Birçok şeyler insana önceden verilmiştir, kendisinden önce bahşedilmiştir. Bazı şeyleri Allah’ın lütfu doğrultusunda sonradan elde etmiştir insanoğlu. Çoğunu hazır bulmuş/bahşedilmiş, bir kısmını tadarak duyumsayarak sonradan kazanım haline getirmiştir. İnsan burada ‘insan’dır işte. Ya ‘şükür’ ya ‘şımarık’ seciye haline bürünecek. Şükür onu mütevaziliğe, şımarıklık onu kibre, böbürlenmeye götürecek. İlkinde sahip olduklarını hatırlama ikincisinde büsbütün unutma vardır.
‘Küçük güzeldir’ adlı ekonomi ile ilgili bir kitap (E. F. Schumacher) okumuştum. Yetinmenin, yeter diyebilmenin ne denli önemli olduğundan etkilenmiştim. Kitaptan bir alıntı ile devam edelim: Geçen sene bir ekonomistten şöyle bir anı dinlemiştim: Krizden sonra ABD’de dünyanın önemli finans kurumlarından birinin üst düzey yöneticisi ile sohbet etmiş. Sormuş bizim ki: “Kriz kendisini uzun bir süre öncesinden bozuk giden rakamlarla göstermeye başlamıştı; fark etmediniz mi? Neden önlem almadınız? Cevap vermiş üst düzey yönetici: “Evet, fark ettik. Hepimiz krizin çıkacağına neredeyse kesin gözüyle bakıyorduk. Ancak herkes para kazanırken siz tedbir alıp kazancınızın azalmasına sebep olursanız bunu patronlara ortaklara, yatırımcılara açıklayamazsınız. Kriz çıkıp da herkes kaybetmeye başladığında ise bunu anlatmak çok daha kolaydır.”
Bireyler tarih boyu nasihatleri, uyarıları, yönlendirmeleri duymazdan, önemsemezden gelmişler. Musibetler nasihatlerden daha belletir olmuştur. Sahip olduklarımızın, elinizdekilerin değerini bilemeyiz, bu yüzden kaybederiz. Belki de beklemeye, pişman olmaya hiç gerek yok, yeni kayıplar yaşamaktansa çözüm, kazanç bir adım uzağımızdadır. Dünyalıksa daha fazlasını istemeyin. Daha fazlasını istemenin yük ve sorumluluk içinde ‘daha’ olabileceğini bilin. Şayet bu riski –kazanma, kaybetme- göze alabiliyorsanız yapın bunu. Her şeyin iyi, güzel olanını isteyin. Elinizdekilerin değerini bilin. Çünkü asıl sizin için asıl değerli olan odur. Kitaptan bir alıntı daha: ‘İnsanoğlunu kendi kendine esir eden de bu yaklaşımdır. Özgürlük yolunu kapatan servet değil servet tutkunluğudur; zevkli şeylerin tadını çıkarmak değil, bunun için kıvranmaktır.’
Bir şeyler ters gidiyorsa mutlaka önceden bir takım sinyaller veriyor. Bu ekonomide, sağlıkta kısaca yaşamın tüm ögelerinde böyledir. Örneğin boynunuzda fıtık varsa elde uyuşmalar, stres artmışsa kaşıntılar sigortaların ilk attığı yerlerdir. Elektrikler kesildikten, şalter tamamen indikten sonra önlem alsanız da orijinal halinize hasret kalırsınız. Ama hissedersiniz mutlu her şeyden habersiz geçen sağlıklı günleri. Çünkü daha fazlasını amaçlamışsınızdır, gerisini düşünmez, ne olabileceğini, olayın boyutlarını nereye varacağını düşünmez, hep ileriye bakarsınız. Hep daha dersiniz. Elde ettikçe daha da istersiniz. Kopuşlar, eksilmeler başladıkça anlarsınız! Bir şeyler oluyor. Bir süre sonra elinizde bir şey kalmadığında sadece pişman olursunuz. İhmalinize ya da kaderinize yön veren tembelliğinize yanarsınız. Var olan değerler yitirildikten sonra arkasından ağlamak niyedir bilinmez; değerini baştan bileydin, denilesi vaka oluruz.
Pişman oluruz kaybetmeden önce bir şey yapmadığımız için. Böyle durumlarda ‘başımıza taş düşmesi’ lazım anlamak için. Kaybetmeye en yakınken anlarız kaybettiğimizi… Kaybedeceğimizi anladığımızda kaybetmişizdir. Elimizdekilerin kıymetini kaybedince anlarız. Bir sandalı düşünün nehirde. Ahenkle akıp giderken akıntıya kapılıyor. Çok önemsemeyip gemimizin yönünü ve hız önlemini almıyoruz. Gemi hızla akıntıya gidiyor, şelalenin ucuna doğru sürükleniyor. Artık önlem alsak da, bir şeyler yapmaya çalışsak da çok geç olabiliyor. Çağlayandan aşağıya… Paramparça… bir şeyin değerini elimizdeyken bilemiyoruz; Vakit, ilim. arkadaş, para, yakınlarımız vb aslında her şey kaybedilince değer kazanır… Örneğin bir sehpanın, sandalyenin ayağının altında duran basit katlanmış bir karton parçası pek değersizdir elbet. Lakin bir temizlik esnasında yiter giderde, sehpa veya sandalye sallanmaya başladığında değeri anlaşılır.
Muhteris, limitsiz, doymak bilmez nefse sahip kişinin kaybetmeyi önceden görmesi beklenemez. Sallantı, kriz, sarsıntı, tehlike anında dahi büyümeyi düşünür. Hesapsız, kolayca, başkasının sırtından kazanmışsa gözü görmez zaten. Kendindeki sınırsız büyüme hırsının meydana çıkardığı krizleri aşmak için daha fazla büyümek gerektiğini söylenip durur. İşte bu insanın ‘daha’ ları kartopu gibi büyürken kitaptan alıntıya göz atalım. ‘Kar ruhumuzun gıdası… Karsız yaşayamayız diyor büyük büyük şirketlerin büyük büyük CEO’ları… Neden peki? Nedeni yok… Kimse “açgözlüyüm, muhterisim, kıskancım, doymak bilmiyorum, herkesi yenmek istiyorum” demez ki…’ Kapitalizmin, liberalizmin doğurduğu, kapital sahibi insanın içindeki durumu… Kibriyle, kaprisiyle ‘yalnızlık’ ve kazanma hırsıyla ‘yabancılaşma’ içine düşen insanın psikolojisi. Çok acı bir gerçektir, ne yazık! kaybedince ‘başını taşlara vuracağı gerçeği.’