Sen bir sınıf öğretmenisin. Öğretmen oluşun en fazla anlam bulduğu yerdesin. Bu yıl mini mini birler... En küçükleri okutuyorsun.
Tabi burası bir kolej; özel okul. 'Zengin sıpaları' diyerek gülüyorsun kendi içinden bazen. Yok, sevmediğinden değil yani. Aksine, öğretmenlik bir meslek olmaktan çıkıp, kişiligine ve karakterine de yansımış adeta senin; 'hepsini çok sevdiğin', yalnızca kuru bir laftan ibaret değil. Haftanın 5 günü içmezsen susuz kalacağın bir şey olmuş bu artık. Diğer 2 gün ise, idare edebilirsin işte... El mahkum.
Bu miniklerin çoğu, anaokulundan çıkıp gelmişler buraya. Hepsi değil. Fakat tümünün ağzında hala süt kokusu, üzerlerinde tuvalete yalnız gitmenin telaşı var. Bebeklik zıbınlarının ve pusetlerinin, artık iyiden iyiye tarihe karışmış olmasının görkemli marşı çalınıyor sessizce, okul çantalarını sırtlarına her takışlarında.
Formalarında fermuarlı bir montları var. Eylül ve ekimlerin serinliğine siper olsun diye, kışlık kazakları giymenin bir öncesinde. Eşyalarına sahip çıkacak kadar büyümemişler henüz. Bir de dedik ya, 'zengin sıpaları' işte! Mallarının kıymetini nereden bilecekler o bollukta! Her gün bir kaç tane fermuarlı mont illa sınıfta unutulacak ya da kaybedilecek. İlla ki! Terlikleri ve ayakkabıları ters giymek, nasıl ki çocukluğun şanındansa, bu da öyle şimdi sanki. Montları sınıfta unutmak, birinci sınıf öğrencisi olmanın bir alameti, nişanesi...
Bir de şimdi eskisi gibi değil, iletişimdeki dinamikler değişti ya hani, veliler kendi aralarında konuşup tanışabilecekleri bir whatsapp grubunu çoktan kurmuşlar bile. Kayıp mont haberlerinin her gün 1. sayfadan geçildiği bir grup...
Yaşının çok genç olmasından dolayı sana densizce 'canım' diye hitap eden velilerle arana gerekli mesafeyi koyman lazım bir de, öğretmen hanım. Bir ağırlığının olması lazım. Bu yüzden, her ne kadar teklif edilmiş olsa bile, o mesaj grubuna dahil olmamayı uygun ve yerinde buldun. Sonuna kadar hak veriyorum sana.
Fakat o kayıp montlardan da en çok sen haberdarsın zaten, sınıftaki vestiyerlik askıların doluluğuna şöyle bir bakınca. Formaların her bir parçasının üzerlerinde etiketler var gerçi. Çocukların isimleri oraya yazılmış olsaydı, söz uçardı ama yazı kalırdı, öyle değil mi? Yazmamışlar. Şimdi de aranıyorlar tabi. Neyse...
Annesinin anlaşılabilir baskısından yakasını kurtarmak için, orada duran isimsiz ve böylece sahipsiz bir montu alıp üzerine giymis bir tanesi, geçenlerde. Gerçekten de kendisine ait olmayan bir 'fermuarlıyı'...
Oysa onun kendi fermuarlısı, evdeki kirli çamaşır sepetinin en altında kalmış. E ne oldu o zaman? Çocuklardan bir tanesi de gerçekten montsuz kalmış oldu. Diğerinin alıp üzerine giydiği montun asıl sahibi... Annesi sene sonuna kadar aransın dursun artık. Etikete isim yazmayı akıl edecekti vaktinde.
Fakat montsuz kalıp üşüyen çocuğun ebeveyninin çocuğa o 'hayatı öğretme' aşkı zamansız alevlenmiş olmalı. Bir yenisini alıp çocuğa giydirivermeme konusunda diretiyorlar belli ki. Whatsapp gruplarında, bu yönde bir anlaşma yapılmış olmalı kendi aralarında. "Eşyalarına sahip çıkmayı öğrensinler!". Demek ki bizim zengin sıpasını ekim soğuğunda bir güzel 'serinletmeyi', verilmesi gereken uygun bir ders olarak gördüler.
Ne var ki, ögretmen hanım, senin kalbin buna dayanır mı? Eşyasına sahip çıkma dersi çocuğa başka bir zaman verilebilir ama şimdi soğuktan burnunu çekip duran bu miniğe, yeni bir fermuarlı mont alıp, etiketine de çocuğun ismini yazdın büyük puntolarla.
Tabi çocuğun annesi, kendi iradesine karşı gelinmiş olsa bile, bu durumu büyük bir memnuniyetle karşılayıp teşekkur etti sana. Annelik, egoyu; öğretmenlik ise üşüyen bir çocuğun durumuna karşı kayıtsız kalmayı çoktan alt edip yenen durumlardır ne de olsa.