Bir iş yapmadan önce yapılan istişare, sadece Müslüman idareciler tarafından uygulanan önemli bir sistemdir. Çünkü bu inancın idarecileri, yaptıkları her işten ve her zaman Allah’ın rızasını beklerler, işlerinde hayır isterler ve hayır umarlar.
Bu zihniyetin dışında iki ana gurup daha vardır ki bunlardan biri diktatörlüktür. O gece diktatör rüyasında bir şey görür veya birisi iktidarına devamlılık sağlayacak bir uygulama söyler, diktatör istişareye bile lüzum görmeden o şeyin yapılmasını emreder.
Diğeri ise sermayenin ve sömürünün egemen olduğu Kapitalist bir sistemdir ki orada ister idareci olarak görünsün veya ister görünmesin her zaman patronun dediği olur. Bir istişare yapılıyormuş gibi çoğunluğun dediği oluyormuş gibi görünse de heyettekiler menfaatleriyle patrona, idari olarak bir üst makama bağlı olduklarından patronun veya amirin talimatı dışına çıkamazlar.
İSTİŞARE DE SERBEST FİKİR
İstişare de fikirlerin ve görüşlerin serbestçe ifade edilmesi, yapılacak işin en kısa zamanda, en ekonomik olarak ve en verimli yapılmasını sağlar.
Bir konu Şûra’ya getirildi ve istişare edildi, enine boyuna her şey konuşuldu. Sıra bu konunun veya ortaya çıkan alternatiflerinden birisine karar vermeye geldi ise bu kararı nasıl vereceğiz?
İstişareye önem verilen sistemde kararı, oturumu idare eden başkan, lider bildirir.
Başkanın ortaya koyduğu karar, istişarede ister menfi fikir, ister müspet fikir ortaya atmış olsun, her kes tarafından kabul edilir ve uygulamaya konulur. Hiç kimse sürdüğü kendi fikrinin esiri olarak fikrinde ısrar etmez.
İstişare ile işleri yürütme sisteminde, başımıza işler açan nefisler devre dışı bırakılmış, teslimiyet kapısı açılmış böylece kardeşlik ve yardımlaşma bağları güçlü tutulmuştur.
Bu sistem de verilen karar ile uygulama sonucunda çıkan netice arasında bir bağ kurulamaz. Yani biz de hiç kimse; “Aldığınız karar yanlıştı. Onun için neticesi de böyle kötü çıktı” diyemez. İstişare etmek, karar almak, uygulamanın şartlarını hazırlamak, azmetmek, sabır etmek ve Allah’a tevekkül etmek bu sistemi benimseyenlerden, neticeyi halk etmek ise Allah’tandır.
Zira Allah (c. c) Bakara suresi 216. Ayette; “Savaş hoşunuza gitmemekle birlikte üzerinize farz kılındı. Bir şeyden hoşlanmadığınız halde o sizin iyiliğinize olabilir. Bir şeyi de sevdiğiniz halde o sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz” buyrulmaktadır.
Bedir harbinde Peygamberimiz doğru karar aldı da onun için galip geldi diyeceklere, Uhud Harbi’nde Peygamberimiz yanlış karar mı aldı da mağlup oldular sorusunu sormak gerekir.
KARARI EMİR BİLDİRİR
Prensibe bağlı kalmak yani kararın o toplumun başı tarafından verilmesi kaydıyla kararlar Asr-ı Saadette nasıl alınmışlardır?
Uhut Harbi’nden önce Peygamberimiz ashabıyla yaptığı istişarede; “Medine'ye gelmekte olan düşmanın, “(kendisinin de taraftar olduğu) şehir içinde müdafaa harbi şeklinde olması mı? Yoksa açık alanda meydan muharebesi şeklinde olması mı?” konusunu görüştü.
Bedir harbinde bulunan tecrübeli Sahabeler müdafaa harbi şeklini benimserken, Bedir de bulunmayan sayıları da biraz fazla olan genç Sahabeler, savaşın meydan muharebesi şeklinde olmasında ısrar ettiler.
Onların fikirlerinde ısrarcı olmaları üzerine Peygamberimiz (s.a.v) “Savaşın meydanda yapılacağına” karar verdi ve silahlarını kuşanmak üzere çadırına çekildi.
Bu arada yaşlı Sahabeler, gençleri ikaz ederek; “Siz ne yaptınız? Peygamberimiz geçmişi de geleceği de bilen bir insandı. Siz ona bu kararı aldırtmakla hata ettiniz” dediler.
Genç Sahabeler yaptıkları hatanın farkına vararak Peygamberimizin çadırına geldiler ve “Ya Rasulallah. Biz hata ettik. Sen ne emredersen biz onu yapacağız” dediler.
Peygamberimiz onlara; Ali İmran 159. ayetini “...İş hakkında onlarla istişare et. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever” teyit eden şu Hadis-i Şerifini bildirdi. “Bir Peygamber silahlarını kuşandıktan sonra Allah onlar hakkında karar verinceye kadar silahlarını çıkarmaz”
Bu istişarede Peygamberimizin çoğunluk olan genç Sahabeler doğrultusunda karar verdiğini görmekteyiz. Söylediği Hadis-i Şerifte ise “Allah onlar hakkında hüküm verinceye kadar...” buyurarak Allah vereceği hükme (galibiyet veya mağlubiyet) razı olduğunu bildirmektedir.
TEK KİŞİNİN FİKRİ KARAR OLUYOR
Bir başka istişare ve karar uygulamasını ise Hendek harbinde görmekteyiz.
Peygamberimiz düşmanın Medine’ye doğru gelmekte olduğunu bunun için nasıl bir yol izlenmesinin uygun olacağını istişare etmektedir. Sahabe içinden Selman’ı Farisi Hazretleri, “Ya Resulallah. Bizim oralarda (İran da) düşmanın önüne hendek kazarlar ve düşmanı hendeğin önünde tutarlar” demesi üzerine Peygamberimiz Medine girişine “Hendek kazılmasını emreder.” Kendisi de bil fiil hendek kazılmasında çalışır.
Bu olayda aralarında Peygamberimizin seçkin Ashabı da olduğu halde onların teklifleri değil de bu tek kişinin (Selman’ı Farisi) teklifi kabul edilir ve çalışmalar başlatılır.
Bir başka istişare ve karar örneğini Ebu Bekir Efendimizin Hilafeti döneminde görmekteyiz.
Peygamberimizin vefatı ve Hazret-i Ebu Bekir’in Halife (devlet başkanı) olması ile bazı kabileler; “Biz bütün ibadetlerimizi yaparız ama zekât bize ağır gelmektedir, biz zekât vermeyeceğiz” derler.
Ebu Bekir Hazret-i Ömer’in de içinde bulunduğu istişare heyetini toplar ve durumu müzakere eder. “Biz zekâtı vermeyeceğiz diyen kabilelere ne yapılması gerektiğini sorar.”
Hazret-i Ömer de dâhil, istişarede bulunanlar; “Ey Ebu Bekir. Bu kabileler Müslüman’dırlar. Bunlara kılıç çekmemiz uygun değildir” derler.
Hazret-i Ebu Bekir bunları dinler ve kararını bildirir. “Vallahi dün Peygamberimize zekât olarak bir deve yuları verenler, bu gün bana vermezlerse onlarla harp ederim. Allah’ın hükümlerinden birini dahi ihmal etmem” buyurur.
Bu kararda Halife Ebu Bekir den başka kimse bu fikri savunmazken, sadece Ebu Bekir efendimiz, kendi fikrini karar yapar ve uygulamaya koyar. Ordu yola çıkartılır ve “Biz zekât vermeyeceğiz” diyen kabileler yola getirilir.