Sanırım 93’lü ya da 94’lü yıllardı.
Fenerbahçe-Konyaspor maçı bitmiş, İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıkmıştık.
Ben, Ali Yeğin, Mehmet Yenikaynak, ve merhum Mehmet İnanç.
Ali Yeğin ve Mehmet İnanç, o dönemlerde Konyaspor’un başarısı için ter döken yöneticilerdi.
Rahmetli Mehmet İnanç, Ankara’daki dişçisine randevu vermiş, “Ankara’ya gelmişken diş doktorumu da uğrayalım” demişti.
İçeri girdiğimizde “Koca Reis” ile yani Muhsin Yazıcıoğlu ile karşılaştık. Selam faslı bittikten sonra sohbete daldık. Konyalı olduğumuzu öğrendiğinde daha da bir keyiflenmişti. Konya’nın gönlünde ayrı bir yeri olduğunu vurgulamış ve bizimle karşılaşmasının memnuniyetini ifade etmişti. 35-40 dakika kadar bir sohbetimiz olmuştu. Cezaevindeki çektiği çilelerin, manevi baskıların, hem ruhunda, hem de bedeninde derin yaralar açtığından söz etmişti. Bu arada latife yapmayı da ihmal etmemiş ve “dişlerimi bileylemeye” geldim demişti.
Gülüşmüştük.
İşte o zamanlar aklımızın, yüreğimizin bir köşesinde kendisine yer edinmişti Muhsin Yazıcıoğlu.
“Koca Reis” olarak bilinip anılması boşuna değildi. Serde yiğitlik var, serde kendine has duruş var, serde haksızlığa itiraz ediş var.
Hümanizm…
Hoşgörü…
Mangal gibi bir yürek…
Namus…
Kalite…
Kendi olmayı tercih ediş…
Aidiyet duygusu…
Damardan vatanseverlik ve milliyetçilik…
Adam gibi adam oluşu da, dahalarından sadece birkaç tanesi.
Yalan söylersem çarpılırım. Son dönemlerdeki hiçbir ölüm, hiçbir veda, hiçbir Hakk-a yürüyüş böyle koymamıştı bana. Derin yaralar açmamış, yüreğimi sızlatmamıştı. Hele de Fidan annenin çaresizliği, “bana yavrumu getirin” yalvarışları canımdan can aldı.
İmanını…
Milliyetçiliğini…
Vatanseverliliğini…
Haksızlığa itirazını…
Dimdik duruşunu…
Dürüstlüğünü…
Dahası “Muhsin Yazıcıoğlu” ismini hiç, ama hiç “mahcup” etmedi.
Çileli doğdu, çileli yaşadı, ne acıdır ki son nefesini de çileli verdi.
Ölüm…
Bir geldi pir geldi.
“Nokta atışı” yaptı. Tam 12’den vurdu meret. Hem de canevimden. Bir toplam kaliteyi, bir toplam faydayı çok zamansız kaybettik. Sadece sevenleri değil, ülke’de kaybetti.
Acı, öyle böyle değil, çok büyük. Karaman’daki son konuşmasında bile hayatın bir pamuk ipliğine bağlı olduğu mesajını vermişti. Sivas’taki konuşmasında da “helallik” almıştı sevenlerinden. Kahraman Maraş’ta ise “Allah’a emanet olun” diyerek, kuş misali uçup gitti. Azraille o gün karşılaşacağını hiç hesaba katmamıştı belki de koca reis. Yaramız derin.
Acımız büyük.
Sözün bittiği yerdeyim. Aslında söz biteli çok oldu ama.
Lafı eveleyip geveliyorum yine de.
Gerçek olan şu: Ebediyete gönderdik bir adamı.
Adam gibi bir adamı.
Muhsin Yazıcıoğlu’nu.
Hepimizin, hepinizin ve de ülkenin başı sağolsun
Ben, Ali Yeğin, Mehmet Yenikaynak, ve merhum Mehmet İnanç.
Ali Yeğin ve Mehmet İnanç, o dönemlerde Konyaspor’un başarısı için ter döken yöneticilerdi.
Rahmetli Mehmet İnanç, Ankara’daki dişçisine randevu vermiş, “Ankara’ya gelmişken diş doktorumu da uğrayalım” demişti.
İçeri girdiğimizde “Koca Reis” ile yani Muhsin Yazıcıoğlu ile karşılaştık. Selam faslı bittikten sonra sohbete daldık. Konyalı olduğumuzu öğrendiğinde daha da bir keyiflenmişti. Konya’nın gönlünde ayrı bir yeri olduğunu vurgulamış ve bizimle karşılaşmasının memnuniyetini ifade etmişti. 35-40 dakika kadar bir sohbetimiz olmuştu. Cezaevindeki çektiği çilelerin, manevi baskıların, hem ruhunda, hem de bedeninde derin yaralar açtığından söz etmişti. Bu arada latife yapmayı da ihmal etmemiş ve “dişlerimi bileylemeye” geldim demişti.
Gülüşmüştük.
İşte o zamanlar aklımızın, yüreğimizin bir köşesinde kendisine yer edinmişti Muhsin Yazıcıoğlu.
“Koca Reis” olarak bilinip anılması boşuna değildi. Serde yiğitlik var, serde kendine has duruş var, serde haksızlığa itiraz ediş var.
Hümanizm…
Hoşgörü…
Mangal gibi bir yürek…
Namus…
Kalite…
Kendi olmayı tercih ediş…
Aidiyet duygusu…
Damardan vatanseverlik ve milliyetçilik…
Adam gibi adam oluşu da, dahalarından sadece birkaç tanesi.
Yalan söylersem çarpılırım. Son dönemlerdeki hiçbir ölüm, hiçbir veda, hiçbir Hakk-a yürüyüş böyle koymamıştı bana. Derin yaralar açmamış, yüreğimi sızlatmamıştı. Hele de Fidan annenin çaresizliği, “bana yavrumu getirin” yalvarışları canımdan can aldı.
İmanını…
Milliyetçiliğini…
Vatanseverliliğini…
Haksızlığa itirazını…
Dimdik duruşunu…
Dürüstlüğünü…
Dahası “Muhsin Yazıcıoğlu” ismini hiç, ama hiç “mahcup” etmedi.
Çileli doğdu, çileli yaşadı, ne acıdır ki son nefesini de çileli verdi.
Ölüm…
Bir geldi pir geldi.
“Nokta atışı” yaptı. Tam 12’den vurdu meret. Hem de canevimden. Bir toplam kaliteyi, bir toplam faydayı çok zamansız kaybettik. Sadece sevenleri değil, ülke’de kaybetti.
Acı, öyle böyle değil, çok büyük. Karaman’daki son konuşmasında bile hayatın bir pamuk ipliğine bağlı olduğu mesajını vermişti. Sivas’taki konuşmasında da “helallik” almıştı sevenlerinden. Kahraman Maraş’ta ise “Allah’a emanet olun” diyerek, kuş misali uçup gitti. Azraille o gün karşılaşacağını hiç hesaba katmamıştı belki de koca reis. Yaramız derin.
Acımız büyük.
Sözün bittiği yerdeyim. Aslında söz biteli çok oldu ama.
Lafı eveleyip geveliyorum yine de.
Gerçek olan şu: Ebediyete gönderdik bir adamı.
Adam gibi bir adamı.
Muhsin Yazıcıoğlu’nu.
Hepimizin, hepinizin ve de ülkenin başı sağolsun