Kitapların da dili vardır ve bu gün kitaplar feryadı figanı kopararak feryat etmektedirler fakat güzel şeylere, güzel seslere kulaklarımızı tıkadığımız gibi kitapların feryadına da kulaklarımızı tıkamış bulunmaktayız.
Okumada gaye sadece okumak değil, sonunda bilgi edinmek, faydalı şeyler öğrenmek ve bunları uygulamak veya yaşamaktır. Okunan metin tarih ise günümüze ışık tutmalıdır, dersler vermelidir; bu gün bu gayeden yoksun olarak kitaplar okutulduğu için okuduğu bilgilerden faydalanmayan ve öğrenilenleri hayata tatbik etmeyen bir nesil yetiştiriyoruz. Hababam sınıfı ortamında ya da havasında büyüyüp yetişen gençler ülke gerçeklerini ve değerlerini öğrenebilecek ciddiyetten ve samimiyetten uzaklaşıyorlar. Dedektiflik kitabını okuyup bir türlü onu uygulayamayan Kemal Sunal gençliği yetiştiriyoruz. Marangozluk kitabını okuyup da bir türlü ona göre iş çıkaramayan adamın haline bezeyen ucube bir insan tipi yetiştiriyoruz. Okullarımızda ilkokuldan sonra başlayan sınav maratonu nedeni ile okumaya karşı ilgi azalmaya başlıyor ve bu isteksizlik üniversite giriş sınavlarıyla birlikte kalıcı hale gelmektedir. Okumayı öğretemeyen bir eğitim sistemi içinde çocuklarımız öğütülüyor. Okullarda kitap deyince akla sadece ders kitapları gelmektedir.
Okullarımızda okuma alışkanlığı kazandırmak, bilgi kültür seviyesini yükseltmek amacıyla başlatılan ve hala devam eden yüz temel eser projesi araştırmalara göre faydadan çok zarar getirmiştir. Okuma alışkanlığı kazandırmaktan ziyade okumamaya sevk ettiği tespit edilmiştir. Kitapların çoğu çeviri olduğundan tercüme sırasında tahrifat oluşmuştur. Para peşinde olan yayınevlerinin haksız kazanca neden olan yayıncılık ve ideolojik tutumları bu uygulamayı hedeften uzaklaştırmıştır. İlköğretim öğrencileri için hazırlanan eserlerin seçimi bilimsel esaslara göre yapılmadığı için okunması istenen bu eserlerin birçoğu klasik özelliklerden uzak, çocuk seviyesine ve özelliklerine uygun olmayan yetişkin dili kullanılarak yazılmıştır.
Kötü bir alışkanlık olarak birçok şeyi göstermelik olarak yaptığımız gibi kitap okumayı da göstermelik olarak yapıyoruz. Öğretmenlerin kitaba karşı soğuk ve isteksiz durduğu bir ortamda elbette öğrencilerin de okumayı formalite olarak yapıp bir yükü üzerinden atmak adına hareket etmelerinden daha doğal ne olabilir ki? Buna ancak örnek alınmış duyarsızlık ya da empoze edilmiş cehalet denebilir. Maalesef çocuklar ilim, irfan, fazilet ve yüce değerler yerine şiddeti, duyarsızlığı, cehaleti ve hileyi okuldan öğreniyorlar. Hayata hazırlayan, yüce değerleri öğreten kitaplar yerine öğrencileri sınavlara hazırlayan kitaplardan başka kitap okumamak bir gelenek olmuştur. Oysaki sınavlarda başarılı olabilmek, sınava şartlanmış zihnin zinde durabilmesine bağlıdır, bunun için hakikati ve hakikatli okumak gerekmektedir. Sınavlarda başarılı olabilmek için günde onlarca test çözmesi gerektiğini öğrenen öğrencilerin gözünde, buna hizmet etmeyen hiçbir şeyin değeri yoktur. Aslında çocuklarımız okulda yanlış eğitilip yönlendirilmektedirler.
Öğrencilerimize okuma bilincinin yerleştirilebilmesi için kitap tavsiye etmeden önce yapılması gereken şeyler vardır. Önce eğitimciler çok yönlü olarak model olmalı ve kendileri tavsiye ettikleri kitapları okumuş olmalıdırlar. Sonra neyin niçin okutulacağı çok iyi karalaştırılmış olması gerekmektedir. Okullarda kütüphaneler en az kullanılan bölümler olmuştur. Kitaplar ise açılmaya açılmaya yaprakları birbirine yapışmış, yıllanmış tozlarla ilgi beklemektedir. Okumadan başka her amaçla kullanılan kütüphaneler, gerçek özelliklerine kavuşturularak kitap çeşitliliği bakımından zenginleştirilmeli, özgür bir ortam haline getirilmelidir. Öğrenci ve öğretmenlerin kitaba sorunsuz ulaşmaları sağlanmalıdır. Okulların büyük çoğunluğunda ilgisizlik nedeniyle hâlâ kütüphaneler kilitli tutulmaktadır. Bir garabet numunesi olarak kitaplar öğrencilerden korunmaktadır.
Bu haliyle kitaplar, testlerin beş şıktan birini işaretlemeye şartlanmış kafaları yolundan çevirmesi imkânsız görünüyor. Öğrencilerin küçük yaşlardan itibaren okumayı sevmelerini istiyorsak bunun bir yolu da yazıyı ve yazmayı sevdirmektir. Ne yazık ki eğitimimizde her şey yazının ve yazmanın aleyhine gelişiyor. Düşünemeyen, ezberci, benmerkezci bir nesil yetiştiriliyor. Derslerde defter kullanan öğrencilerin sayısı hızla azalırken yazılı metin olan kitaplara ilgi de aynı şekilde azalıyor. Teknoloji kullanılırken aslında amaçlar araçlara kurban edilmektedir. Öğrencilerin zihin gelişiminde birçok fayda sağlayacak olan okuma eylemi için en müsait çağlar olan öğrencilik yılları istikbal endişesi ve sınav kaygısı nedeniyle değerlendirilemiyor. Ülkemizde nerdeyse her konuda bilgi sahibi olduğu halde bir türlü bilinç ya da şuur sahibi olamayan insanların çoğalmasının bir nedeni de budur.
Voltaire; Okuma, ruhu yüceltir, demişti. O halde yeni dönemde, bu salgından sonrası bir fırsat bilinerek eğitim sistemi yeniden incelenerek verdiği zararlar önlenmelidir. Sadece beyni değil ruhu da doyuran uygulamalarla, gerçek okumalarla öğrencilerimiz ruhi yönden zenginleştirilmeli ve şuur sahibi olarak yetiştirilmelidir. Çocukların kalbine iman, sevgi, merhamet, yüce değerler ve okuma aşkının konabilmesi için hakka dayanan bir eğitim sistemine geçiş yapılmalıdır.