Kendisiyle saklambaç oynayan insanı biliyor musunuz? Duydunuz mu? Var öyle birisi. Yakinim olur hatta. Nasıl mı oynuyor peki bu oyunu? Bunu ben anlatamam, ne yazık ki. Yaşamadığım ve bilmediğim bir şeyi anlatabilme konusunda pek iyi değilimdir de... O halde iyisi mi ben kenara çekileyim şimdi ve kendisi anlatsın, peltek dili döndüğünce.
*
Kendimi bildim bileli, zihnimin içinde hep oynayıp durduğum, gerçi 'durmak' dediğime de bakmayın aslında; biteviye, durmaksızın, bir durup soluklanmadan oynadığım bu oyunun, dışarıya hiç ses ve renk vermeyen, karda yürüyüp iz bırakmayan gizliliğini, dilsizliğini, görünmezliğini sevdiğimi belirterek başlayayım, öncelikle. Düşünsenize, kaldırımda yürüyen, sandalyede oturan, yatakta uzanan, uyuyan ve uyanan herkes gibi ve herkes kadar bir insansınız işte sadece, görünürde ve bilinir de. Fakat öyle değil... Zihnimin içinde sürekli kaçan, kaçışan, saklanan, yakalamaya çalışan ve bazen de yakalayıp tutan birileri var. Bir ebelemece, bir koşuşturma, kaos ve hengame... O birilerinin hepsi de 'ben' üstelik; bölünmüş birinin sayısız parçaları gibi... Fakat siz sadece büyük resmi görürsünüz dışarıdan; yapbozun parçalarını değil. Parçaların varlığından, onların sahibi haberdar olur yalnızca. O, kaldırımda yürüyeni, sandalyede oturanı, yatakta uzananı, uyuyanı ve uyananı bilirsiniz sizler.
Kendimden sakladığım ümitlerim, endişelerim, fikirlerim ve inançlarım bir yanda; onları bir bir yakalayıp ebelemeye çalışan bekçilerim ve polislerim diğer yanda...
Hoş, o gizlenenler topluluğu neden gizleniyorlar, kendilerini o kadar suçlu mu hissediyorlar asıl, hele ebeleyenlerin bunu yapmaktaki güdüsü ya da kârı nedir gibi soruların bir açıklaması ya da gerekçesi var mıdır, ben bile bilmiyorum. Fakat yaratılışları gereği midir nedir, birileri illa ki saklanacak ve birileri de illa ki onları bulup ebeleyecek. Zihnimin içindeki bu saklambacın kargaşasından yılgın ve yorgun düşüp, alıp başımı bir yerlere gidecek olsam, o baş da pekala benimle birlikte geliyor her daim. "Nereye kaçıyorsun?" diyerek alaycı alaycı gülecek oluyorlar ama yapmıyorlar bunu elbette. Yapamıyorlar. Yapamazlar. En ufak bir saygısızlıkta diskalifiye edileceklerini, daha çocukken, etkili bir şekilde anlatmıştım hepsine, elimdeki kırbaçla boşluğu kırbaçlayarak... Korkunca gaddarlaşanları bilirsiniz. Ne yapayım... Bari yalnızca bu noktada sözüm geçsin, değil mi ama? Çok mu? Kafamın içini ömürlük vadede bedavaya kiralamışlar, bu kadarcık beklenti de ağır gelmesin onlara artık. Sadece biraz saygı...
Peki bu saklambaçta hangi tarafı tuttuğumu soracak olursanız, hani saklananları mı, yoksa, arayanları mı; inanın hangi tarafın benim menfaatime çalıştığını hiç bilmiyorum. Çözemedim. Gizlenene mı sevinmeliyim, yakalayana mı? Ya, saklanan tüm inançların, ümitlerin ve fikirlerin hep öyle bir köşede durması ve öylece kalması gerekiyorsa? Peki ya, yüzleşmek denilen şey, gerçekten de iyi ve yararlı bir şey olacaksa? Bir de, diyelim ki tüm kaçaklar bir bir ebelendi ve sobelendi, ortaya çıkan bu yüzleşmeye cesaretim var mı ya da zaten buna gerek var mı? Ne bileyim...
Şimdilik gizlenenlerin gizlenmesine; yakalayanların da yakalayışlarına yardım ve yataklık ediyorum. Rakipleri birbirinden koruyorum. Hangi tarafın menfaatime çalıştığını bilmeden; kimin dost, kimin düşman olduğunu sezemeden, belki kendimi koruyarak, belki de ateşe atarak... Birbirinden koruyorum rakipleri.
İyi olan kazansın!