Otuzlu yıllar sonrasından gözlemlediğim ananevi iftar davet ve yemekleri Ramazan ayının bir dostluk perçinlemesi ve yardımlaşması olarak devam etmiyor değil
Ancak köylerde zaten olmaz, beldeleri de bilemem ama şehirlerde şekil değiştirmeye devamda!
Değişen şekil, o zamanlarda bulunmayan firmalarca hazırlanan büyük salonlu ve lüks yemekler veren lokantalar pardon restoranların hayli çoğalması ve rekabet içinde iftar yemekleri hazırlamaları yanında…
Kusura bakmasınlar bu günün hanımefendilerine de kolaylık olmasıyla meydana gelmiş oldu.
Böylece o samimi ve günlerce sürebilen iftar davetlerinin neşesi de ne derseniz deyin bilen bilir azalıverdi.
Buraya kadar konu ettiğim davet kişilerin akraba dost fakir vb.lere verdikleri iftar sofralarını içermekte.
Son yıllarda çoğalan, birazda siyasi hatta toplum başlarında olanların kendilerini reklam ve oy kokuşması girişimi içinde iftar daveti yaparken birde bunu reklam etmeleri ayrı bir mesele.
Hele birde fakirler değil, şehit aileleri ve engelliler dışında olan belirli toplumlardaki yönetimler ile medyaya verilen, o milletin kesesinden helal mi demeden yapılanlar da Ramazan’ın ulviyetine uyar mı bilemem.
Osmanlı’da ki Paşaların kendi kesesinden yaptıkları gibi keselerinden yapanlara sözümüz olamaz ama kimin parasını bolca harcıyorlar düşünen var mı?
Biz bunları bırakalım da o ananevi samimiyet ve kaynaşma içinde yapılan hatta lüks lokantaların bile verdiği yemeklerden çok çok kalabalık ve leziz olan yıllar evvelin iftarlarına bir göz atalım.
***
Zamanın yol alma trafiği hep tabanvayladır. Ramazanın ilk hafta sonu başlayan iftar davetleri önce küçük ebeveynlerin büyükleri davet etmesi ile başlar. Tabii yalnız büyükler değil akraba, dost ve komşularda bulunur.
Davet usulü yakın yerlere bey veya hanımefendilerce bizzat ulaştırılır cep telefonunu bırakın manyetolu telefon bile bulunmayan evlerin çocuk ve gençleri tarafından tabanvayla gidilerek birkaç gün öncesinden davet edilir.
Davet edilenler evin oda veya salonuna sığmazsa günler sıraya dizilerek birkaç gün devam edebilir.
Davete icabet eden evin hanımları ikindi üzerinden hediye ve çocuklarını alarak yollara düşerler. Eve girişte davet sahibi hanımefendiye “Bu ne zahmet ve iltifat...” diyerek getirdikleri hediyeleri sunarlar. Ev sahibeleri de “Ne zahmeti. Şeref verip bizleri sevindirdiniz. Şurada bir iki lokma beraber iftar yapalım dedik...” diyerek ayrılmış odalara buyur ederler.
Börek, baklava yapımlarında eli ehil olanlardan rica edilir ve onlarda öğleyin gelirler. Bu günlerin börek ve tatlı satan yerler belki bir tane olabilir ama kimse ona itibar etmez. Çünkü evde yapılanın lezizliği ve samimiyeti başkadır.
Beyler ezana yakın mahalle mescidi veya yakın camide hazır ve nazırlardır. Bazıları davet evine doğrudan gelip orada kılmak ister.
Müzeden fişek sesi ardından Alâeddin Tepesi’ndeki top sesi ile ezan devam ederken dürüm vb. ile oruçlar açılır. Namaz sonu sofraya yol alınır.
Sofraya oturanlar öyle üst alt kademe ayrımı ile değil her birine karıştırılarak sıfatlandırılmış ki, nasıl camide karışık ise burada da öyle tanzim edilmiştir.
Sofra daha evvelce belirttiğim gibi aile iftar sofraları yemek yenecek oda veya odalarda, altlıklı tahta veya bakır siniler konmuş,, İftariyelik dediğimiz, Peynirler, Zeytin, Pastırma, Sucuk, Tahin, Bal, çeşitli Reçel, küçük tabaklara konarak sıralanmıştır. Kış mevsimin de çeşitli turşu, yaz mevsiminde Salata ilave edilir.
Akraba ve bir sofralık olanlar hep beraber, fazla ise hanımlar ayrı sofrada otururlar. Akraba dışında olanlar da hanımlar ayrı odalarda ki sofralara kurulurlar.
İftar duası yapılarak iftariyeliklere saldırılır. Arkasından üstünde buğusu tüten sadeyağı dökülmüş Yoğurtlu Yayla çorbası sökün eder. Tahta kaşıklarla, ağızlar yana, yana içilen çorba sonu, ya Orta denilen Patlıcan üstü etle kaplanmış Kapama veya Patates kızartmalı kuşbaşı, köfte gelir. Patlıcanın ve kaburgalı etlerin lezizliğini tadanların önüne bu sefer Altı üstü kızartılmış kıyma içli, tepsi tabanına Sadeyağ konularak pişirilmiş Su Böreği veya Kıvrım, Sigara böreği endam eder.
Sıra, adet üzere tatlılara gelmiştir. Baklava ve kadayıflar tepsisi ile diğerleri geniş kaplar içinde sunulur.
Tatlıyı bastırsın diye ekşili Bamya çorbası sürülür. Bu da ağızları yakarak tamamlanınca, Yaprak, Lahana sarması veya çeşitli Dolma yemekleri gelir. Yaprak sarmasının yanına Kâselerde Yoğurt eksik edilmez. Lahana için limon veya suyu hazır edilir.
Bağdaş kuran, diz çökenlerin ayakları ağrımıştır. Onlar değişim yaparken Kişniş ve Nohut karışımlı sadeyağı ile yapılmış pirinç pilavı yanına meyve kaklarından yapılmış hoşaflar tas içinde sofraya endam eder...
Duaya geçilmiştir. Sofralardan geriye çekilirken, ev sahiplerine “Geçmişlerinizin canına değsin Yüce Yaradan bol versin..” derler.
Lavabolar olmadığı için el yıkama leğenleri önlerine gelir. Yıkama işlemi bitince Yün Minderlere çekilinir ve gelen sade kahveler höpürdetilir. Namaz kılmamış olanlar namazını kılar. Vakit gelince Teraviye gidilir.
Teravi dönüşü çaylar içilir ve misafirler eşleri ile yavaş yavaş yine dua ve temenni ederek ayrılırlar..
Evin Hanımefendilerine, bugünlerin makinası olmadığından, ocak başlarında bulaşık yıkama işi kalmıştır artık...
***
Hükümdar Harun Reşit zamanında, kardeşi de denilen, Halk arasında meczup olarak görülen “Pervildane” (Pervildivane de deniliyor) aslında erenlerden biri varmış.
Söylediği veya yaptığı hareketler Nasrettin Hoca gibi düşündürücü imiş. Hatta kişilerin aklından geçirdiği düşüncelere vakıf olurmuş.
Bir Ramazan günü Harun Reşit çağırarak, “Git falan büyük camide akşam namazı kılanların hepsini İftar sofrasına davet ederek getir” demiş
Camiye giden Pervildane, Namaz sonu cami kapısına durarak, “İmam ilk rekatta hangi zammı sureyi okudu?” diye sormuş.
Cevap verebilenleri bir tarafta bekletmiş. Bilemeyen diğerlerine bir şey söylemediğinden, onlar evlerine gitmiş.
Yüze yakın cemaatten soruya bilinçli cevap veren ona yakın kişiyi Harun Reşid’in iftar sofrasına getirmiş.
Harun Reşit hayretler içinde... “Demek camiye bu kadar az kişi geldi öyle mi?” diye birazda hayıflanarak sormuş.
Pervildane “Hayır, cemaat yüzden fazla idi” deyince H. Reşit “Neye getirmedin hepsini” diye azarlamış.
Pervildane cevaplamış. “Ne kızıyorsun?... Sen Bana namaz kılanları getir dedin. Camiye gelenleri getir demedin ki...”
***
Sağlık ve esenlik içinde iftarlar dileğimle efendim…
Ancak köylerde zaten olmaz, beldeleri de bilemem ama şehirlerde şekil değiştirmeye devamda!
Değişen şekil, o zamanlarda bulunmayan firmalarca hazırlanan büyük salonlu ve lüks yemekler veren lokantalar pardon restoranların hayli çoğalması ve rekabet içinde iftar yemekleri hazırlamaları yanında…
Kusura bakmasınlar bu günün hanımefendilerine de kolaylık olmasıyla meydana gelmiş oldu.
Böylece o samimi ve günlerce sürebilen iftar davetlerinin neşesi de ne derseniz deyin bilen bilir azalıverdi.
Buraya kadar konu ettiğim davet kişilerin akraba dost fakir vb.lere verdikleri iftar sofralarını içermekte.
Son yıllarda çoğalan, birazda siyasi hatta toplum başlarında olanların kendilerini reklam ve oy kokuşması girişimi içinde iftar daveti yaparken birde bunu reklam etmeleri ayrı bir mesele.
Hele birde fakirler değil, şehit aileleri ve engelliler dışında olan belirli toplumlardaki yönetimler ile medyaya verilen, o milletin kesesinden helal mi demeden yapılanlar da Ramazan’ın ulviyetine uyar mı bilemem.
Osmanlı’da ki Paşaların kendi kesesinden yaptıkları gibi keselerinden yapanlara sözümüz olamaz ama kimin parasını bolca harcıyorlar düşünen var mı?
Biz bunları bırakalım da o ananevi samimiyet ve kaynaşma içinde yapılan hatta lüks lokantaların bile verdiği yemeklerden çok çok kalabalık ve leziz olan yıllar evvelin iftarlarına bir göz atalım.
***
Zamanın yol alma trafiği hep tabanvayladır. Ramazanın ilk hafta sonu başlayan iftar davetleri önce küçük ebeveynlerin büyükleri davet etmesi ile başlar. Tabii yalnız büyükler değil akraba, dost ve komşularda bulunur.
Davet usulü yakın yerlere bey veya hanımefendilerce bizzat ulaştırılır cep telefonunu bırakın manyetolu telefon bile bulunmayan evlerin çocuk ve gençleri tarafından tabanvayla gidilerek birkaç gün öncesinden davet edilir.
Davet edilenler evin oda veya salonuna sığmazsa günler sıraya dizilerek birkaç gün devam edebilir.
Davete icabet eden evin hanımları ikindi üzerinden hediye ve çocuklarını alarak yollara düşerler. Eve girişte davet sahibi hanımefendiye “Bu ne zahmet ve iltifat...” diyerek getirdikleri hediyeleri sunarlar. Ev sahibeleri de “Ne zahmeti. Şeref verip bizleri sevindirdiniz. Şurada bir iki lokma beraber iftar yapalım dedik...” diyerek ayrılmış odalara buyur ederler.
Börek, baklava yapımlarında eli ehil olanlardan rica edilir ve onlarda öğleyin gelirler. Bu günlerin börek ve tatlı satan yerler belki bir tane olabilir ama kimse ona itibar etmez. Çünkü evde yapılanın lezizliği ve samimiyeti başkadır.
Beyler ezana yakın mahalle mescidi veya yakın camide hazır ve nazırlardır. Bazıları davet evine doğrudan gelip orada kılmak ister.
Müzeden fişek sesi ardından Alâeddin Tepesi’ndeki top sesi ile ezan devam ederken dürüm vb. ile oruçlar açılır. Namaz sonu sofraya yol alınır.
Sofraya oturanlar öyle üst alt kademe ayrımı ile değil her birine karıştırılarak sıfatlandırılmış ki, nasıl camide karışık ise burada da öyle tanzim edilmiştir.
Sofra daha evvelce belirttiğim gibi aile iftar sofraları yemek yenecek oda veya odalarda, altlıklı tahta veya bakır siniler konmuş,, İftariyelik dediğimiz, Peynirler, Zeytin, Pastırma, Sucuk, Tahin, Bal, çeşitli Reçel, küçük tabaklara konarak sıralanmıştır. Kış mevsimin de çeşitli turşu, yaz mevsiminde Salata ilave edilir.
Akraba ve bir sofralık olanlar hep beraber, fazla ise hanımlar ayrı sofrada otururlar. Akraba dışında olanlar da hanımlar ayrı odalarda ki sofralara kurulurlar.
İftar duası yapılarak iftariyeliklere saldırılır. Arkasından üstünde buğusu tüten sadeyağı dökülmüş Yoğurtlu Yayla çorbası sökün eder. Tahta kaşıklarla, ağızlar yana, yana içilen çorba sonu, ya Orta denilen Patlıcan üstü etle kaplanmış Kapama veya Patates kızartmalı kuşbaşı, köfte gelir. Patlıcanın ve kaburgalı etlerin lezizliğini tadanların önüne bu sefer Altı üstü kızartılmış kıyma içli, tepsi tabanına Sadeyağ konularak pişirilmiş Su Böreği veya Kıvrım, Sigara böreği endam eder.
Sıra, adet üzere tatlılara gelmiştir. Baklava ve kadayıflar tepsisi ile diğerleri geniş kaplar içinde sunulur.
Tatlıyı bastırsın diye ekşili Bamya çorbası sürülür. Bu da ağızları yakarak tamamlanınca, Yaprak, Lahana sarması veya çeşitli Dolma yemekleri gelir. Yaprak sarmasının yanına Kâselerde Yoğurt eksik edilmez. Lahana için limon veya suyu hazır edilir.
Bağdaş kuran, diz çökenlerin ayakları ağrımıştır. Onlar değişim yaparken Kişniş ve Nohut karışımlı sadeyağı ile yapılmış pirinç pilavı yanına meyve kaklarından yapılmış hoşaflar tas içinde sofraya endam eder...
Duaya geçilmiştir. Sofralardan geriye çekilirken, ev sahiplerine “Geçmişlerinizin canına değsin Yüce Yaradan bol versin..” derler.
Lavabolar olmadığı için el yıkama leğenleri önlerine gelir. Yıkama işlemi bitince Yün Minderlere çekilinir ve gelen sade kahveler höpürdetilir. Namaz kılmamış olanlar namazını kılar. Vakit gelince Teraviye gidilir.
Teravi dönüşü çaylar içilir ve misafirler eşleri ile yavaş yavaş yine dua ve temenni ederek ayrılırlar..
Evin Hanımefendilerine, bugünlerin makinası olmadığından, ocak başlarında bulaşık yıkama işi kalmıştır artık...
***
Hükümdar Harun Reşit zamanında, kardeşi de denilen, Halk arasında meczup olarak görülen “Pervildane” (Pervildivane de deniliyor) aslında erenlerden biri varmış.
Söylediği veya yaptığı hareketler Nasrettin Hoca gibi düşündürücü imiş. Hatta kişilerin aklından geçirdiği düşüncelere vakıf olurmuş.
Bir Ramazan günü Harun Reşit çağırarak, “Git falan büyük camide akşam namazı kılanların hepsini İftar sofrasına davet ederek getir” demiş
Camiye giden Pervildane, Namaz sonu cami kapısına durarak, “İmam ilk rekatta hangi zammı sureyi okudu?” diye sormuş.
Cevap verebilenleri bir tarafta bekletmiş. Bilemeyen diğerlerine bir şey söylemediğinden, onlar evlerine gitmiş.
Yüze yakın cemaatten soruya bilinçli cevap veren ona yakın kişiyi Harun Reşid’in iftar sofrasına getirmiş.
Harun Reşit hayretler içinde... “Demek camiye bu kadar az kişi geldi öyle mi?” diye birazda hayıflanarak sormuş.
Pervildane “Hayır, cemaat yüzden fazla idi” deyince H. Reşit “Neye getirmedin hepsini” diye azarlamış.
Pervildane cevaplamış. “Ne kızıyorsun?... Sen Bana namaz kılanları getir dedin. Camiye gelenleri getir demedin ki...”
***
Sağlık ve esenlik içinde iftarlar dileğimle efendim…