“Bahar bu yıl gelmeyecek mi dede?” diye sordu çocuk. Yılların kederini gözlerinde biriktirmiş olan ihtiyar adam derin bir “ah!” çekti. “Nasıl gelsin torunum?” dedi. “Bahar umuttur, bahar canlılıktır, bahar yeniden başlangıçtır.” Çevresindeki yıkılan binalara içi yanarak baktı. “Bizde umut, bizde can, bizde yeniden başlayacak hâl mi kalmış?”
“Anne, bu yıl göçmen kuşlar gelmeyecek mi?” diye sordu çocuk. Gözleri nemlendi dertli annenin. “Gelmeyecekler kızım.” dedi. “Gelemeyecekler. Ne kendi girebileceğimiz, ne de onlara verebileceğimiz yuvamız kalmadı.”
“Baba, bu sene papatyalar açmayacak mı?” diye sordu çocuk. Baba dertliydi, baba düşünceliydi. “Açmayacaklar oğlum. Güneş gibi kaplayamayacaklar her yeri. Çekiniyorlar. Biz açar, etrafı cıvıl cıvıl edip güneş gibi parlarsak, boynu bükük çocuklar sevindiğimizi sanır, üzülür diye düşünüyorlar.”
“Nine, bu sene kayısılar çiçek açmayacak mı?” diye sordu çocuk. Her kırışığında bin yıl biriktirmiş yaşlı kadının gözlerinden iki damla yaş süzüldü. “Açmayacak kuzum.” dedi. “Açıp neşe saçamayacak çevreye. Renk cümbüşüne çeviremeyecekler memleketimizi. Alemi tutamayacak kokuları.”
Çocuklar üzgündü, çocuklar keder yüklüydü. Millet keder yüklüydü. Ama hayat sürüyordu, sürecekti. Çocuklar bir araya geldiler. Çocuklar umuttu, çocuklar gelecekti. Ebeveynlerine doğru dönüp hep bir ağızdan, “Bahar gelsin, hem kendi canlansın hem bizi canlandırsın. Göçmen kuşlar gelsin onların da, bizim de yuvamızı birlikte yapalım. Sesleri kaplasın yıkık yuvalarımızı, kavrulmuş gönüllerimizi. Papatyalar, kayısılar ve bütün çiçekler açsın. Renk gelsin karanlık dünyamıza. Rüzgârda savrulsunlar neşe içinde. Güneş gibi kaplasınlar her yeri. Umut olsunlar yarınlarımıza. Ülkemiz çiçek çiçek açsın, buram buram koksun!” diye bağırdılar.