Şems-i Tebriz-i Hazretleri, Makalat’ın da anlatır:
“Beyazıt Hazretleri, bir şehre varınca gezmek istediğinde, önce Efendimiz’in(S.A.V) tavsiyesine uyarak mezarlıkları gezerdi.
Beyazıt Kabristan’da dolaşırken insan kafatasları buldu. Gelen ilhama uyarak, onları eline aldı ve içlerine baktı. Bazılarının içi dolu olup, hiçbir deliğe rastlamadı. Bazılarında bir kulaktan öteki kulağa delik vardı. Bazılarında ise delik, kulaktan gırtlağa kadar uzanıyordu. Dedi, ‘Tanrım halk bu kafaları aynı görür: Ben niye farklı farklı görüyorum. Şimdi bana bunu açıkla’.
İlham geldi. ‘Tamamıyla deliksiz olan kafatasları benim kitabımı hiç dinlemeyenlere aittir. Bir kulaktan başka kulağa deliği olanlar ise benim sözümü bir kulaktan dinleyip öteki kulaktan dışarı atanlara aittir ve kulaklarından gırtlağına kadar uzanan delikli kafatasları ise sözümü dinleyip onu kabul edenlere aittir.’ (Prof. Dr. Erkan Türkmen, Şems-i Tebrizî’nin Öğretileri)
…
Kıssada, delikli kafataslarının bir kısmı, Tanrı’ya ve emirlerine kulak verenlerindir. Oysa şimdi kafataslarımız apayrı deliklerle, çukurlarla harap vaziyettedir.
Bambaşka söz(cü)lere, benliğimizi hasrederken; akıl fikir ve ruh özü de, kafa deliklerinden süzülüp, akıp gitmektedir.
Kör, çerçöp sözlerin çekim gücüyle hırpalanıyoruz. Farkına varmadan başka mabutlar ediniyor, Hak’tan g(ayrının) sözünü dinliyoruz.
Elimizdeki manevî ölçüyü, miyarı kaybederken; göstermelik ve özden uzak arayışlar, sırf benliği önceleyen yaklaşımlarla, bir türlü ruh ve zihin dengesini kuramıyoruz.
…
Hâlbuki delik deşik olmuştur kafamız, dinlediğimiz, bizi tutan, kafesleyen sözlerle.
Görüntülerin eşkıyalığı, haramiliği ve zulmetiyle. İçi dolmuş irin, süprüntü, inanılmaz şeyle. Bilmem neyle.
Tıkasan açılır, gene inat ve azimle(!)
Kafamızla övünürdük, onu tasa çevirsek, içinde yıllanmış şarap içsek, kemâlatdan esirgesek(!) de.
Biz “baştan” kokarız; azametli kellemizi, şükranla(!) yâd etsek de…
Gözümüzün önünde iki siyah delik vardır; bedenimiz suçlu yellerde savrulur, kara deliklerde hiç ediliriz keyifle.
Karanlık, memnu delikler, insaniyetimizi yutar memnuniyetle.
Envaiçeşit örümcek yuvalanır merkezde; bazıları USA yapımı, bazıları sosyete.
Sadece kafatası değil, ruhumuzu da işgal etmiştir delikler herhalde.
Mefisto’dan aldıysak eğer ruhumuzu.. bir kara delik, bir kara mezar yatar yerine. Gene bir kara delikli taş dikilir, baş mahalline.
Demokrasi, özgürlük, insanlık şarkıları söyleriz ona ve çarpıtılmış, alaycı dualar; zalimlerin safında yer tutmuşken, acılaşmış Fatiha niyetine.
Yama tutmaz; bölük pürçük, kırk paredir yine de.
O delikler; güzellik tohumlarının atıldığı, erdemin yeşerdiği yerler olsaydı, gönül mekânını, içi dışı kaplasaydı. Keşke...
Dünya tarihi, beynimize sıktığımız kurşunlar, modern çağların verdiği güvencelere(!) rağmen kafa cinayetlerinin, zihin kıyımlarının öyküleriyle doludur. İtiraf etmesek bile.
Beşeriyetin yazısı, sanki akla sonsuz bir itimadın, bu kara-kafa deliklerinin hikâyesidir, kabullenilmese de…
Daha yaşasak; kararır bozarır Masumiyet Müzesi’mizden, Pazar yerinden bir hatıra delik alırız belki de…
“Beyazıt Hazretleri, bir şehre varınca gezmek istediğinde, önce Efendimiz’in(S.A.V) tavsiyesine uyarak mezarlıkları gezerdi.
Beyazıt Kabristan’da dolaşırken insan kafatasları buldu. Gelen ilhama uyarak, onları eline aldı ve içlerine baktı. Bazılarının içi dolu olup, hiçbir deliğe rastlamadı. Bazılarında bir kulaktan öteki kulağa delik vardı. Bazılarında ise delik, kulaktan gırtlağa kadar uzanıyordu. Dedi, ‘Tanrım halk bu kafaları aynı görür: Ben niye farklı farklı görüyorum. Şimdi bana bunu açıkla’.
İlham geldi. ‘Tamamıyla deliksiz olan kafatasları benim kitabımı hiç dinlemeyenlere aittir. Bir kulaktan başka kulağa deliği olanlar ise benim sözümü bir kulaktan dinleyip öteki kulaktan dışarı atanlara aittir ve kulaklarından gırtlağına kadar uzanan delikli kafatasları ise sözümü dinleyip onu kabul edenlere aittir.’ (Prof. Dr. Erkan Türkmen, Şems-i Tebrizî’nin Öğretileri)
…
Kıssada, delikli kafataslarının bir kısmı, Tanrı’ya ve emirlerine kulak verenlerindir. Oysa şimdi kafataslarımız apayrı deliklerle, çukurlarla harap vaziyettedir.
Bambaşka söz(cü)lere, benliğimizi hasrederken; akıl fikir ve ruh özü de, kafa deliklerinden süzülüp, akıp gitmektedir.
Kör, çerçöp sözlerin çekim gücüyle hırpalanıyoruz. Farkına varmadan başka mabutlar ediniyor, Hak’tan g(ayrının) sözünü dinliyoruz.
Elimizdeki manevî ölçüyü, miyarı kaybederken; göstermelik ve özden uzak arayışlar, sırf benliği önceleyen yaklaşımlarla, bir türlü ruh ve zihin dengesini kuramıyoruz.
…
Hâlbuki delik deşik olmuştur kafamız, dinlediğimiz, bizi tutan, kafesleyen sözlerle.
Görüntülerin eşkıyalığı, haramiliği ve zulmetiyle. İçi dolmuş irin, süprüntü, inanılmaz şeyle. Bilmem neyle.
Tıkasan açılır, gene inat ve azimle(!)
Kafamızla övünürdük, onu tasa çevirsek, içinde yıllanmış şarap içsek, kemâlatdan esirgesek(!) de.
Biz “baştan” kokarız; azametli kellemizi, şükranla(!) yâd etsek de…
Gözümüzün önünde iki siyah delik vardır; bedenimiz suçlu yellerde savrulur, kara deliklerde hiç ediliriz keyifle.
Karanlık, memnu delikler, insaniyetimizi yutar memnuniyetle.
Envaiçeşit örümcek yuvalanır merkezde; bazıları USA yapımı, bazıları sosyete.
Sadece kafatası değil, ruhumuzu da işgal etmiştir delikler herhalde.
Mefisto’dan aldıysak eğer ruhumuzu.. bir kara delik, bir kara mezar yatar yerine. Gene bir kara delikli taş dikilir, baş mahalline.
Demokrasi, özgürlük, insanlık şarkıları söyleriz ona ve çarpıtılmış, alaycı dualar; zalimlerin safında yer tutmuşken, acılaşmış Fatiha niyetine.
Yama tutmaz; bölük pürçük, kırk paredir yine de.
O delikler; güzellik tohumlarının atıldığı, erdemin yeşerdiği yerler olsaydı, gönül mekânını, içi dışı kaplasaydı. Keşke...
Dünya tarihi, beynimize sıktığımız kurşunlar, modern çağların verdiği güvencelere(!) rağmen kafa cinayetlerinin, zihin kıyımlarının öyküleriyle doludur. İtiraf etmesek bile.
Beşeriyetin yazısı, sanki akla sonsuz bir itimadın, bu kara-kafa deliklerinin hikâyesidir, kabullenilmese de…
Daha yaşasak; kararır bozarır Masumiyet Müzesi’mizden, Pazar yerinden bir hatıra delik alırız belki de…