Türkiye’den, Konya’dan epeyce uzaklardan siz kıymetli dostlarıma en kalbî selam ve muhabbetlerimi iletmek istiyorum efendim. Geçen ki yazım inşaallah sizleri üzmemiştir. Ancak hâli perişânımız bu. Elbette iman ölçüleri içerisinde olan her kişiyi etrafında yaşanan olumsuzluklar özellikle de ahlâkî olanları ayrı bir etkiliyor.
Bilindiği gibi Kıbrıs adasında Rumlar ile Türkler yıllarca berâber yaşamışlar. Fakat bu berâberliklerinde birbirlerini kıracak, incitecek, üzecek çok eziyetler yapılmış. İki tarafta özellikle de Türkler Rumlardan zâlimlik derecesinde barbarlıklar görmüşler. Çok sıkıntılar çekilmiş ve çok acılar yaşanmış. Bunların yanı sıra, Yunanistan Hükümetiyle birlikte hareket eden o zaman ki Rum hükümeti ki başında o zamanlar pek meşhur olan Makaryos vardı, adayı Yunanistan’a bağlamak (ENOSİS) en büyük hayâliydi. Bu süreçte Kıbrıs Rumları Türklere yapmadık eziyeti bırakmamışlardı. Hatta bir Türk askeri doktorun ailesiyle birlikte evlerinin banyosunda kesilmesi (ki burası daha sonra müze hâline getirilmiş durumda) bizim o zamanlar Türk Hükümeti olarak tahammül sınırlarımızı aşıyor ve Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştiriyoruz. Askeri harekat oldukça başarılı bir şekilde tamamlanarak Türk ve Rum bölgeleri ayrılarak sınırlar çiziliyor. Mehmetçik burada Beşparmak dağlarında Çanakkale’ye benzer fedâkarlıklar göstererek adaya hâkim oluyor. O zamanlar Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında akıllara hayrete düşüren çok ruhânî haller bizzat askerlerimiz tarafından müşâhade edilmiştir.
Harekat sonrası Türkiye’den Kıbrıs’a göç başlıyor. Buranın köylerine Türkiye’den gelen insanlar yerleştiriliyor 1975 li yıllarda. Ancak ne yazık ki gelenler buraya kalite değil tam tamına kalitesizlik getiriyorlar. Genelde işsiz-güçsüz, evi-yeri-yurdu olmayan kimsesizler gürûhu geliyor adaya yerleştirilmek üzere. Bu insanlar ada halkında daha önceden var olan kültür kavramıyla çelişen davranışlar ortaya koyuyorlar. Meselâ; daha önceden evlerin bahçelerinde bırakılan değerli değersiz eşyâlar çalınmazken Türkiye’den gelen Türkler tarafından çalınmaya başlıyor. Göç edenlere yakıştırılan en bâriz hâdise çalma ya da hırsızlık olayı. Tabi bunların yanında birçok husustaki ( Köyden indim şehire) misâli nezâketsiz davranışlar adadaki yerli Türkler tarafından yadırganıyor. Bu sebeple de ne yazık ki burada Türkler üçüncü sınıf vatandaş muâmelesi görüyor. Bu üzücü bir durum elbette.
Sonra Kıbrıs’ta eskiden Rumlarla yaşanan olumsuzluklar bugün unutulmuş vaziyette. Herkes tekrar güneydeki Rumlarla yaşamak istiyor. Yeni gelenlerle yerli Kıbrıslıların kafaları âdetâ birbirini tutmuyor. Buradaki yerli Kıbrıslılar aynen yabancı gibi yaşıyor ve onlar gibi giyiniyor. Yaşlılarında bile yalancıktan dahi olsa ‘başörtüsü’ kavramı yok. Hayatlarının hiçbir karesinde din diye bir mefhum yok. Sâdece inşaallah, Allah yardım etsin gibisinden sözler var. Bu sözleri sarf edenlerden umutlanıyoruz ve diyoruz ki; demek ki alt yapıda inanç var. Kıbrıs’ın yerli Türklerinde müthiş bir İngiliz hayranlığı da mevcut. Yerli Kıbrıslılar için en gözde kişiler İngilizler. Okullarda İngilizce ana dil gibi. Trafik bile İngiliz sisteme göre işliyor, direksiyonlar sağda, şeritler yine öyle.
Fakat ne dersek diyelim nezâket, temizlik, insâniyet durumları gâyet seviyeli. İnsanlar birbirlerine saygılı. Ebeveynlerde çocuklarını yasaklara boğmuyorlar, her şey serbest. Böyle olunca etrafta Türkiye’deki gibi seni rahatsız eden kız erkek sarkıntılıkları yok. Herkes istediği saatte bayan olsun erkek olsun fark etmiyor dışarı rahatlıkla her hangi bir sıkıntı yaşamadan özgürce çıkabiliyor. Aşırı rahat ve serbest ortamın getirdiği müspetlikler bunlar. Tabi bize çok doğru gelmese de onlarında doğru değerlerini görmezden gelemeyiz.
Osmanlı efendilerimiz yıllarca seferden sefere koşarak at üzerinden inmemişler. Ama fethedilen yerlerde dînî eğitim üzerinde durma titizliğinde bulunmamışlar hatta mevcuta dahi dokunmamışlar başka dinden olanlara serbestiyet getirip kolaylıklar tanımışlar. İslâm’ın hoşgörüsü güzel ancak İslâm’ın güzelliklerini o bölgedeki insanların da tanıması hakları olsa gerek. Bu yapılmadı mı? Yapıldı fakat zorlamadan yavaşça hoş tutularak. Hayata dokunmak değil hayâta İslâm’ın güzelliklerini koymak esastır. Ancak görülen o ki bu benim şahsi kannaatim bu insanlara da yazık! Keşke bu güzel ahlâklarıyla İslâm’ı da yaşasalar. Sâdece nufus cüzdanında Müslüman yazmakla Müslüman olunmaz.
Hayret edilecek (bize göre tabi) başka bir şey burada herkes küçüğünden büyüğüne içki içiyor. İçmeyenlere yerli Türkler pek inanmıyorlar ve bizim onları anlayamadığımız gibi onlar da bizi pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da anlayamıyorlar. Buraya geldikten birkaç gün sonra evin panjurlarını yıkamak için çıktığım pencereden düşerek sağ ayak topuğumu kırdım. Bu sebepten gittiğimiz Lefkoşe Hastahanesinde bir gece kaldık. Bu sırada ameliyattan çıkan hasta bayanların hemen içki içmek istediklerini söylemeleri beni müthiş hayrete düşürdü. Oysa bu onlar için çok normal bir şeydi. Bunları söyleyenler anneydi üstelik her birinin 2-3 oğulları vardı boylarınca. Ah! Dedim. Ah Osmanlı, görmeliydin fethettiğin ülkelerin ne hâle geldiğini.
İşte böyle dostlar, buralar için sizlerden bolca dualar istiyoruz. Yerli Türkler iyi insanlar ve nezihler ama hayatlarında hiç İslam diye din diye bir kaygıları yok. Şu mübârek Cuma saatinde onlar için dualar edelim inşaalah. Kalanlar içinde hâli muhafaza şart. Rabbim hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
Günleriniz iyilik ve güzellikle dolsun, cumânız hayrolsun efendim.