“Ben senden hiçbir zaman utanmadım yavrum. Seni her yere götürdüm. Hastaneye, postaneye, telefon faturası yatırmaya. Yolda yürürken konuştum seninle, kırmızı ışıkta durmayı, yeşilde geçmeyi, ekmeği parayla almayı. Hayat her zaman öğrenilecek yeniliklerle dolu geniş bir okul oldu, sana ve bana. Ben senin sayende sevmeyi yeniden öğrendim. Sevgiyi şekillere, kalıblara sokmadan, en yalın ve en ihtiraslı haliyle yaşamayı. Çünkü ben senin sevgini çok büyük bir aşkla yaşıyorum, karşılığında yanağıma kondurduğu öpücükle.
Sevginin bendeki tarifi sensin kara gözlü oğlum, Zahid’im benim”
Hicran Yağcı
Uzun zamandır görülmeyen arkadaşlar, dostlar; şanlı maziden, tarihten güç almış zamanlar, zaman üstü esintiler, ferahlamış gönül yolları.
İftar yemeklerinin, ramazan buluşmalarının ayrı bir havası, zevki oluyor. Leziz sohbetler, teravihli muhabbetler, ahir zaman nefesleri, kalp şenlikleri…
Daha sonra verilen davetlerde, oruçlu bile olsanız Ramazan’a mahsus güzelliği, kutsî havayı yakalayamıyorsunuz. Bunun bir sebebi de; hıza yenik düşmemiz, daracık dünyalarımıza fazlasıyla kapanıp, hapsolmamız sanıyorum.
Yine bazı iftar sofraları, benzerlerinden ayrılıyor. KOÇAYDER, Konya Otistik Çocuklar ve Aileleri Yardımlaşma Derneği’nin ki gibi.
“Engelli” diye bildiğimiz özel çocukların ve ailelerinin durumları, tanınması, anlaşılması önemli.
En azından öyle eften püften sebeplerle hayata küsenler, verili nimetleri, mükemmel sayılabilecek bir hayat düzenini küçümseyip hiçe sayanlar; basit yenilgileri uzatıp, ömrü heder edecek mağlubiyetlere dönüştürenler var ki…
Ailelerin saygıdeğer, onurlu mücadeleleri, onların ve özel çocukların topluma kendileri kabul ettirebilmek için verdikleri uğraş; herhalde zor ilerlenilen, görürdeki kazanımları fazla olmayan, belki geri dönüşleri bol, yoğun sabır icabettiren bir savaşın içinde yer almak; her şeye rağmen (sevdikleri için) güçlü bulunmak, ayakta dimdik kalmak zarureti.
Bırakalım yaşamayı, sözle ifade etmek dahi güçtür çetrefil bir vaziyeti. Onların zorlu hayatından dersler çıkarmalı, ibret almalı ve dürüstçe kendi “engellerimizi” bertaraf etmeliyiz.
Dernek kurucusu ve başkanı, değerli akademisyenlerimizden Mustafa Yağcı, iftar programlarının gayesini, derneğin amacını kısaca şöyle açıklıyor:
“Otizmli birey sahibi aileler çocukları ile birlikte herhangi bir sosyal faaliyete katılamıyorlar mesela ailecek ev dışında herhangi bir mekâna maddi imkânları olmasına rağmen yemek yemeye rahatça gidemiyorlar. Bunun psikolojik ve sosyolojik çeşitli sebepleri olduğunu düşünüyorum.
Biz dernek olarak 3.sünü düzenlediğimiz bu iftar yemeğine ailelerin çocukları ve diğer yakınları ile birlikte serbestçe katılmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Aileler hep birlikte böyle bir ortamda olmaktan memnun olduklarını ifade ediyorlar. Çocuklarının da mutlu olduğunu söylüyorlar.
Hatta bu yemeğe ailesinin mazereti nedeniyle yemeğe katılamamasına rağmen kendisi iştirak etmek isteyen ve tek başına yemeğe gelen hafif otizmli bir lise öğrencimiz de bulunmaktadır.
Ayrıca bu iftar programına sadece otizmli evlat sahibi olan ailelerin dışında, toplumun değişik kesimlerinden insanları da davet ediyoruz. Bu sayede bu insanlarında otizmli bireyleri tanıma, ailelerin yaşam zorluklarını görebilme, böyle bir hayatın ve bireylerin de olduğunun farkına varmalarını sağlamaya çalışıyoruz.
Bundan başka STK olarak otizmli bireylerin yasal haklarını savunma, aileleri bilinçlendirme, yöneticilere sorunları aktarmada köprü vazifesi görmekteyiz.”
Aydınlanmaya öylesine muhtacız, öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki…
Böyle buluşmaların sevdiğim yanı, onca gürültü, karmaşa içinde; gümbürtüye giden kalbimizin varlığını, ince bir sızıyla yeniden hatırlatması.