Toz dumandan, bulanık havadan göz gözü görmez; sağduyu seçilmez. Beklenen kahraman gelmiştir, bütün sorunları çözecektir, tüm hesabı kitabı mazideki ve günümüzdeki uzantıları olan gafiller hainler verecektir.
Devletin eli gittikçe küçültülür. Askeriye’ye darbeler indirilir. “Ümraniye torbasına/ çorbasına” neredeyse bütün muhalefet tıkılır. PKK’nin sahip çıktığı eylemlerde bile daima ordu parmağı, hatası, teröristlerle işbirliği aranır; münferit vakalar genele teşmil edilir, yayılır. Aslında tam bir zeval manzarasıdır.
Objektif eleştiri bir yana; muhalefetin yetersizliği, kusurları, günahları; Cumhuriyetin kuruluşuna, yani cemaziyülevveline, hatta mümkün olsa Kabil’e kadar indirilir ve bütün suçlar yüklenir. Siz büyük..büyük..büyüük babalarınızın yaptıklarından da mesulsünüzdür. Ayaklarınızdaki prangalarla, sırtınızdaki bu ağırlıklar ve günahlarla nereye kadar ve nasıl yürüyeceğinizi, hangi soruya cevap vereceğinizi bilemezsiniz.
Kürtlere ve başka guruplara sürekli yapılan bir eziyet ve zulüm vurgusuyla bir nefret alanı oluşturulmaya çalışılır; PKK söylemi meşrulaştırılır. “Bebek katili” imajının altından çok sular akmıştır, artık karşımızda affı söz konusu olabilecek, habire meziyet(!) yüklenen bir “açılım kahramanı” vardır.
Öte yandan hükümet bütün yaptıklarıyla “hatadan, yanlıştan münezzeh, hep muaf, hep üsttedir. Sorgulamalara, iktidar işleri dahil değildir. “Bugün” hiç irdelenmez, 10 senelik siyasî uygulamalar, içinde yaşadığımız, kavgalı olduğumuz, devasa problemler tahlil edilmez. Ya da belli bir icazetli koro; kafasını gömüldüğü kumdan, egemenin çizdiği sınırlardan çıkarmamaya dikkat ederek, dahilî-haricî güce çarpmamaya özenerek, böbürlenerek müsaade nispetinde hoparlör vazifesini görür.
Büyük, derin yanılgılar bile; mutlak, kerameti kendinden menkul bir başarıya tahvil edilir. Bir yanılmazlığı, şaşmazlığı, kutlu bir akıl ve göksel bir referansı daima elinde tutar ve mütemadiyen temizlenir, arınır aklanır durur.
Bazı liderler peygamber gibidir; herkes bilsin tapınsın, ifşa etmek gerekir, ona “dokunmak bile ibadettir”; tüm akıllar donar kurur. Sıkışınca, öteden beriden, din adamları yetişir imdada. İsmi “PîrüpAK” olur. Zaten melekler de yanındadır, selâm durur.
Libya, Suriye, İran’la dostluk kardeşlik bağları, alınan ödüller, tumturaklı lâflar ne oldu da böyle birdenbire bir gösteriye dönüştü, dost(luk)lar çürüğe çıktı, çöpe atıldı. “0 sorunlar, politikalar”, gerçekten mi sıfıra müncer oldu diye düşünürsünüz.
Aslında günümüzde de “yenilikçilik” bu demektir. Duruma, şartlara, uygun zemine, emir komuta zincirine göre ayarlanma, yani “sil baştan”. Ta ki varlığınız ortadan kalkıncaya, silinip süpürülünceye kadar. Her şarta koşulsuz, kusursuz “uyum”. Tezgâhlar Baştan kurulur.
…
Victor Hugo’nun bir yazısını hatırlarsınız. “Gördüklerim, İşittiklerim” isimli anı kitabında, bazı portreler çizmiştir.
Devlet adamlarından birini şöyle tanımlar. “Bütün ömrünü kedileri okşamakla geçirmiştir.” Ama şimdi “kedilerin ölçüsüz derecede irileşmiş ve hatta kedi olmaktan çıkıp bire kaplan haline gelmiş olduklarını görmemekte”; “küçük elini devrimin(kaplanın) kükreyen ağzı üzerinde gezdirmektedir”. (Gördüklerim, işittiklerim, Düşün Yayıncılık)
Özellikle açılım politikalarının, getirdiği sonuç meydandadır. Kaplan gittikçe irileşmekte ve saldırganlaşmaktadır. Siz inini donatır, yiyecek yığar, demokrasinin nimetlerini(!) tattırırsınız boyuna.
El küçülür; kediler kaplanlaşır. Habire okşarsınız. Açık ağızları hiç kapanmaz, erkeği dişisi hiç geri durmaz, paralar yaralar. Konserlerde, meydanlarda atılır naralar.
Söz anlamaz, iflah olmaz, karalar. Bir küstahlık, bir azamet, bir hava!
Alınan tedbirlere bakarsınız, hopa, hopa, hoppaa!
Sonraa…
Birileri de sizi okşar, okşar, okşar… Mest, yığılır büzüşür kalırsınız.
Kediler kaplanlığa/kaptanlığa terfi eder, çoğalır; orman kanunları hâkim olmaya başlar.
“Derin devletin icabına baktık” derken, bakarsınız “yırtıcılar” devlet olmuş. Hiç mühim değildir. Boylu soylu kahramanlar vardır nasılsa.
Haricî bir boru çalınır, şaha kalkılır veya amuda. Fark etmez, memleket viran olsa da.
Sura üflenmiş, kıyametler kopmuştur. Bir yerlerde bıraktığınız, attığınız bir gömleği çırıl…çıplak ruhunuza geçirmeye çalışırsınız boşuna.
Kediler kaplanlaşır, bağırır biteviye. El kol kaptırılmıştır ama Fatihlerin, büyük şövalyelerin, kahramanların şanındandır. Hep lütfedecek, kaplanları bağışlayacak, affedip okşayacaklardır. Doyasıya, kıyamet kopasıya(!)
Son çare olarak ciğerlerini atarlar ortalığa.
Fakat kimse dönüp bakmaz, bir defa.
Devletin eli gittikçe küçültülür. Askeriye’ye darbeler indirilir. “Ümraniye torbasına/ çorbasına” neredeyse bütün muhalefet tıkılır. PKK’nin sahip çıktığı eylemlerde bile daima ordu parmağı, hatası, teröristlerle işbirliği aranır; münferit vakalar genele teşmil edilir, yayılır. Aslında tam bir zeval manzarasıdır.
Objektif eleştiri bir yana; muhalefetin yetersizliği, kusurları, günahları; Cumhuriyetin kuruluşuna, yani cemaziyülevveline, hatta mümkün olsa Kabil’e kadar indirilir ve bütün suçlar yüklenir. Siz büyük..büyük..büyüük babalarınızın yaptıklarından da mesulsünüzdür. Ayaklarınızdaki prangalarla, sırtınızdaki bu ağırlıklar ve günahlarla nereye kadar ve nasıl yürüyeceğinizi, hangi soruya cevap vereceğinizi bilemezsiniz.
Kürtlere ve başka guruplara sürekli yapılan bir eziyet ve zulüm vurgusuyla bir nefret alanı oluşturulmaya çalışılır; PKK söylemi meşrulaştırılır. “Bebek katili” imajının altından çok sular akmıştır, artık karşımızda affı söz konusu olabilecek, habire meziyet(!) yüklenen bir “açılım kahramanı” vardır.
Öte yandan hükümet bütün yaptıklarıyla “hatadan, yanlıştan münezzeh, hep muaf, hep üsttedir. Sorgulamalara, iktidar işleri dahil değildir. “Bugün” hiç irdelenmez, 10 senelik siyasî uygulamalar, içinde yaşadığımız, kavgalı olduğumuz, devasa problemler tahlil edilmez. Ya da belli bir icazetli koro; kafasını gömüldüğü kumdan, egemenin çizdiği sınırlardan çıkarmamaya dikkat ederek, dahilî-haricî güce çarpmamaya özenerek, böbürlenerek müsaade nispetinde hoparlör vazifesini görür.
Büyük, derin yanılgılar bile; mutlak, kerameti kendinden menkul bir başarıya tahvil edilir. Bir yanılmazlığı, şaşmazlığı, kutlu bir akıl ve göksel bir referansı daima elinde tutar ve mütemadiyen temizlenir, arınır aklanır durur.
Bazı liderler peygamber gibidir; herkes bilsin tapınsın, ifşa etmek gerekir, ona “dokunmak bile ibadettir”; tüm akıllar donar kurur. Sıkışınca, öteden beriden, din adamları yetişir imdada. İsmi “PîrüpAK” olur. Zaten melekler de yanındadır, selâm durur.
Libya, Suriye, İran’la dostluk kardeşlik bağları, alınan ödüller, tumturaklı lâflar ne oldu da böyle birdenbire bir gösteriye dönüştü, dost(luk)lar çürüğe çıktı, çöpe atıldı. “0 sorunlar, politikalar”, gerçekten mi sıfıra müncer oldu diye düşünürsünüz.
Aslında günümüzde de “yenilikçilik” bu demektir. Duruma, şartlara, uygun zemine, emir komuta zincirine göre ayarlanma, yani “sil baştan”. Ta ki varlığınız ortadan kalkıncaya, silinip süpürülünceye kadar. Her şarta koşulsuz, kusursuz “uyum”. Tezgâhlar Baştan kurulur.
…
Victor Hugo’nun bir yazısını hatırlarsınız. “Gördüklerim, İşittiklerim” isimli anı kitabında, bazı portreler çizmiştir.
Devlet adamlarından birini şöyle tanımlar. “Bütün ömrünü kedileri okşamakla geçirmiştir.” Ama şimdi “kedilerin ölçüsüz derecede irileşmiş ve hatta kedi olmaktan çıkıp bire kaplan haline gelmiş olduklarını görmemekte”; “küçük elini devrimin(kaplanın) kükreyen ağzı üzerinde gezdirmektedir”. (Gördüklerim, işittiklerim, Düşün Yayıncılık)
Özellikle açılım politikalarının, getirdiği sonuç meydandadır. Kaplan gittikçe irileşmekte ve saldırganlaşmaktadır. Siz inini donatır, yiyecek yığar, demokrasinin nimetlerini(!) tattırırsınız boyuna.
El küçülür; kediler kaplanlaşır. Habire okşarsınız. Açık ağızları hiç kapanmaz, erkeği dişisi hiç geri durmaz, paralar yaralar. Konserlerde, meydanlarda atılır naralar.
Söz anlamaz, iflah olmaz, karalar. Bir küstahlık, bir azamet, bir hava!
Alınan tedbirlere bakarsınız, hopa, hopa, hoppaa!
Sonraa…
Birileri de sizi okşar, okşar, okşar… Mest, yığılır büzüşür kalırsınız.
Kediler kaplanlığa/kaptanlığa terfi eder, çoğalır; orman kanunları hâkim olmaya başlar.
“Derin devletin icabına baktık” derken, bakarsınız “yırtıcılar” devlet olmuş. Hiç mühim değildir. Boylu soylu kahramanlar vardır nasılsa.
Haricî bir boru çalınır, şaha kalkılır veya amuda. Fark etmez, memleket viran olsa da.
Sura üflenmiş, kıyametler kopmuştur. Bir yerlerde bıraktığınız, attığınız bir gömleği çırıl…çıplak ruhunuza geçirmeye çalışırsınız boşuna.
Kediler kaplanlaşır, bağırır biteviye. El kol kaptırılmıştır ama Fatihlerin, büyük şövalyelerin, kahramanların şanındandır. Hep lütfedecek, kaplanları bağışlayacak, affedip okşayacaklardır. Doyasıya, kıyamet kopasıya(!)
Son çare olarak ciğerlerini atarlar ortalığa.
Fakat kimse dönüp bakmaz, bir defa.