Son yazılarımızda bozulan insan ilişkileri, yozlaşan kültürel birikimlerimiz, alt üst olan davranış şekillerimizden bahsediyorduk. Bu konuda hem bireysel olarak hem de toplum bazında çok yaralı olduğumuzu düşünüyoruz. Bugünkü yazımda şunu yazayım diğer hafta şunu, diye planlamama rağmen bir bir yitirdiğimiz değerlerimizi yazmakla bitiremiyoruz. İşte bugün de sizlerle ‘kibirlenme gururlanma pek revaçta ancak tevâzu ise pek alçakta’ hususunu ele alalım istiyoruz.
Günümüzde toplum ilişkilerinde maalesef mütevazılığın yerini kibir, gurur ve öğünme merakı aldı. İnsanlar sahip olduğu şeylerle müthiş gururlanıyorlar, bu eskiden yoktu. Eskiler her şeyin sahibinin Rabb’i Teâlâ olduğunu düşünürlerdi. Şimdilerde bilhassa gençlerde karizma yapma arzusu gelişti, bu merakları maalesef büyüklere de sıçradı. Büyüklerde malını, mülkünü, evlatlarını, makam ve rütbelerini anlatma isteği çokça yapılıyor. Artık insanlar şahsiyet ve karakterleriyle değil giydiği kıyafetleriyle, evleriyle, arabalarıyla, çocuklarının okullarıyla, eşlerinin meslekleriyle, değer görmekteler. Birbirleriyle görüşmelerinde de önde olan ölçütler bunlar. Son olarak buna marka merakını da ekleyebiliriz. Daha çok gençler arasında hâkim olan marka merakı istenmeyerek büyüklere de yansıdı. Bunlar materyalist bir felsefenin ve maddî odaklı hayatın getirileridir. Anılanlar menfi davranış bozuklukları bir yandan nefse hoş gelirken bir yandan da insanın gururunu okşar. Gurura kapılan kişi kibir sahibi olur Kibir ise sahibini hüsrâna sürükler. Sahip olunan şeylerle devamlı öğünme insanı eskilerin tâbiriyle; ‘Ne oldum delisi’ yapar. İnsanların hayat standardı sürekli artıyor. Nimetler bollaştıkça insan azıyor, nefsine yenik düşebiliyor neticesinde pişman olabileceği işleri yapıyor. Kendini payelendiriyor, fakiri hor görüyor. Zenginleşen insan, fakire tepeden bakıyor.
Bunlar güzel mi sizce? Elbette güzel değil. Evinin ve eşyasının lükslüğüyle, makam ve mevkisinin üstünlüğüyle, kılık kıyafetinin çeşitliliğiyle böbürlenerek birbirleriyle dostluk kuran insanların dostluk ve arkadaşlıkları ne kadar samimi ve ne kadar kalıcı olur? Böylesi dostluklar sanki pamuk şeker gibi iki yalamada söner, biter gider. Önem verilen maddi konumlar gidiverince dostluklar da biter. Bu tür dostluklardan hayır ve güzellikler çıkmaz.
Sürekli övünme doğru bir haslet değildir. Fıtratta var olan menfi duyguların kabarmasına vesile olur. Neticesi insan için hüsrandır. Kibir ve gururu övgü ve öğünme duygusu besler. Kibir, insanı dünya ve ahrette perişan eden beğenilmeyen, kötü bir davranış biçimidir. Şöyle bir düşünelim; kibirli insanı şu yalan dünyada kim sever? Kimse sevmez. Günümüzde öyle kibirli insanlar var ki yürüyüşlerine, davranışlarına bu yansıdığı gibi bu tavırları insanlara bakışlarına dahi yansır. Kibirli insanlar diğer insanlara hep tepeden bakarlar. Cenâb-ı Hak yüce kitabında bu gibi insanlar için: “Yeryüzünde kibir ve azâmetle yürüme. Çünkü (ne kadar bassan) arzı cidden yaramazsın, boyca da asla dağlara ulaşamazsın.” (İsra, 27) buyurduğu gibi devamla: “Kibirlenip, insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah, kibir taslayanları, kendini beğenip öğünenlerin hiçbirini sevmez.” (Lokman, 18) buyurarak insanlarda mevcut olan kendini beğenme, öğünme, kibirli olma davranışlarını Zâtının sevmediğini açıkça ilan ediyor. Bizi yaratan sahibimizin sevmediği huyları üzerimizde barındırmamak varsa düzeltmeye çalışmak akıllıca bir davranış olsa gerektir. İnsanlık şerefinin değerini düşürün hatta ibâdetlerini hükümsüz bırakan ve dâhi ilâhi lütuflardan mahrum bırakan bu yerilen huylar hakkında âlî bir ahlâka sahip örnek Nebi Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyuruyor; ‘Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse cennete giremez.’ (Riyazüssalihiyn.Terc, c.2, Hadis No:614) ve yine; ‘Çalım satarak elbisesini sürükleyen kimseye Allâhü Teâlâ kıyâmet gününde rahmet nazarıyla bakmaz.’ (Riyazüssalihiyn.Terc, c.2, Hadis No:618) buyurarak kibri onaylamadığını kibirli insanların cennete giremeyeceğini belirtiyor.
Allâhü Teâlâ’nın sevmediği insanları kulları sevebilir mi? Böylesi insanlar eğer sevilirse işte o zaman toplumda huzur kaçar. Tıpkı bugün olduğu gibi samimi ilişkiler kurulamaz, sıcak dostluklar zedelenir. Sevgi, saygı ve kardeşlik duygusu gelişemez. Sahip olduğu şeylerle öğünen kibirli ve gururlu insanları diğer insanlar kıskanırlar. Toplumda kıskançlık, haset, düşmanlıklar gelişir. Halbuki varlıklı insanlar sahip oldukları nimetlerle öğünmeyip şükretse, tevâzu sahibi olsa sahip olduğu zenginlikler kendisi için belki ebediyet sermayesi ve kazancı olacaktır. İnsanlar devamlı bu menfi hislerini köreltecek şeylere yönelmeli ve bu hislerini besleyecek şeylerden uzak durmalıdır. Zâten kibirlenmek ve gururlanmak şeytânî bir vasıftır. Şeytan kendisini beğenip kibrinden dolayı Hazreti Âdem’e secde etmedi ve ebedi cezaya müstahak olmadı mı? Toplumu harap eden kibir, gurur ve öğünme hasletleri yerine şükürlü ve tevâzu sahibi olmak daha kazançlıdır. Ancak bu yerilen menfi hisleri yenmek için mücadele etmek gerekiyor. Nasıl koca Emire’l Mü’minin Haz. Ömer(r.a) devlet reisi iken Medine sokaklarında sırtında yük taşıyarak kibrini kırmaya çalıştıysa o sahabe efendilerimiz gibi bizim de çabalı olmalı ve kibre inat tevâzu sahibi müminler olmaya özen göstermeliyiz. Zira alçak gönüllü ve tevâzu sahibi kişiler olmamız Müslüman’a tam yakışan ahlâkî sıfatlardır.
Cenâbı Hak: “Allah ancak mütevâzi insanları yüceltir.” (Necm, 32) buyurarak alçak gönüllü olmanın insanı yükselten bir değer olduğunu açıklar. Güzel dînimizin güzel Peygamberi Muhammed aleyhissalâtü vesselam ise; ‘Şüphesiz Allâhü Azümüşşan bana, sizin mütevâzı olmanızı vahyetti. Hiçbir kimse diğerine azgınlıkta ve zulümde bulunmasın. Ve hiçbir kimse diğerine karşı öğünüp böbürlenmesin.’ (Tac, c.5, s.6) buyurarak bizzat kendisi en güzel tevâzu misallerini mübarek hayatlarında sergileyerek bizlere örnek olmuştur.
Müslüman zenginde olsa, makam mevki sahibi de olsa mütevâzı ve alçak gönüllü olmalıdır. Ancak güzel dinimizin ulvi prensiplerini yaşamayı terk ettiğimizden beri ne yazık ki iki yakamız bir araya gelmiyor. Bugün insanların hayat standartları arttıkça kibirlenmeye, bilgi ve rütbeleri yükseldikçe gururlanmaya, mal ve mülkleri çoğaldıkça böbürlenmeye başladı. Bu husus Müslümanlar için aldanıştır, hüsrandır, zillettir.
Uyanmamız temennisiyle…
Günümüzde toplum ilişkilerinde maalesef mütevazılığın yerini kibir, gurur ve öğünme merakı aldı. İnsanlar sahip olduğu şeylerle müthiş gururlanıyorlar, bu eskiden yoktu. Eskiler her şeyin sahibinin Rabb’i Teâlâ olduğunu düşünürlerdi. Şimdilerde bilhassa gençlerde karizma yapma arzusu gelişti, bu merakları maalesef büyüklere de sıçradı. Büyüklerde malını, mülkünü, evlatlarını, makam ve rütbelerini anlatma isteği çokça yapılıyor. Artık insanlar şahsiyet ve karakterleriyle değil giydiği kıyafetleriyle, evleriyle, arabalarıyla, çocuklarının okullarıyla, eşlerinin meslekleriyle, değer görmekteler. Birbirleriyle görüşmelerinde de önde olan ölçütler bunlar. Son olarak buna marka merakını da ekleyebiliriz. Daha çok gençler arasında hâkim olan marka merakı istenmeyerek büyüklere de yansıdı. Bunlar materyalist bir felsefenin ve maddî odaklı hayatın getirileridir. Anılanlar menfi davranış bozuklukları bir yandan nefse hoş gelirken bir yandan da insanın gururunu okşar. Gurura kapılan kişi kibir sahibi olur Kibir ise sahibini hüsrâna sürükler. Sahip olunan şeylerle devamlı öğünme insanı eskilerin tâbiriyle; ‘Ne oldum delisi’ yapar. İnsanların hayat standardı sürekli artıyor. Nimetler bollaştıkça insan azıyor, nefsine yenik düşebiliyor neticesinde pişman olabileceği işleri yapıyor. Kendini payelendiriyor, fakiri hor görüyor. Zenginleşen insan, fakire tepeden bakıyor.
Bunlar güzel mi sizce? Elbette güzel değil. Evinin ve eşyasının lükslüğüyle, makam ve mevkisinin üstünlüğüyle, kılık kıyafetinin çeşitliliğiyle böbürlenerek birbirleriyle dostluk kuran insanların dostluk ve arkadaşlıkları ne kadar samimi ve ne kadar kalıcı olur? Böylesi dostluklar sanki pamuk şeker gibi iki yalamada söner, biter gider. Önem verilen maddi konumlar gidiverince dostluklar da biter. Bu tür dostluklardan hayır ve güzellikler çıkmaz.
Sürekli övünme doğru bir haslet değildir. Fıtratta var olan menfi duyguların kabarmasına vesile olur. Neticesi insan için hüsrandır. Kibir ve gururu övgü ve öğünme duygusu besler. Kibir, insanı dünya ve ahrette perişan eden beğenilmeyen, kötü bir davranış biçimidir. Şöyle bir düşünelim; kibirli insanı şu yalan dünyada kim sever? Kimse sevmez. Günümüzde öyle kibirli insanlar var ki yürüyüşlerine, davranışlarına bu yansıdığı gibi bu tavırları insanlara bakışlarına dahi yansır. Kibirli insanlar diğer insanlara hep tepeden bakarlar. Cenâb-ı Hak yüce kitabında bu gibi insanlar için: “Yeryüzünde kibir ve azâmetle yürüme. Çünkü (ne kadar bassan) arzı cidden yaramazsın, boyca da asla dağlara ulaşamazsın.” (İsra, 27) buyurduğu gibi devamla: “Kibirlenip, insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah, kibir taslayanları, kendini beğenip öğünenlerin hiçbirini sevmez.” (Lokman, 18) buyurarak insanlarda mevcut olan kendini beğenme, öğünme, kibirli olma davranışlarını Zâtının sevmediğini açıkça ilan ediyor. Bizi yaratan sahibimizin sevmediği huyları üzerimizde barındırmamak varsa düzeltmeye çalışmak akıllıca bir davranış olsa gerektir. İnsanlık şerefinin değerini düşürün hatta ibâdetlerini hükümsüz bırakan ve dâhi ilâhi lütuflardan mahrum bırakan bu yerilen huylar hakkında âlî bir ahlâka sahip örnek Nebi Peygamber aleyhissalâtü vesselam şöyle buyuruyor; ‘Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse cennete giremez.’ (Riyazüssalihiyn.Terc, c.2, Hadis No:614) ve yine; ‘Çalım satarak elbisesini sürükleyen kimseye Allâhü Teâlâ kıyâmet gününde rahmet nazarıyla bakmaz.’ (Riyazüssalihiyn.Terc, c.2, Hadis No:618) buyurarak kibri onaylamadığını kibirli insanların cennete giremeyeceğini belirtiyor.
Allâhü Teâlâ’nın sevmediği insanları kulları sevebilir mi? Böylesi insanlar eğer sevilirse işte o zaman toplumda huzur kaçar. Tıpkı bugün olduğu gibi samimi ilişkiler kurulamaz, sıcak dostluklar zedelenir. Sevgi, saygı ve kardeşlik duygusu gelişemez. Sahip olduğu şeylerle öğünen kibirli ve gururlu insanları diğer insanlar kıskanırlar. Toplumda kıskançlık, haset, düşmanlıklar gelişir. Halbuki varlıklı insanlar sahip oldukları nimetlerle öğünmeyip şükretse, tevâzu sahibi olsa sahip olduğu zenginlikler kendisi için belki ebediyet sermayesi ve kazancı olacaktır. İnsanlar devamlı bu menfi hislerini köreltecek şeylere yönelmeli ve bu hislerini besleyecek şeylerden uzak durmalıdır. Zâten kibirlenmek ve gururlanmak şeytânî bir vasıftır. Şeytan kendisini beğenip kibrinden dolayı Hazreti Âdem’e secde etmedi ve ebedi cezaya müstahak olmadı mı? Toplumu harap eden kibir, gurur ve öğünme hasletleri yerine şükürlü ve tevâzu sahibi olmak daha kazançlıdır. Ancak bu yerilen menfi hisleri yenmek için mücadele etmek gerekiyor. Nasıl koca Emire’l Mü’minin Haz. Ömer(r.a) devlet reisi iken Medine sokaklarında sırtında yük taşıyarak kibrini kırmaya çalıştıysa o sahabe efendilerimiz gibi bizim de çabalı olmalı ve kibre inat tevâzu sahibi müminler olmaya özen göstermeliyiz. Zira alçak gönüllü ve tevâzu sahibi kişiler olmamız Müslüman’a tam yakışan ahlâkî sıfatlardır.
Cenâbı Hak: “Allah ancak mütevâzi insanları yüceltir.” (Necm, 32) buyurarak alçak gönüllü olmanın insanı yükselten bir değer olduğunu açıklar. Güzel dînimizin güzel Peygamberi Muhammed aleyhissalâtü vesselam ise; ‘Şüphesiz Allâhü Azümüşşan bana, sizin mütevâzı olmanızı vahyetti. Hiçbir kimse diğerine azgınlıkta ve zulümde bulunmasın. Ve hiçbir kimse diğerine karşı öğünüp böbürlenmesin.’ (Tac, c.5, s.6) buyurarak bizzat kendisi en güzel tevâzu misallerini mübarek hayatlarında sergileyerek bizlere örnek olmuştur.
Müslüman zenginde olsa, makam mevki sahibi de olsa mütevâzı ve alçak gönüllü olmalıdır. Ancak güzel dinimizin ulvi prensiplerini yaşamayı terk ettiğimizden beri ne yazık ki iki yakamız bir araya gelmiyor. Bugün insanların hayat standartları arttıkça kibirlenmeye, bilgi ve rütbeleri yükseldikçe gururlanmaya, mal ve mülkleri çoğaldıkça böbürlenmeye başladı. Bu husus Müslümanlar için aldanıştır, hüsrandır, zillettir.
Uyanmamız temennisiyle…