarında, yönetimi ile beraber yaptığı hizmetlerle tabiri yerindeyse TÜFAD’ın varlığını hissettirdi ve antrenör camiasında hoş bir seda bıraktı.
Hoş, nüktedan konuşma tarzı ile kendisini dinletirdi. Bir mahareti de tereyağlı börek tarifi yapmaktı. Öyle ballandıra ballandıra börek ve etli ekmek içi hazırlanışının tarifini detaylıca anlatışı; görülmeye, duyulmaya değerdi. Tarifin sonunda, kendine has üslubu ile ağzı açık dinleyenlere; “Ağzının kenarındaki yağları sil akmasın” demesi kahkahalar eşliğinde neşe saçardı insanlara ve Süleyman hocanın bu yönü Konya sınırlarını çoktan aşmış, hatta başkentte kendisini şöhret yapmıştı.
Son olarak bir anekdot ile bitirelim sözlerimizi. Süleyman hocanın son çalıştırdığı takımlardan birinde kulüp ismini burada söylemeyelim, bilenler bilir nasıl olsa. Sezon başı olmasına rağmen 2 yenilgi sonrası sabır gösteremeyip hocanın görevine son verilmişti. Fakat bahsettiğimiz bu kulüp kendisinden 4 ya da 5 hafta sonra bile tek bir puan dahi alamamıştı. Hoca bu kulübe açık açık kızıyordu, içerliyordu. Gücüne gitmişti. Bir gün mevzu yine bu konuya geldi dayandı, ben; “Boş ver hocam, takma kafana” gibi laflar etsem de o biraz da şakayla karışık; “İbom, ne boşvermesi, hani benim kırmızı bir ceketim var ya arada giyerim hani. İşte o ceketi götürüp yedek kulübesine assam, kendimin gitmesine gerek yok, o ceketim bile şimdiye kadar üç-beş puanı alırdı” demesine güleyim mi, üzüleyim mi bilemedim, sustum kaldım. Kalkıp çayını tazelemekle yetindim sadece.
Geçtiğimiz mart ayında 75 yıllık ömrünü tamamlayarak dönülmez sefere revan olan Süleyman hoca, futbol camiasında belki sadece bir futbol antrenörüdür, hizmetleri vardır; saygıyı fazlasıyla hak etmiştir. Fakat amatör spor ailemiz; onun insani zaafları ve sosyal yönünün bıçkınlığını kabullenerek bir başka sahiplenmiş ve sevmiştir. Allah rahmet eylesin.