Ahmet Haşim 1917’de Niğde’den, bir teftiş sonucu izlenimlerini yazdığı bir mektubunda, Anadolu köy ve köylüsünün acıklı durumuna işaret eder. Bir dramın farkındadır. Fakat bir aydının yabansı, soğuk bakışı vardır satırlarında.
Tenkitlerine sevgisizlik de sinmiştir. Hâlbuki küller ve kan üzerinden yeni bir devletin temellerini atacak olan da aynı iptidâî köylü ve millet değil midir?
“Gördüğüm Anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım? Evvelâ bu kıta-ı arazide kimler yaşıyor? Görülen harabelerin banisi hangi cins mahlûkattır? Bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak mümkün olmamıştır. Anadolu köylüsünü tasnif-i mahlûkatta karıncalar nevine ithal etmeli fikrindeyim. Gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin namütenahi sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, ‘gıda’ fikr-i sâbitiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin mesai-i müşkilesine tesadüf olunur. Sanki, cehennemi bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya madde-i gidaiyeyi biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür.Tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi….”
Haşim’e göre, Anadolu Türkleri henüz “ekmek imalinden bile bîhaberdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı”dır.
Tenkitlerini ileri götürür. Ulaşım vasıtası olarak kullandıkları kağnıdan bahseder:
“…Uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade azîm ve hevl-engiz bir karafatma hissini veren tarihe aşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla Dara ve Keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde menkûş iptidaî arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanatın çektiği azabı gördükçe, onu sevk eden âsûde köylünün insanlar gibi bir ruhu olmadığından şüphe ettim.”
“Anadoluların becerikliliği ancak öküz tezeğini istimaldedir.(…)Yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir. Eski Mısırlılardan ziyade Anadolular Apis öküzüne hürmet etmeliydi. Öküz, burada hayat-ı umumiyenin zembereğidir.”
Evlerini de beğenmez ünlü şair:
“Duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Baca nedir, bilir misin? Dibi kırık bir testi.(…) Güvercinlik namında kovuklardan müteşekkil bir köy vardır ki, hakikaten ancak güvercinlik olmaya şâyan bir köydür.”
Çirkinlik numunesidir köyler.
“Anadolu’nun güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, heyet-i umumiyede o kadar topal, topalların o kadar muhtelif envaı, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan, şekl-i eşyayı bozan muhaddeb bir camla etrafa bakıyorum zanneder.”
Şimdiki zamanlarda onun karamsar bakışını, kötülemelerini ve pek insafsız gözüken bazı tespitlerine, gözlemlerine itiraz edebiliriz ama bugün, kağnıyla yürümesek de, göğü delen binalarımıza, makyajlı surat ve ucube kentlerimize teknolojinin bütün nimetlerine rağmen genel bir içsel cehaletin hüküm sürdüğünü herhalde söyleyebiliriz.
Köylerimizden fazla; düzensiz gelişen yeşile düşman şehirlerimiz çirkin değil midir? Değerlerle aramızdaki bu denli uzaklığı; ahlâkî fesadı, artan kötülük çıkışını neyle izah edebiliriz.
Kabuksu dualar pek boldur da, fiilî dualar ne kadar azdır mesela. Çürümek, toplumun bütün katmanlarını sarmamış mıdır?
Haşim “Anadolu, hemen serapa firengilidir” diyordu, 1917’lerde. 2017’ye yaklaştığımızda çoğalan ruhsal frengileri, manevî veremleri, kanserleri ne yapacağız, hangi silahla alt edeceğiz? Uçak hızı, devasa kalp yaralarını kapatabilir mi?
…
Fazla üzülmek istemiyorum. Sorunların bütün şiddetiyle devam ettiğini, yeni yaraların açıldığını, belki daha vahim durumların önümüze geldiğini görüyorum.
Eski bir kartpostal manzarasına bakıyorum. Tatlı bir efkâr eşliğinde, bir eski zaman şarkısına dalıyorum.
Fırça elimde dünyayı boyamaya başlıyorum.
İyi geliyor. Koyu hüznü kaldıramam bugün.
…
FATMA TORU’YLA
10 Mart Salı sabahı, Konya Fikir, Sanat, Kültür Adamları Derneği’nden Fatma Şeref Polat, Anuş Gökçe, Şafak Oğuz Çakır’la birlikte; şehrimizin İlk Kadın Belediye Başkanı Fatma Toru Hanımefendiyi ziyaret ettik.
Dar vakitte, bize heyecan ve şevkle ilk kadın girişimi kooperatifi olan Bacıyan-ı Meram’dan söz etti. Önemli, etkileyici bir proje. Serpilip geliştikçe, daha öne çıkacaktır sanıyorum.
Hayırlı olsun. Başarılar diliyoruz.