İnsanlar yaşamlarını devam ettirirken kendileri için hep en iyi şeyleri isterler. En itibarlı mesleğe sâhip olmak, en gözde semtte oturmak, en konforlu ev satın almak, son model arabası olmak insanların dünyâdaki en büyük istek ve arzularıdır. Bu saydıklarımıza sâhip olmak için ne emekler, ne fedâkarlıklar, ne zamanlar harcanır. Ömür sermâyesinin en dinamik yılları böylesi maddi şeyler uğruna tüketilmiş olur. Hayâtın maddi kalitesini artırmak adına tüketilen ömrün sonuna yaklaşıldığında mecâli kalmayan insanlar, dermansız bir şekilde bitmiş, tükenmiş olarak artık mânevi hayâtın da biraz olsun düşünülmesi gerektiğini anlarlar. Ama bu sefer yaşlar ilerlediğinden, yaşam kalitesi yavaşladığından, tüm hızlar maddi hayat uğruna tüketildiğinden Hakk’a hakiki anlamda kul olma yolunda çok mesafe alınamaz.
Hayâtı yaşarken en kaliteli giysileri giymek, en kaliteli gıdaları yemek isteriz. Zâten devir maalesef ‘kalite asrı’ başka bir deyişle ‘marka devri’. Giyimde kuşamda, yemek içmekte, okunan okulda, oturduğun semtte bile markacılık hâkim. İmkânı olmayanlar dahi sırf sükse olsun diye ‘marka’ yaşamaya bakıyorlar. Markalı ayakkabılar, markalı kemerler, markalı eşarplar, markalı giysiler… Sanki markalı her bir ürün kişinin kişilik kalitesinin simgesi! Bu ne demektir? Bu, imkânı olmayanın bile kendini olduğundan başka göstermesi demektir. Olduğundan farklı görünmek ise düpedüz sahtekarlıktır. Büyük mutasavvıf Mevlânâ Hazretleri ne buyurmuştur bu konuda hele bir o ibretli söze bakalım; ‘Ya olduğun gibi görün. Ya da göründüğün gibi ol.’ Günümüzde âdeta insanların önüne bu gerçeğin tam tersi bir hayat dayatılıyor. Böylesi kalitesiz bir yaşam için insanın en kıymetli sermâyesi olan ömür nasıl tüketilir?
Maddi kaliteye bu kadar ehemmiyet verirken mânevi kaliteye de önem vermeli değil miyiz? Yaşadığımız dünya hayâtının her bir karesinin hesâbını vereceğimizi unutmadan kaliteyi hayâtımıza sokmalıyız. Ünleri dünyânın dört bir yanına yayılmış, hikmetli davranışlarını hâlâ model olarak aldığımız eski mâneviyat büyüklerinin böylesi bir kalite takıntısı yoktu. Onlar Rabb’lerine kaliteli bir kul olma yolunda hep ‘az yemeye, az konuşmaya ve az uyumaya’ çalışarak mânevi kalitelerini artırmaya önem vermişlerdir. O değerli zatlar, ‘az’ ile ‘asgari’ ile mutlu oldular, huzur içinde yaşadılar. Şimdikiler ‘çok’ ile de mutlu değiller. ‘Kalite’ ve ‘marka’ ne yazık ki insan kalitesini düşürdü, insanları sıradanlaştırdı.
Birbirlerini kıran, inciten, üste çıkan, hak yiyen insanlar çoğaldı. Bugün bencilleşen insanlar ‘ego’larının yâni nefislerinin esiri oldular. İş, para, makam, mevki, itibar, rütbe, zeka, güç, güzellik insanların mâneviyatlarını bitirdi. Maddi kalite insanları gurûra, kibre, böbürlenmeye sevk etti. Bu hal insan için çok tehlikeli bir durumdur. Unutulmasın ki kibir, şeytanı Allâhu Teâlâ’nın rahmetinden kovduran en birinci sebepti.
Maddi kaliteye verilen bu önem insanların nefislerini okşadı. Nefisler beslendikçe o dahasını istedi. Nefislerin aşırı beslenmesinden azan nefislere pek tabi ki mâneviyat hoş gelmedi. Maddi kaliteye verilen önem sonucunda gelişen keyf, eğlence, sefahat insanı kibre götürdü hatta bu tehlikeli hal asrımızda insanı helâke doğru sürükleyen bir kıvâma geldi.
Maalesef bu gidiş kaliteli bir yol değil.
İnsanlar hem dünyâda hem ukbâda kazananlardan olmak istiyorlarsa, içinden hiç çıkılmayacak olan bâki bir âlemi kazanmak için mânevi hayatlarının kalitesini artırmaya bakmalılar. İşte mübârek Recep Ayı, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve ihsanlarının bire bin verildiği bir kutlu aydayız. Yaşam tarzımızda nasıl kaliteyi istiyorsak şu kutsî iklimde mânevi hayâtımızın kalitesini artırmak için de bir şeyler yapmalı değil miyiz?
İçinde bulunduğumuz Üç Aylar'ın mânevi atmosferinden istifâde ederek bu ayda nefsin isteklerinin tam tersini yaparak, ibâdetleri çoğaltarak, hayır hasenat hizmetlerine koşarak nefislerimizi terbiye edebilir onun aşırı isteklerine bir set çekebiliriz. Oruç tutarak, nâfile namazlar kılarak, günahlarımızdan dolayı ihlasla ve ısrarla tevbe ve istiğfâra yönelerek, zikrü tesbihatlarımızı çoğaltarak nefsimizi dizginleyebiliriz. Az yiyerek, az harcayarak, kötülüklerimizi azaltıp iyiliklerimizi artırarak, konuşmalarımıza daha bir dikkat ederek, günün hesâbını yaparak yaşayabiliriz. Asıl böyle derli toplu bir hayat kalite kıvâmıdır. Dünyâda her zaman hesaplı, kitaplı yaşayanlar ebedi saadeti kazanmaya namzet Müslümanlardır.
Maddi kalite, marka yaşam insanı kibre, gurûra, hırsa sürükler. Oysa mânevi kalite ve mânevi marka insanı dünyâda ve ukbâda hakiki huzûra götürür. Abdul Kâdir Geylâni Hazretleri, Şahı Nakşibend Hazretleri, Mevlânâ Hazretleri, Cüneydi Bağdâdî Hazretleri, İbrâhim bin Ethem Hazretleri ve daha niceleri ‘mânevi marka’ sâhibi şahsiyetlerdir. Onlar gibi olamasak bile şu Üç Aylar'ın nurlu, feyizli ikliminde yüce Yaradanımızın ‘benim ayım’ dediği mübârek Recep Ayı'nda ‘kaliteli Müslüman olma’ yolunda adımlar atmak çok yerinde bir tercihtir. Amellerimiz sâlih hâle getirmeye gayret etmek, kalbimizi zikre, ellerimizi duâya açmak ne güzeldir bu aylarda! Şu güzel Recep Ayı'nda tevbe çağlayanında yıkanarak arınalım ve ‘kaliteli müminler’ olalım inşaALLAH.
Sevapları çok günahları az hatta hiç olmayan günlere hep berâberce gönül gönüle…