Bir süredir kadını konuşuyoruz, problemlerimiz var, bitmedi, devam ediyoruz ve edeceğiz efendim. Yaşadığımız asırda sorunlarla kol kola yaşayan kendi bireysel haklarıyla ilgili çeşitli sıkıntıları olan kadının ayni zamanda aile içinde görevleri vardır. Kadın annelik konumuyla, çocuklarının yetiştirilmesi hususlarında önemli sorunlarla yüz yüzedir. Ülkemizin geleneklerden gelen genel yapısı gereği üzerine yıkılan çocuklarının yetiştirilmesi probleminde kadın yalnız bırakıldığı gibi sosyal hayata üretken vasfıyla katıldığı zamanda karşılaştığı problemlerin çözümünde de kadın yalnız bırakılmıştır. O yüzden bugün, kadın problemlerini çözmek için kendini yetiştirmek ve geliştirmek durumundadır.
Bizim kadınlarımız yetenekli ve kabiliyetlidir. Bazılarının yakıştırdığı gibi; ‘Saçı uzun aklı kısa’ değildir. Nasıl ilkel bir söz ise nereden uydurulmuşsa, bu isâbetsiz sözü, Anadolu’da çok duyarız. Hayır, efendim bu söz ve ifâde ettiği fikir doğru değildir. Müslüman bir hanımefendi; imânının ışığında şekillendirdiği kişiliği ve şuuruyla bulunduğu yer ve zaman içinde omuzlarına yüklenen mesuliyetlerinin bilinciyle hareket eden potansiyel bir dinamiktir. O, vâr olan yetenek ve kâbiliyetleriyle toplumun yapılanmasına olumlu katkı sağlamak için elinden gelen doğru gayretleri sarf eden bir fedâkarlık âbidesidir. Dînî kimliğiyle, bilgisiyle neyi varsa çevresinden kopmadan herkesle gönül birliği ederek sosyal hayâta kendini sunandır. Yardımseverliği, çalışkanlığı, fedâkarlığı ve hayırlı yollara koşmasıyla Müslüman hanımefendi âdeta girdiği topluma can katar. Etrâfında olup bitenlere duyarsız değildir o, kendi ve vatanın evlatları üzerinde oynanan oyunların farkındadır, güncelden kopuk değildir, dünyâda olup bitenlere de kulaklarını tıkamayarak insâni sorumluluğunun şuurundadır..
Müslüman hanımefendi, maddeci dünyânın insanlığı sömürüp köleleştirdiği zihniyetlerin tam tersi kucaklayıcı, ulvî düşüncelerle kadını, erkeği, genç kuşağı yâni tüm insanlığı mânevî çerçevede uzlaşmaya çağıran kutsî bir modeldir. Bütün insanlığın çıkarına olan Müslüman kadının örtüsü tüm insanlığın hayrınadır. Çünkü İslâmî kıyâfet (sâdece başörtüsünü kastetmiyoruz) toplumda sosyal huzûru ve barışı sağlar, cinsel anarşiyi önler. Dînî kıyâfetiyle toplumda bireysel saygınlık kazanan Müslüman kadını içinde yaşadığı cemiyete değer katar.
İşte bu hâliyle bugünkü tahsil ve ilmî verisi neyse onu cemiyete kamusal alanda sunmasıyla başörtülü hanımın çalışması toplum için bir kazanımdır. Sistemin kendisine dayattığı şekliyle değil inandığı değerlerin kendine çizdiği ölçüler dâhilinde bilgisiyle ve mevcut donanımıyla o da bugünkü topluma hizmet edebilir, üretime katılabilir, çalışabilir. Elbette başörtülü olarak tahsilini icra etmiş hanımefendilerin her halde evde oturması beklenemez. Aile ve çocuklarının sorumluluğunu ifâsı dışında dedikodu mekanlarında zamanlarını israf edeceklerine toplum yararına işler, meslekler icra etmeleri onların da en temel haklarıdır. Tıp, hemşirelik, eczâcılık, Radyo-Tv, Gazetecilik, İletişim, Pegadoji, Biyoloji veya eğitim dallarında tahsil yapmış Müslüman hanımlarımız neden mesleklerini kamu kuruluşlarında icra edemesinler? Onların toplumda var olmaları sosyal hayat adına bir kazançtır.(Takva boyutuyla değerlendirme ise ayrı bir mevzu burada girmeyeceğiz.) Eşit vatandaşlıktan niçin başörtülüler faydalanamasınlar? Düpedüz ayrımcılıktır bu. Bazılarının korkusu da bu değil mi? Şimdi üniversitede başı örtülü olan bu kızlar yarın kamusal alanda çalışma isteyecek, dediler. Evet, her halde böyle istekler gelecektir… Bundan tabi ne olabilir? Korkunuzun sebebi anlaşılır değil? Başörtülülerden ne zarar gördünüz? Doğru bir değerlendirme yapacak olursak; toplum mestûre halleriyle çalışan hanımlarımızla iftihar eder ama onlar için kazanım mı olu kayıp mı o da farklı bir boyut! Biz sâdece onlar da bu toplumun bir vatandaşı elbette yıllarca devletin okullarında okumuşlar elbette çalışarak memleketine hizmet etmeleri gâyet doğaldır ve en tabi hakkıdır bunu dillendiriyoruz. İsteyen neden çalışamasın?
Ne denirse densin zâten gizliden gizliye fakülte mezunu tesettürlü hanımlarımız bir şekilde çalışıyorlardı. Geçmişte de vardı güzel hizmetleriyle topluma değer katan hanımefendilerimiz. İslam târihinde, Selçuklu’da, Osmanlı’da, Mesture kıyâfeti ve edebiyle mesleğini icra ederek çalışan birçok eğitimli hanımefendilerimiz mevcuttu. Asrısaadette; fıkıh, hadis, ferâiz(miras hukûku), Arap târihi, şiir ve tıp konusunda bir yıldız şahsiyet olan Hz.Aişe nin yanı sıra Hafsa binti Ömer, Ümmü Gülsüm binti Ukbe, Kerîme binti Miktad, Eş-Şifa binti Abdullah, Eş-Şeyda Şühde, Nesibe binti Hasan, Hz.Nesibe, Hz.Sükeyne, Ümeyye binti Kays, Ümmül Hasan gibi eğitim, tıp ve ticâret sahasında muhteşem isimler var. O yılları tâkip eden süreçte Rabiatül Adeviyye, Harun Reşid’in hanımı Zübeyde hâtun, Ufeyretü’l Âbide, Muavezü’l Adeviyye, Selçuklular döneminde Tuğrul Bey’in hanımı Altun-can Hatun, Alparslan’ın kız kardeşi Gevher Hâtun, Melikşah’ın hanımı Terken Hâtun var. Osmanlı’da Orhan Bey’in hanımı Nilüfer Hâtun, Kösem Sultan, Turhan Sultan, Bezm-âlem Vâlide Sultan, Mihrimah Sultan, Pertev Niyal Sultan, Mülki Usta Hanım, Hacı Kadın, Fatma Şeb Sefa, Sıdk-ı Ümmetullah Kadın, Habi Kadın, Zeynep Hâtun, Fıtnat Hanım, Şeref Hanım… daha niceleri. Bu hanımefendilerin her biri başlı başına vakıf insanlardı ve toplumun tüm hayır faaliyetleri neredeyse onların eliyle gerçekleştiriliyordu. Bunların yanına Osmanlı’nın son dönemlerinde yabancı dil bilen, gazete açan, yazı yazan, parti kuran eğitimli aydın kadınlar da var onlar da bugünkülere taş çıkartır epey işler başarmışlar. Meselâ Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım ve kız kardeşi Emine Semiye Hanımlar, güzel Fransızca konuşup yazan hatta İttihat ve Terakki’ye mensup gizli görevler ifâ eden hanımlardı. Nezihe Muhittin, ilk defa kadınlara ait bir parti kurmaya teşebbüs etmiş birisiydi. Ulviye Mevlan, daha 20 yaşında Mudafa-i Hukûki Nisvan dergisini çıkardı. Daha niceleri…
Yazmakla bitiremeyeceğimiz bu güzel insanları hayırla yâd ediyor, sizleri kâinâtın tek sâhibine emânet ediyoruz efendim. Esen kalın.
Bizim kadınlarımız yetenekli ve kabiliyetlidir. Bazılarının yakıştırdığı gibi; ‘Saçı uzun aklı kısa’ değildir. Nasıl ilkel bir söz ise nereden uydurulmuşsa, bu isâbetsiz sözü, Anadolu’da çok duyarız. Hayır, efendim bu söz ve ifâde ettiği fikir doğru değildir. Müslüman bir hanımefendi; imânının ışığında şekillendirdiği kişiliği ve şuuruyla bulunduğu yer ve zaman içinde omuzlarına yüklenen mesuliyetlerinin bilinciyle hareket eden potansiyel bir dinamiktir. O, vâr olan yetenek ve kâbiliyetleriyle toplumun yapılanmasına olumlu katkı sağlamak için elinden gelen doğru gayretleri sarf eden bir fedâkarlık âbidesidir. Dînî kimliğiyle, bilgisiyle neyi varsa çevresinden kopmadan herkesle gönül birliği ederek sosyal hayâta kendini sunandır. Yardımseverliği, çalışkanlığı, fedâkarlığı ve hayırlı yollara koşmasıyla Müslüman hanımefendi âdeta girdiği topluma can katar. Etrâfında olup bitenlere duyarsız değildir o, kendi ve vatanın evlatları üzerinde oynanan oyunların farkındadır, güncelden kopuk değildir, dünyâda olup bitenlere de kulaklarını tıkamayarak insâni sorumluluğunun şuurundadır..
Müslüman hanımefendi, maddeci dünyânın insanlığı sömürüp köleleştirdiği zihniyetlerin tam tersi kucaklayıcı, ulvî düşüncelerle kadını, erkeği, genç kuşağı yâni tüm insanlığı mânevî çerçevede uzlaşmaya çağıran kutsî bir modeldir. Bütün insanlığın çıkarına olan Müslüman kadının örtüsü tüm insanlığın hayrınadır. Çünkü İslâmî kıyâfet (sâdece başörtüsünü kastetmiyoruz) toplumda sosyal huzûru ve barışı sağlar, cinsel anarşiyi önler. Dînî kıyâfetiyle toplumda bireysel saygınlık kazanan Müslüman kadını içinde yaşadığı cemiyete değer katar.
İşte bu hâliyle bugünkü tahsil ve ilmî verisi neyse onu cemiyete kamusal alanda sunmasıyla başörtülü hanımın çalışması toplum için bir kazanımdır. Sistemin kendisine dayattığı şekliyle değil inandığı değerlerin kendine çizdiği ölçüler dâhilinde bilgisiyle ve mevcut donanımıyla o da bugünkü topluma hizmet edebilir, üretime katılabilir, çalışabilir. Elbette başörtülü olarak tahsilini icra etmiş hanımefendilerin her halde evde oturması beklenemez. Aile ve çocuklarının sorumluluğunu ifâsı dışında dedikodu mekanlarında zamanlarını israf edeceklerine toplum yararına işler, meslekler icra etmeleri onların da en temel haklarıdır. Tıp, hemşirelik, eczâcılık, Radyo-Tv, Gazetecilik, İletişim, Pegadoji, Biyoloji veya eğitim dallarında tahsil yapmış Müslüman hanımlarımız neden mesleklerini kamu kuruluşlarında icra edemesinler? Onların toplumda var olmaları sosyal hayat adına bir kazançtır.(Takva boyutuyla değerlendirme ise ayrı bir mevzu burada girmeyeceğiz.) Eşit vatandaşlıktan niçin başörtülüler faydalanamasınlar? Düpedüz ayrımcılıktır bu. Bazılarının korkusu da bu değil mi? Şimdi üniversitede başı örtülü olan bu kızlar yarın kamusal alanda çalışma isteyecek, dediler. Evet, her halde böyle istekler gelecektir… Bundan tabi ne olabilir? Korkunuzun sebebi anlaşılır değil? Başörtülülerden ne zarar gördünüz? Doğru bir değerlendirme yapacak olursak; toplum mestûre halleriyle çalışan hanımlarımızla iftihar eder ama onlar için kazanım mı olu kayıp mı o da farklı bir boyut! Biz sâdece onlar da bu toplumun bir vatandaşı elbette yıllarca devletin okullarında okumuşlar elbette çalışarak memleketine hizmet etmeleri gâyet doğaldır ve en tabi hakkıdır bunu dillendiriyoruz. İsteyen neden çalışamasın?
Ne denirse densin zâten gizliden gizliye fakülte mezunu tesettürlü hanımlarımız bir şekilde çalışıyorlardı. Geçmişte de vardı güzel hizmetleriyle topluma değer katan hanımefendilerimiz. İslam târihinde, Selçuklu’da, Osmanlı’da, Mesture kıyâfeti ve edebiyle mesleğini icra ederek çalışan birçok eğitimli hanımefendilerimiz mevcuttu. Asrısaadette; fıkıh, hadis, ferâiz(miras hukûku), Arap târihi, şiir ve tıp konusunda bir yıldız şahsiyet olan Hz.Aişe nin yanı sıra Hafsa binti Ömer, Ümmü Gülsüm binti Ukbe, Kerîme binti Miktad, Eş-Şifa binti Abdullah, Eş-Şeyda Şühde, Nesibe binti Hasan, Hz.Nesibe, Hz.Sükeyne, Ümeyye binti Kays, Ümmül Hasan gibi eğitim, tıp ve ticâret sahasında muhteşem isimler var. O yılları tâkip eden süreçte Rabiatül Adeviyye, Harun Reşid’in hanımı Zübeyde hâtun, Ufeyretü’l Âbide, Muavezü’l Adeviyye, Selçuklular döneminde Tuğrul Bey’in hanımı Altun-can Hatun, Alparslan’ın kız kardeşi Gevher Hâtun, Melikşah’ın hanımı Terken Hâtun var. Osmanlı’da Orhan Bey’in hanımı Nilüfer Hâtun, Kösem Sultan, Turhan Sultan, Bezm-âlem Vâlide Sultan, Mihrimah Sultan, Pertev Niyal Sultan, Mülki Usta Hanım, Hacı Kadın, Fatma Şeb Sefa, Sıdk-ı Ümmetullah Kadın, Habi Kadın, Zeynep Hâtun, Fıtnat Hanım, Şeref Hanım… daha niceleri. Bu hanımefendilerin her biri başlı başına vakıf insanlardı ve toplumun tüm hayır faaliyetleri neredeyse onların eliyle gerçekleştiriliyordu. Bunların yanına Osmanlı’nın son dönemlerinde yabancı dil bilen, gazete açan, yazı yazan, parti kuran eğitimli aydın kadınlar da var onlar da bugünkülere taş çıkartır epey işler başarmışlar. Meselâ Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım ve kız kardeşi Emine Semiye Hanımlar, güzel Fransızca konuşup yazan hatta İttihat ve Terakki’ye mensup gizli görevler ifâ eden hanımlardı. Nezihe Muhittin, ilk defa kadınlara ait bir parti kurmaya teşebbüs etmiş birisiydi. Ulviye Mevlan, daha 20 yaşında Mudafa-i Hukûki Nisvan dergisini çıkardı. Daha niceleri…
Yazmakla bitiremeyeceğimiz bu güzel insanları hayırla yâd ediyor, sizleri kâinâtın tek sâhibine emânet ediyoruz efendim. Esen kalın.