Devletler, toplum halinde yaşayan insanların, bu toplum yaşantılarından doğan ortak ihtiyaçlarını karşılamak için meydana gelmiş kamu kuruluşlarıdır. Ortak ihtiyaçların karşılanması, kamu hizmetleri şeklinde hukuki bir anlam alır. Kamu hizmetlerinin görülmesi, ekonomik değer ve araçlara ve özellikle paraya gerek gösterir. İşte kamu gelirleri, bu ekonomik değer ve araçlardır ve bunlar toplumu oluşturan fertler arasında bölünerek elde edilir. Bu bölünüş, mali yükümlerin (mükellefiyetlerin) dağıtılmasına ilişkin belirli kurallara uygun olarak yapılır.(1).
Zamanımızda kamu gelirleri içinde en önemli yeri tutan kaynak vergilerdir. Vergi, kamu hizmetleri giderlerini karşılamak üzere devletin, fertlerden zora dayanarak aldığı iktisadi değerlerdir. Bu değerler, fertlerin faydalandıkları belirli kamu hizmeti karşılığı olmayıp, genel olarak bütün kamu hizmetlerinin karşılığıdır (2). Devletin vergiler dışında da gelirleri vardır. Harçlar, resimler, mülk ve teşebbüs gelirleri vs. Devletler, kamu giderlerini karşılamak için, kamu gelirleri elde etmek zorundadır. Bu kamu gelirlerinin en büyüğü hiç şüphesiz vergilerdir. Vergi, kamu menfaat ve işlerini tanzim etmek için, fertlere yüklenen bir mükellefiyettir. Ancak gücü olandan vergi alınmalıdır. Adil vergi sisteminin esası da budur. Bugün cari (geçerli) olan vergi sisteminde, vergi sadece gelirden alınmaktadır. Yalnız “Kârdan vergi alacağım” demek, mükellefe kâr marjını hakkı olmayacak şekilde arttıracağını teklif etmek demektir. Ayrıca bu yolla vergi kaçakçılığının önüne geçmek de mümkün değildir. Halbuki kâr ile beraber bütün servet birikimlerinden vergi alınmış olsa, vergi adaleti sağlanmış olur.
İslâm Ekonomisine göre; “Kişi zekât ödeme vakti geldiğinde ticaret gayesiyle bulundurduğu eşyalarının kıymetini tespit ederek (diğer) mallarıyla birlikte zekâtını çıkarır” (3). İslâm’da zekât bu esasa göre alınır.
Emekleri ve alınteri karşılığı çalışan ücretli ve maaşlı kesimden, hiçbir ayrıcalık tanınmadan vergi kaynağında kesilmektedir. Bir toplumda her kesim gücü ölçüsünde vergi vermekle yükümlüdür. Ancak burada şunu unutmamak gerekir ki, herkes en az zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak gelir seviyesine ulaşmak durumundadır. Her insan yaşamak için belirli ihtiyaçlarını karşılayacak gelir seviyesine sahip olmalıdır. Bir toplumda gıda problemini dahi çözmemiş insan kitleleri çaresizliğe itilip, belirli yüksek düzeylerde gelir seviyesine ulaşan insanların taşkınlıklar içinde hayat sürmelerine müsaade edilmesi ve vergi denetiminden uzak tutulması adil bir anlayış olamaz. İnsanlar, gayret ve çalışmaları neticesinde yüksek düzeyde gelir seviyesine sahip olabilirler. Ancak herkes gelirleri oranında vergilerini de millî bir görev olarak vermekle yükümlüdürler. Eğer bir toplumda az gelirli insanlara büyük külfetler yüklenip, gelir seviyesi yüksek olanlardan istenen gayret, dayanışma, birlik ve maddi yardımlaşma yönünde sonuç alınmazsa, adaletli bir toplum yapısının oluşması imkânsızdır.
Türkiye’de kamu gelirlerinin büyük bölümünü vergiler teşkil eder. Ancak yürürlükteki vergi sistemi adil değildir. Gerek kültürel yönden, gerekse devletin yönlendirmesi bakımından alınması gereken tedbirler vardır. Mükellef olma yeterliliği kazanacak, kişi ve kuruluşlara işe başlamadan önce bir plân ve program dahilinde, fayda sağlayıcı bir işletmenin oluşturulması için devletin gerek yönlendirme, gerekse tedbir olarak bir yol takip etmesi gerekir. Programsız bir iş kurma sistemi, pek çok ekonomik kayıplara sebep olmaktadır. Özal Hükümetince, Katma Değer Vergisi ile kamu gelirleri arttırılmıştır. Ancak KDV üreticiden değil, tüketiciden alındığı için adil bir vergi sistemi değildir. Türkiye ekonomisinde, emtia maliyetlerinin düşürülmesi ve hayat pahalılığının azaltılması ile beraber, hem ekonomik refah sağlayıcı, hem de vergi gelirlerini arttırıcı yönde yapılması gereken çok şey vardır. Türkiye’de vergi sisteminin yerleşmesi ve vergi kayıplarının önlenmesi için yapılması gerekli olanların birkaçını şöylece sıralamak mümkündür.
1) Araştırmalara dayalı plânlı çalışmalarla, verimli olacak işyeri açma sistemi. Eğer bir kişi bilgisizliğinden dolayı, bir iş zarar edeceği belli olduğu halde, o işe girişmekte ısrar ediyorsa, o iş yerinin açılmaması yönünde devletin tedbir alması. Yani bir kişi veya kuruluş kârsız olan bir yatırıma bilgisizliğinden dolayı teşebbüs edip, zararla beraber vergide ödeyemeyecekse bu duruma mani olunması.
2) Servetten vergi alınması yönünde bir sistemin kurulması. Yersiz yere servet birikiminin önlenmesi gerekir. Para ve imkânların ticari piyasada kullanılması düşüncesinin geliştirilmesi.
3) Vergi kaybına sebep olan her konunun, peşine düşülerek denetimlerin yönlendirici, vergi gelirlerini arttırıcı, mali ve ekonomik fayda sağlayıcı şekilde yapılması.
Ancak servetten vergi alınması ve denetimlerin yoğunlaştırılması yoluna gidilirken, ticari faaliyetle meşgul olan kesimlerin kendi geçimlerinin gözden uzak tutulmayarak, “önce geçinmek, sonrada vergi vermek” anlayışının hâkim kılınması. Sadece vergi dairesine kayıt yaptıran kişi ve kuruluşlara “çok kazanıyor” gözüyle bakılmaması. Hatta ilk işe başlayan mükelleflere belirli bir süre (en az iki yıl) vergi muafiyetinin getirilmesi.
Türkiye’de devlet millet kaynaşmasının, memur mükellef yakınlaşmasının sağlanması ile beraber, kültürel, teknik ve ticari bilgi birikiminin vatandaşa yansıtılması yoluyla çok yönlü olarak vergi gelirlerinin arttırılması mümkündür.
------------------
(1) Erginay, Prof. Dr. Akif, Kamu Maliyesi, Turhan Kitabevi (12. Baskı), Ankara, Ekim 1987, sh: 14
(2) A.g.e. sh: 28
(3) Ebû Ubeyd, Kitâb-ül Emval, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 426.
Zamanımızda kamu gelirleri içinde en önemli yeri tutan kaynak vergilerdir. Vergi, kamu hizmetleri giderlerini karşılamak üzere devletin, fertlerden zora dayanarak aldığı iktisadi değerlerdir. Bu değerler, fertlerin faydalandıkları belirli kamu hizmeti karşılığı olmayıp, genel olarak bütün kamu hizmetlerinin karşılığıdır (2). Devletin vergiler dışında da gelirleri vardır. Harçlar, resimler, mülk ve teşebbüs gelirleri vs. Devletler, kamu giderlerini karşılamak için, kamu gelirleri elde etmek zorundadır. Bu kamu gelirlerinin en büyüğü hiç şüphesiz vergilerdir. Vergi, kamu menfaat ve işlerini tanzim etmek için, fertlere yüklenen bir mükellefiyettir. Ancak gücü olandan vergi alınmalıdır. Adil vergi sisteminin esası da budur. Bugün cari (geçerli) olan vergi sisteminde, vergi sadece gelirden alınmaktadır. Yalnız “Kârdan vergi alacağım” demek, mükellefe kâr marjını hakkı olmayacak şekilde arttıracağını teklif etmek demektir. Ayrıca bu yolla vergi kaçakçılığının önüne geçmek de mümkün değildir. Halbuki kâr ile beraber bütün servet birikimlerinden vergi alınmış olsa, vergi adaleti sağlanmış olur.
İslâm Ekonomisine göre; “Kişi zekât ödeme vakti geldiğinde ticaret gayesiyle bulundurduğu eşyalarının kıymetini tespit ederek (diğer) mallarıyla birlikte zekâtını çıkarır” (3). İslâm’da zekât bu esasa göre alınır.
Emekleri ve alınteri karşılığı çalışan ücretli ve maaşlı kesimden, hiçbir ayrıcalık tanınmadan vergi kaynağında kesilmektedir. Bir toplumda her kesim gücü ölçüsünde vergi vermekle yükümlüdür. Ancak burada şunu unutmamak gerekir ki, herkes en az zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak gelir seviyesine ulaşmak durumundadır. Her insan yaşamak için belirli ihtiyaçlarını karşılayacak gelir seviyesine sahip olmalıdır. Bir toplumda gıda problemini dahi çözmemiş insan kitleleri çaresizliğe itilip, belirli yüksek düzeylerde gelir seviyesine ulaşan insanların taşkınlıklar içinde hayat sürmelerine müsaade edilmesi ve vergi denetiminden uzak tutulması adil bir anlayış olamaz. İnsanlar, gayret ve çalışmaları neticesinde yüksek düzeyde gelir seviyesine sahip olabilirler. Ancak herkes gelirleri oranında vergilerini de millî bir görev olarak vermekle yükümlüdürler. Eğer bir toplumda az gelirli insanlara büyük külfetler yüklenip, gelir seviyesi yüksek olanlardan istenen gayret, dayanışma, birlik ve maddi yardımlaşma yönünde sonuç alınmazsa, adaletli bir toplum yapısının oluşması imkânsızdır.
Türkiye’de kamu gelirlerinin büyük bölümünü vergiler teşkil eder. Ancak yürürlükteki vergi sistemi adil değildir. Gerek kültürel yönden, gerekse devletin yönlendirmesi bakımından alınması gereken tedbirler vardır. Mükellef olma yeterliliği kazanacak, kişi ve kuruluşlara işe başlamadan önce bir plân ve program dahilinde, fayda sağlayıcı bir işletmenin oluşturulması için devletin gerek yönlendirme, gerekse tedbir olarak bir yol takip etmesi gerekir. Programsız bir iş kurma sistemi, pek çok ekonomik kayıplara sebep olmaktadır. Özal Hükümetince, Katma Değer Vergisi ile kamu gelirleri arttırılmıştır. Ancak KDV üreticiden değil, tüketiciden alındığı için adil bir vergi sistemi değildir. Türkiye ekonomisinde, emtia maliyetlerinin düşürülmesi ve hayat pahalılığının azaltılması ile beraber, hem ekonomik refah sağlayıcı, hem de vergi gelirlerini arttırıcı yönde yapılması gereken çok şey vardır. Türkiye’de vergi sisteminin yerleşmesi ve vergi kayıplarının önlenmesi için yapılması gerekli olanların birkaçını şöylece sıralamak mümkündür.
1) Araştırmalara dayalı plânlı çalışmalarla, verimli olacak işyeri açma sistemi. Eğer bir kişi bilgisizliğinden dolayı, bir iş zarar edeceği belli olduğu halde, o işe girişmekte ısrar ediyorsa, o iş yerinin açılmaması yönünde devletin tedbir alması. Yani bir kişi veya kuruluş kârsız olan bir yatırıma bilgisizliğinden dolayı teşebbüs edip, zararla beraber vergide ödeyemeyecekse bu duruma mani olunması.
2) Servetten vergi alınması yönünde bir sistemin kurulması. Yersiz yere servet birikiminin önlenmesi gerekir. Para ve imkânların ticari piyasada kullanılması düşüncesinin geliştirilmesi.
3) Vergi kaybına sebep olan her konunun, peşine düşülerek denetimlerin yönlendirici, vergi gelirlerini arttırıcı, mali ve ekonomik fayda sağlayıcı şekilde yapılması.
Ancak servetten vergi alınması ve denetimlerin yoğunlaştırılması yoluna gidilirken, ticari faaliyetle meşgul olan kesimlerin kendi geçimlerinin gözden uzak tutulmayarak, “önce geçinmek, sonrada vergi vermek” anlayışının hâkim kılınması. Sadece vergi dairesine kayıt yaptıran kişi ve kuruluşlara “çok kazanıyor” gözüyle bakılmaması. Hatta ilk işe başlayan mükelleflere belirli bir süre (en az iki yıl) vergi muafiyetinin getirilmesi.
Türkiye’de devlet millet kaynaşmasının, memur mükellef yakınlaşmasının sağlanması ile beraber, kültürel, teknik ve ticari bilgi birikiminin vatandaşa yansıtılması yoluyla çok yönlü olarak vergi gelirlerinin arttırılması mümkündür.
------------------
(1) Erginay, Prof. Dr. Akif, Kamu Maliyesi, Turhan Kitabevi (12. Baskı), Ankara, Ekim 1987, sh: 14
(2) A.g.e. sh: 28
(3) Ebû Ubeyd, Kitâb-ül Emval, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 426.