Geçen haftaki yazımızı;
“Şehirde yaşanacak değişim çok karmaşık ve çok fazla parametresi olan bir alan olması sebebiyle, projelerdeki eksiklikler bir yana, değişim lideri olduğunu iddia edenlerin yaptığı hataların bu kadar olmadığını, ama yaşanan tecrübeler bugüne kadarki hataların asıl sorumluların “Köle Karakterli İnsanlar” olduğunu ortaya koymaktadır” satırları ile bitirmiştik.
Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Merkezi ve yerel yönetim hakkında dışarıdan edindiği kulaktan dolma bilgiler haricinde hiçbir deneyimi olmayan, üst yöneticilik konusunda hiçbir eğitime tabi tutulmamış ve güya zihni tertemiz(!) bembeyaz bir sayfadan ibaret olan belediye yöneticileri karamsarlığı, içe kapanıklığı veyahut hemşerilerine mesafeli durma meselesini nereden öğrenmiş olabilirler diye hiç düşündünüz mü?
Eğitim serüvenleri kişisel farklılıklar dışında az çok bilinen veya göreve geldikten sonra öğrenilen kişiler bunlar. Hepsi eğitimli ve kültürlü ailelerin çocukları olmasalar da, eğitim, kültür ve gelir yapılarındaki farklılıklar dışında hepsi eğitimli, kültürlü ailelerin yaptığı gibi çocuklarını iyi yetiştirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapan yani üzerlerine düşeni güçleri yettiğince yerine getiren ailelerin çocukları bunlar.
Hayatınız boyunca bu tip aileler ve onların çocukları ile çok defa karşılaşmışızdır.
İyi de bu ailelerin çocukları bütün bu gayretlere rağmen özellikle de devlet kurumlarında işbaşı yaptıklarında, neden kendilerini köle pozisyonuna düşürüyor veya içinde yaşadığı hemşerilerine karşı kuvvetle olumsuz bir tavra giriyorlar ve onları köleleştirme yolunu seçiyorlar?
Özelliklede idarenin başındaki üst yöneticiler ve onların adamları pozisyonundaki idareciler.
Üst yöneticiler ile Başkanlar ve adamlarının göreve getirildikleri seçimlerden önceki düşünce ve tavırları ile göreve getirildikten sonraki düşünce ve tavırlarındaki bu olağanüstü değişimin sebebi nedir?
Cahiliye döneminde yaşamadığımıza göre insanların yeniden köleleştirilmeleri konusu nereden kaynaklanıyor?
Toplumu köleleri olarak gören veya kendilerini köleleştiren köle zihniyetli bu kişileri gördükçe zaman zaman insanın aklına, bu kişilerin ya çocukluk döneminin derinliklerinde bir problem olabileceği veya aile düzeni içinde üzerine düşenin fazlasıyla yapılmış olmasına rağmen, aile ve toplum terbiyesini bozabilecek bir el tarafından eğitim-öğretim dönemlerinde farklı bir eğitimden geçirilmiş olabileceği geliyor.
Ufuksuz, vizyonsuz ve takipçisi olacağı, devam ettireceği bir davası olmayan, fikirsiz kişilerin, batıl da olsa herhangi bir dava sahibi olan kişilerin aksine, her zaman emir almaya alışık, güçlüye boyun eğen, itiraz etmeyi bilmeyen, sorgulamayan, düşünmeyen, koyun kişilikli, ezik ruhlu ve köle karakterli kimseler haline gelmesi kaçınılmazdır.
Ancak bu günkü modern kölelerin tarihteki kölelerden daha farklı bir kölelik anlayışları vardır.
Tarihteki kölelerin kölelikleri ya savaş yenilgilerinden ya da anne ve babalarının köle olmalarından kaynaklanmakta iken, bu günkü kölelerin kölelikleri yönetimde bulunmanın dayanılmaz hafifliğinden kaynaklanmaktadır.
Tarihe baktığımızda kadim zamanların köleleri, kendilerinin köle olduklarını biliyorlardı ve az da olsa bir gün kölelikten kurtulma umutları vardı. Bir eşya gibi köle adıyla alınıp satılmalarına, yükümlülükleri çok olup ağır işlerde çalıştırılmalarına ve hiçbir hakları olmamasına rağmen en azından açlık sorunları yoktu. Aç ve açıkta kalma gibi bir dertleri yoktu. Oysaki modern zamanların köleleri böyle mi?
Maalesef modern zamanların köleleri bu şansa bile sahip değiller. Son zamanlardaki yerel uygulamalar göstermiştir ki modern zamanların köleleri efendilerinin isteklerine uyma konusunda gösterebilecekleri en küçük bir direnç nedeniyle her an aç ve açıkta kalma ve sürgün olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Tarihin derinliklerinde kalması gereken köle-kölecilik anlayışı, aynı zalim düzen, aynı vahşet günümüzde maalesef Müslüman kimliğe sahip idareciler eliyle devam ediyor.
Modern zamanların Müslüman köleleri ve efendilerinin, kadim zamanların köle ve efendilerinden daha namuslu, daha dürüst olduklarını söylemek zorsa da, en azından bir kısmının daha zalim, daha namussuz ve daha hilekâr olduklarını söylemek daha kolaydır.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız köle ruhlu insanların kendilerinin yaşadıkları ve içinde bulundukları topluma yaşattıkları diğer bir boyutlarını da, acaba Konya’mızdan milletvekili adayı olurda bazılarımızın tekerine taş koyabilir mi acaba diye her karşılaştıklarında korkulu rüya gördüklerini düşündüğümüz Stratejik Derinlik sahibi Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun kaleminden okuyalım:
Atak ve belirleyici değil, savunmacı ve tepkicidirler. “Çözüm için ben varım” ataklığına değil, “Bunalımlarda ben yokum” savunmasına ayarlı bir psikoloji içinde davranırlar. Bu kimliksiz seçkinler, kritik dönemlerde ön plana çıkıp belirleyici olmaktan çok, fark edilmemeye ve inisiyatif kullanmamaya şartlanmışlardır. Ülkelerini dünya gündeminde etkin bir konumda tutmak yerine, yeni mesuliyetler getireceği için edilgen olmayı daha emin ve risksiz bir siyaset olarak görürler. Gündemler belirlendikten sonra sahneye çıkarak, müzakere masasının bir ucuna ilişmeye çalışırlar. Sürecin başında önde görünmekten kaçınırlar; ama bir kere de trenin kaçmakta olduğu vehmine kapılırlarsa, o telaşla yerli yersiz her türlü kontrolsüz ilişkiye girmeye çabalarlar. Ne olayların merkezinde olmanın güven hissine, ne de seyirci olmanın rahatlığına sahiptirler. Olaylarda merkez konumuna doğru kaydıklarında mesuliyetten kaçma yollarını ararken, devre dışı kaldıklarını hissettiklerinde merkeze bir nebze yaklaşabilmek için bütün değer ve önceliklerinden taviz vermeye hazır, kaypak bir psikolojiye bürünürler. Davranışlarına, saygı görmenin getireceği mesuliyetlerden kaçınmak ile kaale alınmamaktan korkmak arasında gidip gelen ürkek bir tavır hâkimdir. (Stratejik Derinlik sahife 33)
“Şehirde yaşanacak değişim çok karmaşık ve çok fazla parametresi olan bir alan olması sebebiyle, projelerdeki eksiklikler bir yana, değişim lideri olduğunu iddia edenlerin yaptığı hataların bu kadar olmadığını, ama yaşanan tecrübeler bugüne kadarki hataların asıl sorumluların “Köle Karakterli İnsanlar” olduğunu ortaya koymaktadır” satırları ile bitirmiştik.
Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Merkezi ve yerel yönetim hakkında dışarıdan edindiği kulaktan dolma bilgiler haricinde hiçbir deneyimi olmayan, üst yöneticilik konusunda hiçbir eğitime tabi tutulmamış ve güya zihni tertemiz(!) bembeyaz bir sayfadan ibaret olan belediye yöneticileri karamsarlığı, içe kapanıklığı veyahut hemşerilerine mesafeli durma meselesini nereden öğrenmiş olabilirler diye hiç düşündünüz mü?
Eğitim serüvenleri kişisel farklılıklar dışında az çok bilinen veya göreve geldikten sonra öğrenilen kişiler bunlar. Hepsi eğitimli ve kültürlü ailelerin çocukları olmasalar da, eğitim, kültür ve gelir yapılarındaki farklılıklar dışında hepsi eğitimli, kültürlü ailelerin yaptığı gibi çocuklarını iyi yetiştirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapan yani üzerlerine düşeni güçleri yettiğince yerine getiren ailelerin çocukları bunlar.
Hayatınız boyunca bu tip aileler ve onların çocukları ile çok defa karşılaşmışızdır.
İyi de bu ailelerin çocukları bütün bu gayretlere rağmen özellikle de devlet kurumlarında işbaşı yaptıklarında, neden kendilerini köle pozisyonuna düşürüyor veya içinde yaşadığı hemşerilerine karşı kuvvetle olumsuz bir tavra giriyorlar ve onları köleleştirme yolunu seçiyorlar?
Özelliklede idarenin başındaki üst yöneticiler ve onların adamları pozisyonundaki idareciler.
Üst yöneticiler ile Başkanlar ve adamlarının göreve getirildikleri seçimlerden önceki düşünce ve tavırları ile göreve getirildikten sonraki düşünce ve tavırlarındaki bu olağanüstü değişimin sebebi nedir?
Cahiliye döneminde yaşamadığımıza göre insanların yeniden köleleştirilmeleri konusu nereden kaynaklanıyor?
Toplumu köleleri olarak gören veya kendilerini köleleştiren köle zihniyetli bu kişileri gördükçe zaman zaman insanın aklına, bu kişilerin ya çocukluk döneminin derinliklerinde bir problem olabileceği veya aile düzeni içinde üzerine düşenin fazlasıyla yapılmış olmasına rağmen, aile ve toplum terbiyesini bozabilecek bir el tarafından eğitim-öğretim dönemlerinde farklı bir eğitimden geçirilmiş olabileceği geliyor.
Ufuksuz, vizyonsuz ve takipçisi olacağı, devam ettireceği bir davası olmayan, fikirsiz kişilerin, batıl da olsa herhangi bir dava sahibi olan kişilerin aksine, her zaman emir almaya alışık, güçlüye boyun eğen, itiraz etmeyi bilmeyen, sorgulamayan, düşünmeyen, koyun kişilikli, ezik ruhlu ve köle karakterli kimseler haline gelmesi kaçınılmazdır.
Ancak bu günkü modern kölelerin tarihteki kölelerden daha farklı bir kölelik anlayışları vardır.
Tarihteki kölelerin kölelikleri ya savaş yenilgilerinden ya da anne ve babalarının köle olmalarından kaynaklanmakta iken, bu günkü kölelerin kölelikleri yönetimde bulunmanın dayanılmaz hafifliğinden kaynaklanmaktadır.
Tarihe baktığımızda kadim zamanların köleleri, kendilerinin köle olduklarını biliyorlardı ve az da olsa bir gün kölelikten kurtulma umutları vardı. Bir eşya gibi köle adıyla alınıp satılmalarına, yükümlülükleri çok olup ağır işlerde çalıştırılmalarına ve hiçbir hakları olmamasına rağmen en azından açlık sorunları yoktu. Aç ve açıkta kalma gibi bir dertleri yoktu. Oysaki modern zamanların köleleri böyle mi?
Maalesef modern zamanların köleleri bu şansa bile sahip değiller. Son zamanlardaki yerel uygulamalar göstermiştir ki modern zamanların köleleri efendilerinin isteklerine uyma konusunda gösterebilecekleri en küçük bir direnç nedeniyle her an aç ve açıkta kalma ve sürgün olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Tarihin derinliklerinde kalması gereken köle-kölecilik anlayışı, aynı zalim düzen, aynı vahşet günümüzde maalesef Müslüman kimliğe sahip idareciler eliyle devam ediyor.
Modern zamanların Müslüman köleleri ve efendilerinin, kadim zamanların köle ve efendilerinden daha namuslu, daha dürüst olduklarını söylemek zorsa da, en azından bir kısmının daha zalim, daha namussuz ve daha hilekâr olduklarını söylemek daha kolaydır.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız köle ruhlu insanların kendilerinin yaşadıkları ve içinde bulundukları topluma yaşattıkları diğer bir boyutlarını da, acaba Konya’mızdan milletvekili adayı olurda bazılarımızın tekerine taş koyabilir mi acaba diye her karşılaştıklarında korkulu rüya gördüklerini düşündüğümüz Stratejik Derinlik sahibi Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun kaleminden okuyalım:
Atak ve belirleyici değil, savunmacı ve tepkicidirler. “Çözüm için ben varım” ataklığına değil, “Bunalımlarda ben yokum” savunmasına ayarlı bir psikoloji içinde davranırlar. Bu kimliksiz seçkinler, kritik dönemlerde ön plana çıkıp belirleyici olmaktan çok, fark edilmemeye ve inisiyatif kullanmamaya şartlanmışlardır. Ülkelerini dünya gündeminde etkin bir konumda tutmak yerine, yeni mesuliyetler getireceği için edilgen olmayı daha emin ve risksiz bir siyaset olarak görürler. Gündemler belirlendikten sonra sahneye çıkarak, müzakere masasının bir ucuna ilişmeye çalışırlar. Sürecin başında önde görünmekten kaçınırlar; ama bir kere de trenin kaçmakta olduğu vehmine kapılırlarsa, o telaşla yerli yersiz her türlü kontrolsüz ilişkiye girmeye çabalarlar. Ne olayların merkezinde olmanın güven hissine, ne de seyirci olmanın rahatlığına sahiptirler. Olaylarda merkez konumuna doğru kaydıklarında mesuliyetten kaçma yollarını ararken, devre dışı kaldıklarını hissettiklerinde merkeze bir nebze yaklaşabilmek için bütün değer ve önceliklerinden taviz vermeye hazır, kaypak bir psikolojiye bürünürler. Davranışlarına, saygı görmenin getireceği mesuliyetlerden kaçınmak ile kaale alınmamaktan korkmak arasında gidip gelen ürkek bir tavır hâkimdir. (Stratejik Derinlik sahife 33)