Kış Masalı

Hüzeyme Yeşim Koçak


Kış zannederim ki, evvelâ masallardadır. Söz gelimi biraz Andersen masalıdır.
Karlar Kraliçesi değilse de Kibritçi Kız, son bir ümitle kibrit çakar. Alevi fena halde yakar.
Kibrit alevinde ısınmak ve aydınlanmak nicedir; upuzun kışlar kaç harftir, hecedir?
Bir kibritliktir ömrümüz; anlık yanan ve sönen… Kimi zaman, İblisçe meşum kahkahalarla gülünen…
Karanlığa karşı bir mum yakın! Ve üşümeyin, aman ha sakın!
Bazen gönlümüzün kışları yâdıma düşer. Bazı, apansız yakalandığımız günün haşmetli soğukları…
Ararım; karda buzda kaydığımız, tutunamayıp, tepe aşağı yuvarlandığımız yokuşları.
Yeni yılın dillendiği, umut kapısı Ocak’ları…
Kış hazırlıkları yaparız özenle. Derin donduruculara yiyecekler koyduk, sakladık, istifledik, tükettik… Bahar, yaz geçti; en nihayet kışları da bitirdik.
Kış denilince, biraz mazi gezinir. Gezginlerin yaşadığı kışlar, efsane gibidir:
İbrahim Hakkı Konyalı, bize asırlar öncesinin oynak kışlarını ve uçuculuğun azametini seyyahların dilinden nakleder:
“Rum, büyük beldelerden teşekkül etmiş geniş bir ülkeydi. Burası dünyanın en verimli, en ucuz, hayır eserleri ve acayip şeyleri en çok olan köşesiydi. Bu toprakların hassalarından birisi dört ayaklı at, deve, koyun, manda, sığır gibi hayvanlarının çok doğurucu olmasıydı. Dünya yüzünden hiçbir yerin suyu başka yerlere nakledilmez. Fakat buradan başka yerlere su götürülürdü. Türk ve Rum köleleri de böyle.
Rum da kış belâydı, azaptı, meşakkatti. Kışın hava ağırlaşır, su taşlaşır, bir çok hayvan ölürdü.
     Yer parlayan şişe, hava sokan eşek arıları gibiydi. Gecesi köpek ulumaları, aslan kükremeleri, baykuş sesleri, su çağıltıları ile doluydu. alk müthiş soğuktan cehennenm ateşine bile girmeye an atardı. Halk  Halk müthiş soğuktan cehennem ateşine bile girmeye can atardı.”
     Âlimlerin, âriflerin dört mevsimi farklıdır. Hazreti Mevlânâ’nın, camide gece ibadet ederken soğuktan sakalı donmuştur. Talebeleri sabah geldiğinde, su dökerek eritmek zorunda kalmıştır.
     İliklerine işlemiş aşkın derinliği; Hz. Ali’nin yarasının (okun) acısını namazda hissettirmediği gibi, Yüce Veli’nin de hava şartlarından bîzar olmasını engellemiştir. Onlar, bütün hayatıyla, imkânsıza, engellere karşı bir mukavemeti, derûni bir idraki gösterirler. Ki gönül mimarlarıdır; kavurucu soğuklara, afete karşı, dayanıklı, sivri başlı, göğe akıp giden evler inşa ederler.
     Mevsimler alabildiğine değişir, kıştır serttir ama gene de geçer; Martların Nisanların hafifliğine, uçarılığına boyun eğer. Bir izafîliği örneklediği gibi, insan hayatındaki birbirini takip eden, vaatkâr, kararsız mevsimleri de işaretler.
     Bir şiirdir kışlar… Cenab Şehabeddin, karlar yağdırır yüreğimize. Ahmet Haşim’in O Belde’sinde, kışlar yoğun geçer belki de. Kar yolları kapamıştır, beldeye hiç ulaşım sağlanmaz. Âşıklar ağlar durur, Sevgiliye bir türlü kavuşulmaz.
     Bu Belde’ye geçildiğinde ise…
     Hayatımızın kışı, eski bir kartpostaldır bir biçimde. Karlar, yaldızlar, muhayyel şehirler, her bakıldığında yeniden yapılan buğulu meskenler tekrar hatırımıza gelir.
     Eski kışlar yitse de bir bir; sisler ardındaki çocukluktur azbuçuk kışlar. Kardan adamlarımıza havuç; saffeti ve çocukluğumuzu biteviye aradığımız, kaybolmuş masumiyetler peşinde beyhude yere paralandığımız…
     Büyüdükçe değişecektir birbirimize attığımız kardan toplar. Dünyevî toplarla (Altın top) niyetine habire oynayacağızdır. Neticede oyalanırız; sonra avuçlarımızda erir, içinde taş, kir toplu, göstermelik yuvarlak, beyaz putlar…
     Kışlarımızı da biriktiririz herhalde.  Hevesimizin hevenklerini asarız benliğin kilerlerine. Suçlarımız serilir izbelere… Âdem’den kalma yıllanmış, keskin bir şarabın zerrelerinde, günahlar içilir sürekli ölesiye…
     Titrerim, “Kış” diyemem. Coğrafyadır tarihtir, Sarıkamış, hazin hikâyelerdir. Keskin yoksulluktur;  toprakta kesintisiz kış uykularına yatmak; soğuk Cehennemlerdir.
     Kış tekâmül için elzem bir nokta, bizâtihi bir tohumdur; bağrında nice tohumları, yeşermeye yüz tutmuş güzel fiilleri, oluşları saklayan; bakışımız, duruşumuz değişince bize ödül diye ferahfeza baharlar sunan… Aşkla, muhabbetle yatan, kalkan… Severim kışları.
     Bir dem…
     Sıcak bir köşenin zevkiyle, sayfalarına düşülen keyifli kitaplardır.
     Nazik ellerce örülen başlık, hırka; uzayıp akıp giden yollardır. Duraktır, uğraktır, yâr sıcaklığıdır.
     Bir bardak demli çaya, tarçınlı saleplere, soba yanındaki sohbetlere sığdırılmış ballı dostluklardır.
     Kış, bir parça,  arabaşı kokusu, tadıdır…
     Ezilenlerin Türküsü ve mağlupların zaferidir… Biraz kül, biraz duman; biraz sen ben, insandır.
     Tüm bunları düşünme hazzı; is dolu, kar kürüdüğümüz, düşe kaka, ine çıka yürüdüğümüz keskin, yaman havalardır.
     Bir kış çorbasıdır, niyetlenince. Karıştırmaya başladığınız, içinde tuzunuzun olduğu, lezzet katsın diye “sevgiyle” bir tutam kelime attığınız…
     Cümlelerdir, edebî bir kırbaçla sürdüğünüz; bineğiniz, kızağınız…
     Kışlık bir yazıdır neticede, kış(lık)lara kattığınız.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.