Pazar günü Ramazan’ın 14. günüydü…
Ayrıca tüm dünyada “Babalar Günü” de Pazar Günü kutlandı… Aslında bir evlat için “BABALAR GÜNÜ” babasının elini öpebildiği her gündür… Yılda bir kez özel olarak kutlamaya bile gerek yok…Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak her şeyi öğrettiği gibi anne ve babaya karşı nasıl dua edeceğimizi de öğretmiştir…
İsra Suresi 24. Ayette Rabbimiz ;
“Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Ey Rabbim! Beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!” ayetiyle anne ve babalarımıza nasıl dua etmemiz gerektiğini de öğretir…
Öte yandan, her gün “Rabbenağfirli” duası ile de bir Müslüman, anne ve babasına her namazında defalarca dua etmektedir…
Babamı Rahmeti Rahmana uğurladıktan birkaç sene sonra, yine bir babalar gününde, özlem ve hüzünle aşağıdaki satırları kaleme almıştık… Bu vesile ile yeniden paylaşmış olalım…Umulur ki babaları halen sağ olan kardeşlerimizde bir farkındalık oluşturur…
***
Sessiz, mahcup, kalender ve fakir babalarımız vardı…
Her bir lokmasına terini akıtmış, getiremediği her kuruş için gözyaşı dökmüş babaların elinde büyüdük…
Sert fırtınalarda, kaybolup, yitip gitmesin diye, sevdiklerini kendine sımsıkı bağlayan ‘iskele babaları’ gibiydi bizimkiler…
***
İflaslar ile ölüp-ölüp dirilen, gözleri ümitsizlikten ve haksızlıklardan çakmak çakmak, ağlamayı unutmuş babaların çocuklarıydık biz…
***
Emek, zahmet nasırlı avuçlarında getirebildiklerini, büyük bir bonkerlikle sunabilen, verirken elleri titremeyen çınarların gölgesinde büyüdük…
***
Devlet kapısında horlanan, iki büklüm mazlumların çocuklarıydık…
Kimse bizleri iteleyip, kakalamasın diye, itelenip kakalanan, bir mintan bir avuç kavurga ile çocukluk yaşamış;
Dünya nimetine acemi babalarımız vardı bizim…
***
Bir ton kömür 500 kilogram odunla kış gönülleri yaza çeviren…
Kapalı havalarda pencere pervazları önünde, sigarasının dumanında çocukluklarına dalıp giden, hayatın yükü altında kaybolup gitmiş bir neslin çocuklarıydık biz aslında…
***
Tek bildikleri oyun uzun kış geceleri çocuklarına at olmaktı…
Birinin sırtına binmekten çok, hep taşımayı öğrenmişlerdi…
Nadirattan lokantada yemek yerken, boğazına dizilip kalan, çıkarken boğazından geçmeyen lokmasını yavrularına sarıp getiren babalar büyüttü bizi…
***
Onlar kayıp bir neslin çocuklarıydı…
Ne çocukluklarını yaşadılar, ne de gençliklerini…
Tenhalarda sevdiler hep bizi…
Ama ne sevgi…
Korkusuz büyüttüler…
Çünkü ellerimizi sımsıkı tuttular…
O minicik eller şimdi ekmek tuttu…
***
Tam da kazancımızı nasırlı mübarek avuçlarına koyacağımızda,yaşarken olduğu gibi sessiz ve mağrur mezar taşlarıyla selamladılar bizi…
“ADAM” ettiler…
Sonra da çekip soğuk mezarlarına gittiler…
***
Lokantada birine yemek ısmarlayacak kadar kazanıyorum şimdi…
Ama ona ısmarlayamadıktan sonra, dünyayı doyursam içimde kocaman bir açlık geziyor…
***
Sessiz, mahcup, kalender ve fakir babalarımız vardı…
Onlar gitti, yürekte peşleri sıra boşaldı gitti…
***
Şimdi kalplerimizde, yaşayamadıkları uhdelerini avutuyoruz… Şairin de dediği gibi ;
"Behey babam dalmış babam
Sigarayı sarmış babam
Şapkasına hicran dökmüş
Kibrit gibi yanmış babam "
Rabbim yitip, gitmişlerinle cennetinde cem eyle inşallah…