Kelimelerin ve cümlelerin hatalı kullanımının ne denli hayati sonuçlar doğuracağı, hepimizin malumu.
Kulaktan beyine iletilen yanlış cümleler zamanla düşüncelerimizi de şekillendiriyor. İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanırlar ya hani… İşte, söylediğimiz ve duyduğumuz gibi inanmaya ve o şekilde yaşamaya başlıyoruz biz de.
Şimdi, çok uzun yıllardan beri süregelen hatalı bir cümle kullanımı sonucu, işin nerelere varabileceğine bir bakalım. Muhakkak duymuşsunuz ve belki söylemişsinizdir de: kız istemek, kız almak, kız vermek!
İnsanlık adına utanç verici değil midir, bir insanı eşya gibi istemek, almak ya da vermek falan!? Böyle konuşmak, insana yakışıyor mu hiç? Kimsecikler de vaktiyle bir delinin kuyuya attığı taşı çıkartmamış ve o kör kuyuya ulaşmak git gide imkansızlaşmış bir hal almış zamanla. Hayret ediyorum. El birliğiyle o kuyunun dibine ulaşıp o yosun tutmuş taşı oradan çıkartma vakti artık gelmedi mi?
Geldi. Elimizi taşın altına koyma vakti geldi. İnsana, insana yakışır şekilde yaklaşmanın vakti geldi. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlara karşı yapılan bu insanlık dışı muameleye bir dur demenin zamanı geldi. Bunu da en başta dilimizi temizleyerek yapabiliriz. E dedik ya, ağızdan çıkanlar ve kulağa girenler zamanla düşüncelerimizi ve yaşantımızı etkileyecek kadar güçlü ve etkindir.
Ailelerin rızasıyla evlenmek isteyen bir kadın ve bir erkek -olması gerektiği gibi- elbette büyüklerin iznini ve onayını ister. Doğrusu ve güzeli böyledir. Eh, izdivaç öncesinde de müstakbel dünürler birbirleriyle görüşüp tanışmayı talep edeceklerdir. Bu noktada, ilk ziyaret de erkek tarafından yapılır genelde. Teklifin ve ilk hareketin o taraftan beklenmesi ve gelmesi de ta bilinç altına dayanır. Malum, hepimizin hikayesi, annemizin bedeninin içinde hareketsiz bir şekilde durup bekleyen yumurta hücresinin, babamızdan gelen hareketli sperm hücresiyle birleşip döllenmesiyle başlar. Hareket, erkek tarafına aittir yani. İşte, dünya evine girmek için atılan ilk adım da genelde erkeğin aracılığıyladır. Son derece doğal ve normal…
Ne var ki, dananın kuyruğu işte tam da bu noktada kopuyor. Ailenin rızası, izni ve onayını istemek için gerçekleştirilen bu eylemin adına ‘kız istemek’ denmiş; murat edilen rıza, izin ve onay alınınca buna ‘kız almak’ denilmiş. Kız tarafı ise, kız vermiştir! Verilen şey, bir insandır! Sözde, sözün içinde öyledir. Öyledir de, gerçekte olan, iki kişinin evlenmesi için gerekli olan onayın istenmesi, alınması ve verilmesidir sadece. Onayın, rızanın ya da iznin adına ‘kız’ denilmiş, cümleler o şekilde kurulmuş ve bir insandan tıpkı bir malmış, eşyaymış gibi söz edilmiştir! Garip olan şey, bu durumun bizzat kadınlar tarafından da kabullenilmiş olmasıdır. “Gel beni babamdan iste”ler, falanlar, filanlar… İnsanın şerefine ve onuruna hiç yakışmayan yaklaşımlar. E sen kendine ne kadar kıymet verirsen, başkaları da sana o kadar kıymet verir zaten. “Oldu isteyeyim de alayım seni o zaman!”
Tabi kemikleşmiş ve benimsenmiş olan şey ne kadar absürt, yakışıksız, yanlış ve çirkin olsa da, bunun değişmesi kolay olduğu kadar zordur da. Zordur, çünkü adı üzerinde, kronikleşmiş şeyleri şifalandırıp değiştirmek istediğinizde birçok ezbere ve basma kalıp tepki ile karşılaşabilirsiniz. Bir o kadar da kolaydır çünkü güneşi balçıkla sıvayamayacağınız gibi, doğruluğun önünde de hiçbir güç duramaz. Sen ve ben değiştiğimizde toplum da değişecektir çünkü toplum zaten zamirlerin toplamıdır; en başta ‘sen’in ve ‘ben’im…
Toplum, bizlerden özge ve ayrı bir güç değildir. Bir insan için istemek, almak ve vermek gibi sözcük kullanımlarının, kadınların onuruna leke çaldığını ve onları aşağıladığını ise zaten herkes biliyor. İçten içe de olsa, herkes biliyor inanın. Fakat dili arındırmak gerekli işte öncelikle, dili!