Son zamanlarda Türkiye’de olduğu gibi Konya’da da şehir ile ilgili temel meselelerden söz edilmeye başlandığında ilk elde konu edilen husus kentsel dönüşümdür.
Aslında konu ile ilgili bilgisi olsun olmasın hemen her kesimin bu konuda konuşmasının temel nedeni hızla dönemsel değişiklere uğramaya devam eden politik görüşlerden maddi çıkar sağlama yarışıdır.
Mesleği mühendis olmasına rağmen geçmişteki alışkanlıkları itibariyle hala şantiye şefliğinden veya fen işleri çavuşluğundan kurtulamayan belediye başkanlarının da her fırsatta kentsel dönüşümden söz etmesinin veya kentsel dönüşüm sözcüğünün cazibesine kapılmasının altında da bu tür bir rant elde etme yarışı vardır.
Şehirlerdeki gecekondu sorununu veya tam olarak gecekondu denmese bile kişilerin kendi mülkiyetlerindeki imarlı-imarsız hisseli arsalara yaptıkları kaçak inşaatlardan oluşan mahallelerdeki olumsuzlukları şehrin bütününün oluşturduğu dinamikler içinde çözmek yerine, kısa yoldan şehir rantına ortak olma yolunu seçen belediye başkanlarının yeni yeni imarlı şehir gecekonduları yapmaktan geri durmadıkları/durmayacakları görülmektedir.
Özellikle 1980’lerden sonra yaşanan depremler nedeniyle insanlarda oluşturulan korkuların üzerine gidilerek oluşturulan ekonomik ve politik tercihlerdeki değişiklikler yanında getirilen imar afları ve yürürlüğe konulan 2981 sayılı kanun başta gecekondular olmak üzere şehirde çöküntü alanları olarak ilan edilen hisseli parseller üzerine inşa edilen binalar sistematik bir şekilde ele geçirilip bölgesel rant alanları oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Yapılamalarına tümüyle göz yumulmasına rağmen resmi dilde sürekli olarak dışlanan gecekondular yanında insanların hisseli olsun veya olmasın kendi arsaları üzerine ruhsatsız olarak inşa ettikleri genelde bir veya iki kattan oluşan müstakil evleri ve bu evlerden oluşan mahalleleri şehir hayatı için toplumsal bir tehdit olarak gösterme yolunu seçen belediye başkanları ile onun her sözünü tasdik etmek zorunda olan kerameti kendinden menkul yardımcıların bu dönemde hemşerilerini bütünüyle dışlayan zorba bir dili de kullanmaya başladıkları görülmektedir.
Daha iyi ve daha güzel mekânlar oluşturma teranesi ile şehrin gelişmesi, modernleşmesi gibi bahaneler ve yerel kalkınma için yerel sermayeyi harekete geçirerek işsizlik problemine de çözüm olacağı iddiası ile yeniden inşa edilmeye çalışılan bu söylemin asıl amacının oluşturulacak olan şehir rantını elde tutmak olduğu kadar bırakın yerel sermayeyi hatta ulusal sermaye gruplarını da aşarak uluslararası sermaye ile şehir rantını bölüşmek olduğu görülmektedir.
Belediye başkanlarının hemşerilerini dışlayan bir tür dil kullanarak bu tarz imar faaliyetlerini devam ettirmeleri korkulur ki hemşerilerin ortak kültürü hatta ortak sermayesi olan şehirlerimizi sermayenin sermayesi olan kentler haline dönüştürecektir.
Özellikle şehrin merkeze yakın bölgelerindeki mahalleleri birer çöküntü alanı veya gecekondu bölgesi hata varoş olarak gören bu zihniyet şehrini, bölgesini ve mahallesini küresel sermayenin çekim alanları haline getirmekle aynı zamanda şehrinin kültürüne de en büyük ihaneti yapmış olmaktadır.
Gecekondu ve kaçak inşaatlara karşı 1980’li yıllardaki affedici politik tercihinin yerine resmi söylemlerin merkezine oturtulan Kentsel Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısında yıkma ve yok etme şeklinde ifadesini bulan bu yeni politik yaklaşım sonunda kanun tasarısı yasalaştığı ve uygulandığı takdirde, belediyeler eliyle şehir merkezleri ve kenar mahallelerdeki kıymetli arsaları hâlihazır sahiplerinin elinden zorla alınacak ve burada yaşayan insanlar tabir caiz ise sürgün edilecek, mülkleri üzerindeki tasarruf hakları tamamen ellerinden alınacaktır.
Şehir nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan alt gelir gruplarının şehrin bir semt ya da mahallesinde küçük bir toprak parçasına kendi birikimleriyle sahip olmasını veya anadan babadan kalan miras gözüyle bakması asla küçümsenmemelidir.
İnancı gereği mülkiyetin kutsallığına inanan bu kişilerin kısıtlı bütçelerinden yaptıkları küçük tasarruflar sonucunda elde ettikleri gayrimenkullerin ellerinden alınması sonucunda geçirecekleri maddi sarsıntılar yanında oluşabilecek ruhi travmaların sonuçlarının kolaylıkla bertaraf edilemeyeceği de bir vakıadır.
Belediyelerin bu güne kadar özellikle belediye öncülüğünde kurulan kooperatifler adı altında sekizer onar blok inşaattan oluşan sözde kentsel dönüşüm projeleriyle yapılan inşaatlar veya TOKİ eliyle yaptırılan binaların kalitesi bellidir.
Daha iyi ve daha modern yaşam vaat edilmesine rağmen kooperatif ve şirketler eliyle yapılan ikinci ve üçüncü sınıf inşaatların oluşturduğu modern gecekondular belediyelere ve belediyeler eliyle palazlandırılan kooperatif yöneticilerine rant sağlasalar bile bu şehrin geleceğine ipotek koymaktan öte bir mana ifade etmezler.
Yol yakınken yanlıştan dönmek gerek.
Çünkü şehir hayatında iki yanlışın bir doğru etmediği/etmeyeceği bir tarafa, bir yanlış birçok doğruyu ifsad eder.
Aslında konu ile ilgili bilgisi olsun olmasın hemen her kesimin bu konuda konuşmasının temel nedeni hızla dönemsel değişiklere uğramaya devam eden politik görüşlerden maddi çıkar sağlama yarışıdır.
Mesleği mühendis olmasına rağmen geçmişteki alışkanlıkları itibariyle hala şantiye şefliğinden veya fen işleri çavuşluğundan kurtulamayan belediye başkanlarının da her fırsatta kentsel dönüşümden söz etmesinin veya kentsel dönüşüm sözcüğünün cazibesine kapılmasının altında da bu tür bir rant elde etme yarışı vardır.
Şehirlerdeki gecekondu sorununu veya tam olarak gecekondu denmese bile kişilerin kendi mülkiyetlerindeki imarlı-imarsız hisseli arsalara yaptıkları kaçak inşaatlardan oluşan mahallelerdeki olumsuzlukları şehrin bütününün oluşturduğu dinamikler içinde çözmek yerine, kısa yoldan şehir rantına ortak olma yolunu seçen belediye başkanlarının yeni yeni imarlı şehir gecekonduları yapmaktan geri durmadıkları/durmayacakları görülmektedir.
Özellikle 1980’lerden sonra yaşanan depremler nedeniyle insanlarda oluşturulan korkuların üzerine gidilerek oluşturulan ekonomik ve politik tercihlerdeki değişiklikler yanında getirilen imar afları ve yürürlüğe konulan 2981 sayılı kanun başta gecekondular olmak üzere şehirde çöküntü alanları olarak ilan edilen hisseli parseller üzerine inşa edilen binalar sistematik bir şekilde ele geçirilip bölgesel rant alanları oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Yapılamalarına tümüyle göz yumulmasına rağmen resmi dilde sürekli olarak dışlanan gecekondular yanında insanların hisseli olsun veya olmasın kendi arsaları üzerine ruhsatsız olarak inşa ettikleri genelde bir veya iki kattan oluşan müstakil evleri ve bu evlerden oluşan mahalleleri şehir hayatı için toplumsal bir tehdit olarak gösterme yolunu seçen belediye başkanları ile onun her sözünü tasdik etmek zorunda olan kerameti kendinden menkul yardımcıların bu dönemde hemşerilerini bütünüyle dışlayan zorba bir dili de kullanmaya başladıkları görülmektedir.
Daha iyi ve daha güzel mekânlar oluşturma teranesi ile şehrin gelişmesi, modernleşmesi gibi bahaneler ve yerel kalkınma için yerel sermayeyi harekete geçirerek işsizlik problemine de çözüm olacağı iddiası ile yeniden inşa edilmeye çalışılan bu söylemin asıl amacının oluşturulacak olan şehir rantını elde tutmak olduğu kadar bırakın yerel sermayeyi hatta ulusal sermaye gruplarını da aşarak uluslararası sermaye ile şehir rantını bölüşmek olduğu görülmektedir.
Belediye başkanlarının hemşerilerini dışlayan bir tür dil kullanarak bu tarz imar faaliyetlerini devam ettirmeleri korkulur ki hemşerilerin ortak kültürü hatta ortak sermayesi olan şehirlerimizi sermayenin sermayesi olan kentler haline dönüştürecektir.
Özellikle şehrin merkeze yakın bölgelerindeki mahalleleri birer çöküntü alanı veya gecekondu bölgesi hata varoş olarak gören bu zihniyet şehrini, bölgesini ve mahallesini küresel sermayenin çekim alanları haline getirmekle aynı zamanda şehrinin kültürüne de en büyük ihaneti yapmış olmaktadır.
Gecekondu ve kaçak inşaatlara karşı 1980’li yıllardaki affedici politik tercihinin yerine resmi söylemlerin merkezine oturtulan Kentsel Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısında yıkma ve yok etme şeklinde ifadesini bulan bu yeni politik yaklaşım sonunda kanun tasarısı yasalaştığı ve uygulandığı takdirde, belediyeler eliyle şehir merkezleri ve kenar mahallelerdeki kıymetli arsaları hâlihazır sahiplerinin elinden zorla alınacak ve burada yaşayan insanlar tabir caiz ise sürgün edilecek, mülkleri üzerindeki tasarruf hakları tamamen ellerinden alınacaktır.
Şehir nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan alt gelir gruplarının şehrin bir semt ya da mahallesinde küçük bir toprak parçasına kendi birikimleriyle sahip olmasını veya anadan babadan kalan miras gözüyle bakması asla küçümsenmemelidir.
İnancı gereği mülkiyetin kutsallığına inanan bu kişilerin kısıtlı bütçelerinden yaptıkları küçük tasarruflar sonucunda elde ettikleri gayrimenkullerin ellerinden alınması sonucunda geçirecekleri maddi sarsıntılar yanında oluşabilecek ruhi travmaların sonuçlarının kolaylıkla bertaraf edilemeyeceği de bir vakıadır.
Belediyelerin bu güne kadar özellikle belediye öncülüğünde kurulan kooperatifler adı altında sekizer onar blok inşaattan oluşan sözde kentsel dönüşüm projeleriyle yapılan inşaatlar veya TOKİ eliyle yaptırılan binaların kalitesi bellidir.
Daha iyi ve daha modern yaşam vaat edilmesine rağmen kooperatif ve şirketler eliyle yapılan ikinci ve üçüncü sınıf inşaatların oluşturduğu modern gecekondular belediyelere ve belediyeler eliyle palazlandırılan kooperatif yöneticilerine rant sağlasalar bile bu şehrin geleceğine ipotek koymaktan öte bir mana ifade etmezler.
Yol yakınken yanlıştan dönmek gerek.
Çünkü şehir hayatında iki yanlışın bir doğru etmediği/etmeyeceği bir tarafa, bir yanlış birçok doğruyu ifsad eder.