2 Mart Salı günü Lefkoşa’da düzenlenen 2. Toplumsal Varoluş Mitingi ile ilgili bugün sizleri bilgilendirmek istiyorum kıymetli okurlar. Daha öncesi 28 Ocak’ta düzenlenmiş ve açılan pankartlardaki düzeysiz sloganlar Türkiye’yi cidden rahatsız etmişti. Hatta birçoklarımızın kafalarında; ‘Neler oluyor Kıbrıs’ta?’ diye haklı olarak sorular belirmişti.
Kıbrıs’ı dışarıdan tahlil etmek ve anlamak gerçekten zormuş. Bunu burada yaşarken daha iyi anladık. Ayrıca Kıbrıs meselesini bir Türkiyeli olarak bir de Kıbrıslı Türk olarak değerlendirme hususu var. Türkiye’den göç edenler Kıbrıs’ı asla Kıbrıslı Türklerin gözüyle mütalâa edemezler. Kıbrıs’ın problemlerini değerlendirirken konunun bu boyutunu dikkate alarak değerlendirmek ve çözümlerini yine ayni şekilde üretmek gerekiyor. Şimdi gelelim meseleye. Sıkıntılar şu şekilde baş gösterdi:
Türkiye Hükümeti bu sene Kıbrıs Hükümetine yeni bir ‘Ekonomi Paketi’ takdim etti. Türkiye’nin haklı olarak sunduğu ‘Alınması gereken ekonomik Tedbirler’ paketi doğrultusunda, mevcut hükümetin bazı âcilen önlem icap eden mâli tedbirlere yönelik kararlar vermesi ve uygulaması lâzımdı. Ancak bunu Kıbrıslılar kendileri tarafından kabul edilemez bir dayatma olarak görmek istediler. İşte kriz bu şekilde başladı. Daha sonra Başbakanın sözleri yanlış anlaşılarak ‘besleme’ diye nitelendirilmeye dönüştü. Zâten uzun süredir problemler patlamaya hazır durumdaydı Kıbrıs’ta, O zamana kadar Kıbrıslı Türklerin içinde biriken ‘Türkiye karşıtlığı’ söylemlerinin sergilenmesinin tam zamanıydı bu zemin. Ve öylede yapıldı. Kıbrıslı Türkler özellikle de Sendika Temsilcileri ‘Türkiye karşıtlığı’ söylemlerini her platformda dile getirmeye başladılar.
Yalnız Türkiye’den konunun daha iyi kavraması için biraz geriye gitmek gerekiyor. Kıbrıs daha öncesinden gelen tarihsel süreçle Kıbrıslı Türklerle, Rumların bir o sayıya yakın İngilizlerin’in berâber yaşadığı bir ülke idi. Yıllarca yaşanan birliktelikte gerek yönetimde gerekse diğer işlerde hep Rumlar söz sâhibi oldular. Hatta adanın Yunanlılara ilhak etmesi için gizli gizli planlar yapıldı. Bu plan çerçevesinde, Kıbrıslı Türklere Rumlar tarafından olmadık eziyet ve zulümler tatbik edilerek Kıbrıslı Türkler asimile edilmeye çalışıldı. (Tabi buradaki şimdiki nesil bunları bilmiyor.) 1964-1974 yılları arasında artık bu işkenceler tahammül sınırlarını aştı ve o zamanki Türkiye Hükümeti 1974’te ‘Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi. Bunun akabinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti(KKTC) kuruldu. O tarihten bu yana da Kıbrıs’a Türkiye’den göç başladı. Buraya göçle gelen Türkiyelilerden de bahsetmek yerinde olacak. Nasıl Almanya’ya ilk defa yıllar önce gidildiğinde oradaki Alman vatandaşlarıyla Türkler arasında uyum sağlamasında bazı sıkıntılar yaşanmışsa burada da benzer durumlar yaşanmış ve halen de yaşanıyor. Türkiye’den buraya gelenler ya Türkiye’de yapamadıkları dolambaçları, çeviremedikler dümenleri Kıbrıs’ta çevirmeye gelmişler. Bu niyetle kumarhâneler, barlar, gazinolar açmışlar. Her türlü rezillikleri buralarda sergilemişler. Ya da Türkiye’de evi barkı, işi gücü olmayan genelde sâhipsiz vatandaş gelmiş buraya. Onlar da köyden indim şehre misâli birçok tasvip edilmeyen görgü ve ahlâk dışı tavırlar sergilemişler ve Kıbrıslı onları haklı olarak kabullenememiş. Bu insanlar işsiz olunca her türlü tarla işi, ayak işi, bakkallık, fırıncılık, tâmircilik gibi kalitesiz tüm işlerde çalışmışlar. (Küçümsüyor gibi yanlış anlaşılma olmasın, alın teriyle dürüstçe yapılan her iş kutsaldır ama benim burada demek istediği başka) Göç eden bizim buradaki insanımız böyle olunca elbette ki adada Kıbrıslılarla arada bir samimiyet tesis edilememiş. Daha açıkçası Kıbrıslılar göç Türklerini sevmiyor. Ancak dediğimiz gibi bunda göççülerin de büyük payı var. Resmi dâirelerde (asil!) Kıbrıslılar çalışıyorlar. En gözde Resmi işlerde polislik, itfâiye memuru olma, Hava Yollarında çalışma veya Hükümette memurluk vs. Bu hizmetlerde hiç göç eden Türk yoktur desek mübalağa olmaz. Bu meselenin sosyal boyutu! Meselenin bir de ekonomik ve hukûki boyutu var.
KKTC Hükümetin Türkiye dışında pek bir ülke tanımadığı için Kuzey Kıbrıs’ta üretilen ürünler Türkiye hâriç başka hiçbir dış ülkeye satılamıyor. Satılamayan ürün ki en çokta portakal gibi narenciye ürünleri üretenlerin elinde kalıyor, kazanç yapılamıyor. Halbuki ağaçlar yemiş dolu. Onların bakılması, sulanması, toplanması epeyce iş ve para istiyor. Bahçe sâhipleri yaptıkları masrafın karşılığın alamıyor. Bu yüzden burada birçok temel gıda ürünleri çok pahalı.
Bir başka önemli hususta şu, KKTC’yi diğer ülkeler tanımadığı için ürünlerini dış ülkelere satamıyor ve ülke devamlı Türkiye’ye bağımlı kalıyor. Ekonomisi hiç denecek kadar az ve memurların maaşı, ülkenin her türlü zarûri giderleri Türkiye’den geliyor. Yâni Türkiye burada banka durumunda. Ve bu insanlar bunu istemiyorlar haklı olarak. Kendi kendilerini yönetmek istiyorlar. Türkiye tarafından yönetilmek istemiyorlar. Dayatmalara boyun eğmek istemiyorlar. Haklılar bu konuda bir sözümüz yok. Ve bu niyetle dünyâya entegre olma isteğiyle mâdem biz KKTC olarak diğer ülkeler tarafından tanınmıyoruz o halde Rumlarla birleşelim isteğiyle gizliden onlarla çeşitli görüşmeler yapıyorlar. Geçtiğimiz yıllarda ‘Annan Planı’ çerçevesinde yapılan referandumla da artık Kıbrıslı Türklerin Rum tarafına, Rumlarında Türk tarafına gidip gelmeleri serbest. Hatta maddi durumu iyi olan Kıbrıslı Türkler çocuklarını Rum tarafındaki okullar daha seviyeli diye her gün taşımalı eğitimle oraya gönderip okutuyorlar. Kıbrıslı küçük Türk öğrenciler bir İngiliz ve Rum okulunda onların yanlış öğretileriyle kendi değerlerine yabancı olarak yetişiyor ve anne babalar bunu göğüsleri kabararak anlatıyorlar. Sonrası İngiltere’de yüksek tahsil görüyor bizim Kıbrıslı Türkümüz neticede memleketi Kıbrıs’a döndüğünde iş dâhi bulamıyor. Türkiye’de tahsil görenleri de ayni âkibet bekliyor. KKTC’nin dünya nezdinde tanınmamasındaki belirsizlik insanların hayâta bakışını doğrudan etkiliyor. Gençler de umutsuzluk hâkim, İşin içinden çıkamayınca veriyor kendini eğlenceye. Zâten ne anne babasının hayâtında ne de ülkesinde dînî değer diye bir şey yok. Her şey ekonomiye odaklı.
Sonra Kıbrıslı Türklerin hayat standartları oldukça yüksek. Maaşları çok dolgun. Üstelik yarım gün çalışıyorlar. Yâni tıpkı Arap ülkelerinde olduğu gibi hastanelerde dâhil gündüz 12 de çalışma bitiyor. Maaşlar en az dört milyar ve yarım gün düşününüz! Her Kıbrıslının altında son model otomobiller. Otobüs veya toplu taşım araçlarına binme gibi bir sıkıntıları yok. Toplu taşım sâdece ilk-orta-lise öğrencilerine servis türü bedâva ulaşım olarak gündemlerinde. Bir ailede hemen her yetişkinin özel otosu mevcut durum böyle olunca bir evde toplam 2-3 otomobil bulunuyor. Tabi bunun karşılanması adına her evde iki üç otomobili alacak şekilde geniş garajlar var. Evler genelde tek katlı kendisine münhasır bir şekilde genelde İngiliz modeli olarak inşa edilmiş. Birbirlerinden sakınma diye bir problemleri olmadığından evlerin kapılarının önleri balkon gibi hemen sokakla iç içe rahatlıklarla sere serpe oturabiliyorlar. Burada bizim değerlerimizden çok farklı bir hayat hâkim. Aynen Hıristiyanlar gibi İngilizler gibi yaşam tarzı onların normal hayatları. Evlere ayakkabıyla giriliyor. En milliyetçi bilinen Kıbrıslı Türk’ün bırakın beş vakit namaz kılmasını bir Cuma namazına gitme isteği yahut alışkanlığı yok. İsmi ‘Mehmetçik’ olan bir köyde okunan akşam ve sabah ezan seslerinden halk rahatsız olduğundan bu vakitleri bildirmek için maalesef ezan okunamıyor. Lefkoşa’da ‘Lokmacı’ sınır kapısı mevcut oradan Rum tarafına geçiliyor. Bizler geçemiyoruz sâdece Kıbrıslı Türkler veya Rumların giriş çıkışı serbest. O bölgedeki insanları şöyle bir inceledim. İçimi kasvet kapladı inanın ve hemen o mekandan hızla uzaklaştım. Bir zamanlar ecdat buralara Dîni mübîni İslâm'ı getirmek için ne uğraşlar dökmüşler. Şimdiki şu hâli perişânımıza bakınca acı acı tebessüm ediyorsunuz ister istemez.
Daha mitinge gelemedik diğer yazımızda devam etmek ümidiyle…
Kıbrıs’ı dışarıdan tahlil etmek ve anlamak gerçekten zormuş. Bunu burada yaşarken daha iyi anladık. Ayrıca Kıbrıs meselesini bir Türkiyeli olarak bir de Kıbrıslı Türk olarak değerlendirme hususu var. Türkiye’den göç edenler Kıbrıs’ı asla Kıbrıslı Türklerin gözüyle mütalâa edemezler. Kıbrıs’ın problemlerini değerlendirirken konunun bu boyutunu dikkate alarak değerlendirmek ve çözümlerini yine ayni şekilde üretmek gerekiyor. Şimdi gelelim meseleye. Sıkıntılar şu şekilde baş gösterdi:
Türkiye Hükümeti bu sene Kıbrıs Hükümetine yeni bir ‘Ekonomi Paketi’ takdim etti. Türkiye’nin haklı olarak sunduğu ‘Alınması gereken ekonomik Tedbirler’ paketi doğrultusunda, mevcut hükümetin bazı âcilen önlem icap eden mâli tedbirlere yönelik kararlar vermesi ve uygulaması lâzımdı. Ancak bunu Kıbrıslılar kendileri tarafından kabul edilemez bir dayatma olarak görmek istediler. İşte kriz bu şekilde başladı. Daha sonra Başbakanın sözleri yanlış anlaşılarak ‘besleme’ diye nitelendirilmeye dönüştü. Zâten uzun süredir problemler patlamaya hazır durumdaydı Kıbrıs’ta, O zamana kadar Kıbrıslı Türklerin içinde biriken ‘Türkiye karşıtlığı’ söylemlerinin sergilenmesinin tam zamanıydı bu zemin. Ve öylede yapıldı. Kıbrıslı Türkler özellikle de Sendika Temsilcileri ‘Türkiye karşıtlığı’ söylemlerini her platformda dile getirmeye başladılar.
Yalnız Türkiye’den konunun daha iyi kavraması için biraz geriye gitmek gerekiyor. Kıbrıs daha öncesinden gelen tarihsel süreçle Kıbrıslı Türklerle, Rumların bir o sayıya yakın İngilizlerin’in berâber yaşadığı bir ülke idi. Yıllarca yaşanan birliktelikte gerek yönetimde gerekse diğer işlerde hep Rumlar söz sâhibi oldular. Hatta adanın Yunanlılara ilhak etmesi için gizli gizli planlar yapıldı. Bu plan çerçevesinde, Kıbrıslı Türklere Rumlar tarafından olmadık eziyet ve zulümler tatbik edilerek Kıbrıslı Türkler asimile edilmeye çalışıldı. (Tabi buradaki şimdiki nesil bunları bilmiyor.) 1964-1974 yılları arasında artık bu işkenceler tahammül sınırlarını aştı ve o zamanki Türkiye Hükümeti 1974’te ‘Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi. Bunun akabinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti(KKTC) kuruldu. O tarihten bu yana da Kıbrıs’a Türkiye’den göç başladı. Buraya göçle gelen Türkiyelilerden de bahsetmek yerinde olacak. Nasıl Almanya’ya ilk defa yıllar önce gidildiğinde oradaki Alman vatandaşlarıyla Türkler arasında uyum sağlamasında bazı sıkıntılar yaşanmışsa burada da benzer durumlar yaşanmış ve halen de yaşanıyor. Türkiye’den buraya gelenler ya Türkiye’de yapamadıkları dolambaçları, çeviremedikler dümenleri Kıbrıs’ta çevirmeye gelmişler. Bu niyetle kumarhâneler, barlar, gazinolar açmışlar. Her türlü rezillikleri buralarda sergilemişler. Ya da Türkiye’de evi barkı, işi gücü olmayan genelde sâhipsiz vatandaş gelmiş buraya. Onlar da köyden indim şehre misâli birçok tasvip edilmeyen görgü ve ahlâk dışı tavırlar sergilemişler ve Kıbrıslı onları haklı olarak kabullenememiş. Bu insanlar işsiz olunca her türlü tarla işi, ayak işi, bakkallık, fırıncılık, tâmircilik gibi kalitesiz tüm işlerde çalışmışlar. (Küçümsüyor gibi yanlış anlaşılma olmasın, alın teriyle dürüstçe yapılan her iş kutsaldır ama benim burada demek istediği başka) Göç eden bizim buradaki insanımız böyle olunca elbette ki adada Kıbrıslılarla arada bir samimiyet tesis edilememiş. Daha açıkçası Kıbrıslılar göç Türklerini sevmiyor. Ancak dediğimiz gibi bunda göççülerin de büyük payı var. Resmi dâirelerde (asil!) Kıbrıslılar çalışıyorlar. En gözde Resmi işlerde polislik, itfâiye memuru olma, Hava Yollarında çalışma veya Hükümette memurluk vs. Bu hizmetlerde hiç göç eden Türk yoktur desek mübalağa olmaz. Bu meselenin sosyal boyutu! Meselenin bir de ekonomik ve hukûki boyutu var.
KKTC Hükümetin Türkiye dışında pek bir ülke tanımadığı için Kuzey Kıbrıs’ta üretilen ürünler Türkiye hâriç başka hiçbir dış ülkeye satılamıyor. Satılamayan ürün ki en çokta portakal gibi narenciye ürünleri üretenlerin elinde kalıyor, kazanç yapılamıyor. Halbuki ağaçlar yemiş dolu. Onların bakılması, sulanması, toplanması epeyce iş ve para istiyor. Bahçe sâhipleri yaptıkları masrafın karşılığın alamıyor. Bu yüzden burada birçok temel gıda ürünleri çok pahalı.
Bir başka önemli hususta şu, KKTC’yi diğer ülkeler tanımadığı için ürünlerini dış ülkelere satamıyor ve ülke devamlı Türkiye’ye bağımlı kalıyor. Ekonomisi hiç denecek kadar az ve memurların maaşı, ülkenin her türlü zarûri giderleri Türkiye’den geliyor. Yâni Türkiye burada banka durumunda. Ve bu insanlar bunu istemiyorlar haklı olarak. Kendi kendilerini yönetmek istiyorlar. Türkiye tarafından yönetilmek istemiyorlar. Dayatmalara boyun eğmek istemiyorlar. Haklılar bu konuda bir sözümüz yok. Ve bu niyetle dünyâya entegre olma isteğiyle mâdem biz KKTC olarak diğer ülkeler tarafından tanınmıyoruz o halde Rumlarla birleşelim isteğiyle gizliden onlarla çeşitli görüşmeler yapıyorlar. Geçtiğimiz yıllarda ‘Annan Planı’ çerçevesinde yapılan referandumla da artık Kıbrıslı Türklerin Rum tarafına, Rumlarında Türk tarafına gidip gelmeleri serbest. Hatta maddi durumu iyi olan Kıbrıslı Türkler çocuklarını Rum tarafındaki okullar daha seviyeli diye her gün taşımalı eğitimle oraya gönderip okutuyorlar. Kıbrıslı küçük Türk öğrenciler bir İngiliz ve Rum okulunda onların yanlış öğretileriyle kendi değerlerine yabancı olarak yetişiyor ve anne babalar bunu göğüsleri kabararak anlatıyorlar. Sonrası İngiltere’de yüksek tahsil görüyor bizim Kıbrıslı Türkümüz neticede memleketi Kıbrıs’a döndüğünde iş dâhi bulamıyor. Türkiye’de tahsil görenleri de ayni âkibet bekliyor. KKTC’nin dünya nezdinde tanınmamasındaki belirsizlik insanların hayâta bakışını doğrudan etkiliyor. Gençler de umutsuzluk hâkim, İşin içinden çıkamayınca veriyor kendini eğlenceye. Zâten ne anne babasının hayâtında ne de ülkesinde dînî değer diye bir şey yok. Her şey ekonomiye odaklı.
Sonra Kıbrıslı Türklerin hayat standartları oldukça yüksek. Maaşları çok dolgun. Üstelik yarım gün çalışıyorlar. Yâni tıpkı Arap ülkelerinde olduğu gibi hastanelerde dâhil gündüz 12 de çalışma bitiyor. Maaşlar en az dört milyar ve yarım gün düşününüz! Her Kıbrıslının altında son model otomobiller. Otobüs veya toplu taşım araçlarına binme gibi bir sıkıntıları yok. Toplu taşım sâdece ilk-orta-lise öğrencilerine servis türü bedâva ulaşım olarak gündemlerinde. Bir ailede hemen her yetişkinin özel otosu mevcut durum böyle olunca bir evde toplam 2-3 otomobil bulunuyor. Tabi bunun karşılanması adına her evde iki üç otomobili alacak şekilde geniş garajlar var. Evler genelde tek katlı kendisine münhasır bir şekilde genelde İngiliz modeli olarak inşa edilmiş. Birbirlerinden sakınma diye bir problemleri olmadığından evlerin kapılarının önleri balkon gibi hemen sokakla iç içe rahatlıklarla sere serpe oturabiliyorlar. Burada bizim değerlerimizden çok farklı bir hayat hâkim. Aynen Hıristiyanlar gibi İngilizler gibi yaşam tarzı onların normal hayatları. Evlere ayakkabıyla giriliyor. En milliyetçi bilinen Kıbrıslı Türk’ün bırakın beş vakit namaz kılmasını bir Cuma namazına gitme isteği yahut alışkanlığı yok. İsmi ‘Mehmetçik’ olan bir köyde okunan akşam ve sabah ezan seslerinden halk rahatsız olduğundan bu vakitleri bildirmek için maalesef ezan okunamıyor. Lefkoşa’da ‘Lokmacı’ sınır kapısı mevcut oradan Rum tarafına geçiliyor. Bizler geçemiyoruz sâdece Kıbrıslı Türkler veya Rumların giriş çıkışı serbest. O bölgedeki insanları şöyle bir inceledim. İçimi kasvet kapladı inanın ve hemen o mekandan hızla uzaklaştım. Bir zamanlar ecdat buralara Dîni mübîni İslâm'ı getirmek için ne uğraşlar dökmüşler. Şimdiki şu hâli perişânımıza bakınca acı acı tebessüm ediyorsunuz ister istemez.
Daha mitinge gelemedik diğer yazımızda devam etmek ümidiyle…