“Tanrı görmesin harflerimizi, imla hatası imanımızı görmesin…”
(Hikmet Kızıl, Metruk Şehre Lanet Okuma Alfabesi)
Cinsiyetimden memnunum ama kadın olmanın da bir takım zorluklar barındırdığını biliyorum.
En azından artış gösteren kadın cinayetleri, medeniyetimize(!) yakışmayacak nice insan hakları ihlali, alçaklıklar, zulümler, karanlığı büyütüyor.
Fakat hiç değilse, bazı feci eylemlerin tarihte, mesela Cahiliye Devri’nde vb. kaldığını zannediyordum. Yahut bu boyutlarda olduğunu tahmin etmiyor, münferit vakalardır diye düşünüyordum. Meğer çok safmışım.
Okuduğum bir haber beni derinden yaraladı. Olay Pakistan’da geçiyordu. Kızı doğan yeni evli bir adam, cinsiyetini öğrenir öğrenmez bebeği kabul etmeyi reddetmiş ve eve adım atmamıştı.
O tarihten sonra, eve ilk kez geldiğinde de, bebeğin dayısının açıklamalarına göre; kızı zorla aileden alıp, vahşice onu öldürmüş, kendisini ve ailenin geri kalanını müdahale etmemeleri için silahla tehdit etmişti.
Pakistan'da; kız bebek cinayetleri uzun süredir gündemdeydi. Pakistan'daki bir sosyal yardım kuruluşu olan Edhi Refah Örgütü'nün başkanı Faysal Edhi'ye göre, son iki yılda başkent Karaçi'de çoğu kız olmak üzere 500'den fazla ölü bebek çöpe atıldı. Pakistan geçen yıl cinsiyet eşitliği açısından dünyada, (kötü durumdaki ülkeler arasında) dördüncü sırada yer almıştı.
Günahı neydi o kız bebeklerin... Öz çocuğunun katili, cani, zorba, İblis uşağı olarak kayıtlara geçen seçkin erkekler(!) Zatımıza yakıştırdıklarımız.
İnsan kelime bulamıyor, akıl havsala almıyor, böylesine bir çirkinlik ve fenalığı, şeytanî fiili... Sırf kız olduğun için aşağılanıp öldürülmek, çöpe atılmak, toprağa gömülmek…
Masumları katletmenin, murdar nefsi için kurban etmenin verdiği özgürlüğün(!) korkusuzluğun ucu; acaba “Saati(Kıyameti) de yalanlamaya” gitmiş midir, düşünüyorum.
Tarihin, illetli dönemlerin onca ilerlemeye(!) gelişmeye rağmen; hâlâ ders alınmayıp, tekrarlanması. Hangi inanca, dine mensup bulunulursa bulunsun, ahlâki tefessühün, şiddetin yükselişi.
Hele “Rahmet Peygamber’inin (S.A.V.)” içinden çıktığı, Müslüman toplumlarda; cehaletin, barbarlığın bu derece boy atışı. Ki bazıları, İslâm’a girmeden, nice şerli işi yapıyordu, şimdi adımız Müslüman.
Yeni nesiller, bu lekeleri, kanı, atalarının bıraktığı, meşum bir kalıtı nasıl temizleyecek acaba?
Bizim farkımız olmalıydı diyor insan. Sadece geçmiş güzellemesinde, özlemli rüyalarda takılı kalmamalıydık. Geçen geçti.
“Dış güçler” mazeretse, bu denli âlet, şartların esiri olmamalıydık. Dik Durmak, kuru övünmelerde, mazi hikâyelerinde solmamalıydı.
Dünyayı böyle sarhoş, şuursuz ve zevk peşinde, gaflet içinde geçirmemeliydik.
İbadet ediyorsak, manevî narsistliğimizi körüklememeliydi.
Ulular, âlimler, şahlar, Kutsal Kitap, kıssalar, hikmetli yaşayışlar, trajik sonlar ve ÖLÜM, mezar taşları bize farklı şeyler söylemeli; hitap etmeliydi.
Kör, sağır, dilsiz haline gelmemeliydik. Anarşik, ruhu çürüten düzenlerden vazgeçmeliydik.
Matruşkalar içimizden çıkmamalıydı. Mütemadiyen hain üretmemeliydik.
Hangi kapasiteyle, olgunlaştırılmış mirasla, bilgiyle, hangi maddî-manevî güçle, dünyaya örnek olacağımızın, gelecek kuşaklara kültürümüzü taşıyacağımızın, istikbal ve istiklâlimizin derdini çekmeli, hesabını yapmalıydık.
Ahiret, iman, sorgu sual, Sırat diye bir kaygı taşımalıydık. Yeryüzü bir cennetse, cehennemlerin varlığına da inanmalıydık.
Varlığımız; güven vermeli, huzur, refah, umut, esenlik getirmeliydi. Kadınıyla, erkeğiyle elbirliğiyle çalışmalıydık.
Oysa böyle elîm bir tabloyla, temsille, söyleyecek ne sözümüz olabilirdi.
Hangi müktesebat, teçhizatla kötülüğü önleyebilir, yüzümüz ak meydana çıkar, çağa seslenebilirdik. Kendimizi kandırmayalım.
Çok yazık!
Koca bir Hiç. Hiç!