Bursa da “Kitap okuyan kız” heykeline defalarca zarar verildiğine dair haberleri duymuşsunuzdur.
Neden “tahrip edilecek heykeller listesine(!)” alındı, bir takım okuryazarlarca(!) sakıncalı(!) ve muzırlık katsayısı yüksek bulunup taciz edildi anlamadım. Kuşkusuz en savunmasız, korumasız kadınlardan heykelcikler.
Kabulü zor gerçeklerden olsa da, Türkiye’nin okuma(ma)kla ilgili bir sıkıntısı mevcut; ayrıca çeşitli sebeplerle, hâlâ kızları okuldan uzak tutan kişiler bulunuyor.
İnsanımızda her tür cehaletin büyümesinden yarar uman, beslenen; ya da gafletiyle aymazlığıyla bu gerilemeye âlet olan.
Heykel düşmanlığı bir tarafa; birbirinin aynı, benzeri yapılarla, kopya sanat ürünleriyle(!) her şehri kişiliksizleştirmek farklı; okuyanın yontusuna bile tahammül edememek ayrı.
Bilginin/ Kitabın/ anlama öğrenme muradındaki insanın bir üstünlüğü, özelliği, imtiyazı herhalde nazarımızda mevcut değil.
“Kitap okuyan kız” tablolarının, heykellerinin anlamını; okuma ruhunu, sevgisini ne kadar hayata geçirebildik? Hakikatinin önemi yok ki; suretinin, sanalının, kalıbının ehemmiyeti bulunsun.
Kız çocuklarına yönelik ayrımsa önemli bir yara. Mesela özellikle yetenekli olmasına ve öğretmenlerince ısrarla önerilmesine rağmen kızını okutmayan, küçük yaşta evlendiren ama şımartılmış, pek sevilen oğlan çocuklarından da, umduğunu göremeyip, hüsrana uğrayan ebeveynler yakınımızda.
Kimi kız çocuklarına mektep kapıları kapatılabiliyor; ancak genelde insanımızın bilme, öğrenme merakının seviyesi de tartışmalı. Kitap okuma oranları, sorunlu eğitimin durumu ortada.
…
Konu bazı sanatçıların da dikkatini çekiyor. Edebiyatımızın duyarlı kalemlerinden Mehtap Altan; böyle önemli bir problemi işliyor, Mistik Fısıltılar kitabında, “LırıpLırıpNadamvo” öyküsünde.
Kalp hastası bir annenin, gününün büyük bölümünü kahvehanede geçirip, evladının okuduğu kitapları yük sayıp, hor gören bir babanın kızdır Yurdanur. Zoraki, kerhen, zaruret miktarı kadar okutulmak istenir.
Lâkin O azimlidir. Kileri gizli bir kütüphaneye çevirir. İçine dikkat çekmeyecek kadar küçük bir lamba koyar. Diğer yandan deterjanlarla baş başadır. Deterjanların üzerindeki, bir tersten bir düzden okuduğu yazı, onun hayat felsefesini de oluşturur: “Ovmadan pırıl pırıl, lırplırıpnadamvo”.
“Çünkü biliyordu; umut ve inanç pırıl pırıl bir dünyanın penceresiydi ve o pencereleri yolunu, kitapları gösterecekti hep.” (Mehtap Altan, Mistik Fısıltılar, Profil Kitap)
Gerçi bugün o yazı, “Kirlenmek güzeldir’e” dönüşmüştür. Bir mânâda aslolan temizlik değil, kirlenmektir ve kir mahzurlu değildir; günün anlayışına göre. Maddîsi de, manevîsi de…
Yurdanur, “Türkiye’nin en başarılı psikologlarından biri olacaktı(r)” lâkin çocukluğunun geçtiği evin, “benim dünyam, kalbim, vatanımdı” dediği kilerin yanmasına dayanamayacaktır.
Mehtap Altan’ın aynı kitaptaki, “Kalemsiz ve Yalın Ayaktı Düşler” öyküsünde; hademe olan dedenin vasiyetince, ablaları da hiç okula gönderilmeyen bir kız çocuğunun dramı anlatılır. Ayrıca başlık gibi sorunlara dokunulur:
“Okulu temizlerken biri kız biri erkek iki öğrencinin, birbirini öptüğünü görmüş, başka şeyler de duymuş. Ondan sonra; ‘Eğer kızlarınızı okula gönderirseniz, sizi affetmem!” dedi oğullarına. Hatta Ayşe’nin ablalarını da okula göndermedik. Birini sattık yani kocaya verdik, birinin de başlık pazarlığı var.”
Öyküdeki kız çocuğunun isminin Ayşe olması manidardır.
İslâm Tarihinin en temayüz etmiş, zeki kadınlarındandır, “Şiir bilen, Efendimizin (S.A.V.) aile hayatına dair bütün bilgilerin kaynağı, mümtaz validemiz” Hz. Ayşe.
Mevcut çelişki; Ayşe’nin bilinçli bir cehalete çekilişi yürek sızlatır.
Yine Yurdanur isminin de tesadüfi verilmediğini sanıyorum. Yazar, nurlu bir gelecek arzusunu, dileğini; eğitilmiş başarılı, öncü kadınların şahsında ortaya koymuştur.
“Teneffüs” öyküsünde, öğretmeninin hatası yüzünden, haksız bir tokatla okuldan kopan bir kızın hikâyesi dile getirilir.
Fakat seneler sonra, gittiği bir okulda kırık yanları onarılacaktır. Duvardaki bir karınca bazen örnek, yoldaş olur. İnanç bir köşeye oturur. Bakış açısı farklılaşır.
“.. Bilginin hamurunu, maneviyatın nefesi yoğurur. Bilgideki somut malzemeler kişinin, bilim adamının ya da öğreticinin maharetiyle de kendini tamamlamış olur.”
“..içimdeki çocuğun çığlığı kesilmişti. Hû diyordu ruhumun başköşesine bağdaş kurup yaralarımı öpen dervişin soluğu, hû…”
Yazar ümitvardır.
“…Ve ben; bugün de, yarın da yaşamın umut bayrağını gamzelerinde saklayan bir sürü çocuğun duldasında teneffüste olacağım. Teneffüste…
“Teneffüs zamanı; hüznün duldasında güneşe gebe kalacak ruhun, doğum zamanı!”
Nura gark olmuş o doğuşları, büyük bir sabırsızlıkla daima bekliyoruz.
Fertçe de, milletçe de. Güzel eylemler eşliğinde.