Vefa gösterip, Hz. Mevlâna’yı dinleyelim:
“Küçük bir karınca kalemin kâğıt üzerine bir şeyler yazdığını gördü, gitti. Bu sırrı öbür karıncalara söyledi.
O kalem kâğıda şaşılacak şeyler yazdı. Fesleğen gibi, susam gibi, gül gibi acaip şeyler yaptı.’ dedi.
Karıncanın biri dedi ki: ‘O sanatı yapan parmaklardır. Bu kalem iş görmekte esâs değil, fer’dir.’
Üçüncü karınca; ‘İş ne parmaktan ne kalemden geliyor. Çünkü zayıf parmaklar, onun zorlaması ile kalemi tutuyor ve yazdırıyor.’
Bu görüşler, bu konuşmalar böylece uzadı gitti. Karıncaların beyine kadar ulaştı. Karınca beyinin birazcık anlayışı vardı, zeki idi.
Karıncaların beyi dedi ki: ‘Bu hüneri suretten, görünüşten bilmeyin. Çünkü uyuyan yahut ölen bir kişinin böyle şeylerden haberi bile yoktur.’
Suret, görünüş elbiseye asaya benzer. Cansızdır, akılsızdır, oynamaz hareket etmez.
Allah’ın lütfu ve ihsanı olmayınca, bu aklın bu gönlün cansız kalacaklarından karınca beyinin haberi yoktu.
Allah bir an için olsun, akıldan yardımını kesecek olsa, her şeye eren akıl, aptallıklar etmeye başlar.” (Cevâhir-i Mesneviyye, Mesnevî’den Seçmeler, Birinci cilt, Hazırlayan: Şefik Can, Ötüken)
…
Günümüzde artış gösteren vakalardan biri:
“Falanca belediyenin başkan yardımcısı, ‘kendisini görüp ayağa kalkmadı’ diye belediyede çalışan bir şoföre ‘tuvalet önünde oturma’ cezası verdi. Cezalı şoför, mesaisi boyunca devletlû kişi geçtikçe, ayağa kalkıp selam vermek zorunda kaldı”.
Yine bir “Ben kimim, sen kimsin, o kim.. aslında biz kimiz” meselesi.
Kibir şahlanışları, enaniyet uçuşları, toplumun şiddetle sallanışları; hep aynı hastalık, marazî benlik sanrılarından.
Cezalar da muhatabın “büyüklüğü” oranında artıyor. Sırasında mesela, hapsi boylayabilirsiniz; suçlarınızın içinde zirvelere karşı ayağa kalkmamak da vardır.
Ama bayrağa saygı, meselâ Türk bayrağı şeklinde baklava börek yapmak becerisine(!) derekesine kadar düşürülmüştür. Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde, filanca müftülükte Kutsal Kitabımız şeklinde pastayla anmalar(!) kutlamalar yapılmış, afiyetle yenilip içilmiştir (Lâyık gördüklerine bakınız).
Memlekette teröristlere selam durulmuştur, nice akiller eşkıyaya vurulmuştur diye kısaca özetleyelim.
Kitap, Vatan, Millet, bayrağa hürmet, edep dairesine girmez; ülkede ne çirkinlikler, şenaatler, millî-dinî ruha, ecdada hakaret çerçevesinde telâkki edilmez de; söz gelişi, iri şahısların huzurunda ayağa kalkmamak beka meselesi haline geliverir.
Yöneticiler hatadan, kanmaktan, eğrilikten korunmuş mudur ki; daima gariban halk hesaba çekiliyor. Zaaflar tüm beşerin.
Siz esas; seri katil bozuntularına, kan içicilere, değerlerimize musallat olanlara, şer bağımlılarına ceza yazın. Elinizden kaçırmasanız da yeter.
Sahne ve roller, zaman mütemadiyen değişirken; bu sûretperestlik, put nefislere tapıcılık neden?
Hayatı, mevkii, makamı, tüm kazanımlarımızı Veren, İkram eden İLÂHÎ EL’i niçin hatırlamayız. Hüner asıl Kim de?
Bir uzun hikâyedir ki bu; ne dile gelir, ne kâfi derecede anlatılır.